•Mart ayında Özel Musevi Lisesi ile Üsküdar Amerikan Lisesi arasında oynanan bir spor karşılaşmasında yaşananlar oldukça tartışıldı. Hatırlanacağı üzere, Üsküdar Amerikan Lisesi öğrencilerinin bir kısmı yahut bir oyuncu -olayın değişik versiyonlarını okuduğum için emin olamadım- gol sevinçlerini dile getirmek amacıyla rakiplerine Nazi selamı vermişti. Sevinçlerini göstermek için Yahudilere korkunç acılar vererek, milyonlarcasının ölümünü gerçekleştirmiş ırkçı bir idarenin en bilinen hareketini benimsemeleri, aslında Yahudilere karşı düşmanlık beslediklerini ortaya koydu. Ki buna kabaca Antisemitizm diyoruz. oİdil Elveriş – www.politikyol.com
Çin’in gelecekte arabuluculuk diplomasisi yoluyla küresel/bölgesel çatışma çözümünde daha aktif ve yaratıcı bir rol oynamaya çalıştığı görülüyor.
Hatta Çin dışişleri bakanı son olarak Çin'in İsrail-Filistin barış görüşmelerine aracılık etmeye hazır olduğunu duyurdu. Çok dikkat çekmedi ancak bu açıklama sırasında Çin dışişleri bakanının özellikle şu sözleri çok dikkat çekti:
"İsrail tarafı Çin'in nüfuzuna değer veriyor ve İran'ın nükleer meselesi konusunda endişeli ve Çin'in aktif bir rol oynamasını bekliyor."
Direkt olarak İran - İsrail ilişkilerini etkileyecek olan böyle bir rol Çin'e gerçek anlamda bir "arabuluculuk" vasfı kazandırabilir. Ancak bu göründüğünden çok daha zor bir iş.
Çin-İran ilişkilerinde en önemli meselelerden birisi de İran'ın nükleer konusunda kat ettiği aşamalar. Çin nükleer silahların yayılmasının önlenmesine özel bir önem veriyor. Ancak sivil amaçlı nükleer kullanımı konusunda herhangi bir sorun görmüyor.
Dolayısı ile İsrail'i İran konusunda ikna etmesi çok uzak bir ihtimal olarak görünüyor. Gerçi İran ve Suudi Arabistan anlaşması da öncesinde buna benzer şekilde algılanıyordu.
Küresel konjonktürün giderek belirsizleştiği ve “küresel fetret devri“ diye tanımlayabileceğimiz şu geçiş aşamasında Çin'in arabuluculuk hamlelerinin başarılı olması başka bazı faktörlere de bağlı.
Dr. Hüseyin KORKMAZ
https://tasam.org/tr-TR/Icerik/72322/cin_ortadoguya_bahari_getirebilir_mi
Mart ayında Özel Musevi Lisesi ile Üsküdar Amerikan Lisesi arasında oynanan bir spor karşılaşmasında yaşananlar oldukça tartışıldı. Hatırlanacağı üzere, Üsküdar Amerikan Lisesi öğrencilerinin bir kısmı yahut bir oyuncu -olayın değişik versiyonlarını okuduğum için emin olamadım- gol sevinçlerini dile getirmek amacıyla rakiplerine Nazi selamı vermişti. Sevinçlerini göstermek için Yahudilere korkunç acılar vererek, milyonlarcasının ölümünü gerçekleştirmiş ırkçı bir idarenin en bilinen hareketini benimsemeleri, aslında Yahudilere karşı düşmanlık beslediklerini ortaya koydu. Ki buna kabaca Antisemitizm diyoruz.
(...) Ancak bu tarz olayları aynı zamanda bir sorunun işareti olarak görmek, bu tarz ihtilafların tekrarlanmaması bakımından neler yapılabilir düşünmek için de fırsat. Nitekim Türkiye’de soykırım eğitimi verilmesi gerektiği hatta bu eylemi yapan çocukların toplama kamplarını ziyaret etmesi ve sevinçlerini dile getirmek için seçtikleri şeyin gerçekten ne olduğunu görmesi gibi şeyler de söylendi. Gerçekten de Polonya’da Auschwitz-Birkenau ve daha sonra Almanya’nın doğusundaki Buchenwald kamplarını görmüş birisi olarak, bu kampları gören birisinin bir süre kendine gelebilmesinin oldukça zor olduğuna inanıyorum. Bu tecrübeler önleyicilik açısından aslında oldukça önemli.
Diğer yandan, ortada böyle bir hata olduğunda, sadece kurumsal bir kabul ve sorumluluk alma değil, acıyı veya incinmeyi yaratan kişinin bir giderim için çalışmasına yönelik çaba gösterilmesi de oldukça önemli. Bu anlamda belki de en etkileyici olacak olan, bu eylemi yapanla buna maruz kalanları ile bir araya getirmek olurdu.
Örneğin bu eylemle karşı karşıya kalan bu sporcu gençler olaydan nasıl etkilendi? Kimlikleri nedeniyle duygusal bir acıyla karşı karşıya kalmış olan bu gençlerin ihtiyaçları ne? Ne olsa mağduriyetleri giderilmiş olurdu? Onlara soruldu mu emin değilim. Bu konuda Türk Yahudi Toplumu adına yapılmış kısa açıklamada daha çok Üsküdar Amerikan Lisesi’ne yönelik bir teşekkür vardı.
Bugüne değin burada bir çok kez ele almış olduğum onarıcı adalet aslında tam da bununla ilgili. Onarıcı adalet, bir eylemden doğan zarar veya zarar riskini, o eylemden etkilenen tarafları bir araya getirerek, bu zarar veya yanlışın onarılmasını konuşmalarını sağlayarak, adalete ulaşmayı hedefler. Bir başka deyişle, bu yaklaşımın ceza yargılamasından en büyük farkı, eylemdeki tüm sorumluluğu “suç işleyen”e atarak; ona bir ceza “keserek”; kanunun uygulanmasıyla adalet otomatikman yerine geliyormuş gibi bakmamaktır.
Bu yaklaşımın okullarda nasıl uygulanabilir olduğuna dair bir eğitim programına birkaç ay önce katıldım. Öğrendiğim en önemli şeylerden biri, okullarda toplumsal davranış kurallarının ihlal edilmesi durumunda, öğrencileri cezalandırmaya dayalı bir mantık izlenmesinin, çocukları korkuya ve konuşmamaya itiyor oluşu. Dolayısıyla, cezalandırıcılıkla Antisemitizm meselesi, kamplarda yaşananlar, Nazi selamının sebep olduğu acı gibi bir çok engellemeye çalıştığımız şey aslında konuşulmaz oluyor.
İdil Elveriş
https://www.politikyol.com/uskudar-amerikandan-nazi-selami/
Helene Mayer, dünyanın en önemli eskrimcilerinden biriydi. Altın sarısı saçları ile Alman kamuoyunun sevgilisiydi. 1928 Amsterdam Olimpiyatları’nda henüz 17 yaşındayken altın madalya kazanmıştı. 4 yıl sonra Los Angeles’ta ancak 5’inci olabilmişti. Ama o sırada çok az kişi, finallerden 2 saat önce Mayer’e verilen haberin ne olduğunu biliyordu. Genç sporcunun erkek arkadaşı, Alman donanmasında görevliydi. Onun içinde bulunduğu gemi yanlışlıkla batırılmış, genç subay da yaşamını yitirmişti. Helene’nin madalya dışı kalmasının asıl nedeni buydu.
1936 Berlin Olimpiyatları öncesinde Mayer’in Nazi propaganda makinesi tarafından kullanılması gerekirken bu yapılmıyordu. Bunun gayet basit bir nedeni vardı aslında. Helene’nin ailesi Yahudi’ydi. Babası ünlü bir doktor olan Mayer pek de öyle dindarlığıyla tanınmıyordu ama Naziler’in iktidara gelmesinin ardından gözden düşmeye başlamıştı. 1932 Olimpiyat Oyunları’nın ardından Mayer, ABD’de kaldı. Almanya, uluslararası tepkileri azaltabilmek adına Mayer’i ülkeye davet etti. Ama Helene’in şartı vardı. Tam vatandaşlık haklarına sahip olmak istiyordu. İyi niyetini göstermek için de tüm dinlerden bağımsız olduğunu belirten bir dilekçe verdi.
19 Şubat 1936 günü Helene Mayer, Almanya’ya döndü. ‘Flore’de gümüş kazandı. Ancak şaşırtıcı şekilde Heil, Hitler selamı verdi. Çünkü ailesi tehdit altındaydı. 1937’de Dünya Şampiyonu oldu ama gazetelerde haber bile olmadı. 1938’de ABD’ye gitti. 1940’ta vatandaş oldu. 1952’de Almanya’ya döndü. 1953’te 52 yaşında öldü.
Mert Aydın
https://www.milliyet.com.tr/skorer/mert-aydin-yazdi-10-portre-10-hikaye-6942969
Takılan tweetler
Yıl, 1900…
Edirne'den, Türkiye'nin ve Avrupa'nın dört bir yanına yayılan sarı zarfların peşi sıra yolculuğumuza devam ediyoruz…
Bu kez mektubun muhatabı, Belçika'nın Budapeşte Başkonsolosluğu…
Mektubu Edirne'den postaya veren isimse, Menahem Abraham Ovadia…
https://twitter.com/birvakitler1/status/1653100486705262597
Çanakkale'de eski bir Musevi mezarlığı, üzerine bir çocuk parkı, çay bahçesi, spor alanı yapılmış ama bir tabela bile konulmamış ve korumaya alınmamış. Neden? Barışın kenti söylemine yakışmıyor.
https://twitter.com/ParisRoma8/status/1651541373785370625
Edirnede yaşayan ilk şapkacı musevi Aile Zinbullar'ın evi. .Güzelim evlerini terk ettiler mirasçıları sahip çıkmıyor, böyle yıkılmayı bekliyorlar. .Musevi cemaatı sahip çıkmalı eserlerine ...
https://twitter.com/ElifForrest/status/1651506664913215488
Bugün @PeraMuzesi'nde Türkiye Tiyatro Vakfı'nın ön ayak olmasıyla yapılan Sefarat Tiyatrosu Sempozyumu'nda, Türkiye'deki Yahudi Tiyatrosu'nun en mümtaz temsilcilerinden İzzet Bana ve Judeo-Espanyol Tiyatrosu'nun dünyadaki en büyük âlimi Elena Romero'yla şakalaşırken...
https://twitter.com/ErdemBelig/status/1654567138114322432
Bu fotoğrafta Audrey Hepburn, Anne'nin babası Otto Frank ile birlikte. Audrey Hepburn 4 Mayıs 1929'da doğdu. Aktris en çok Roman Holiday ve Tiffany'de Kahvaltı gibi filmleriyle tanınır, ancak Anne Frank rolünü oynamayı geri çevirdiğini biliyor muydunuz? İşte nedeni.
Pek çok kişinin Hepburn hakkında bilmediği şey, gençken İkinci Dünya Savaşı'nda Hollanda direnişine yardım etmiş olmasıdır. Hem Hepburn hem de Frank 1929'da doğdu. İkisi hiç tanışmadı ama Hepburn kendini genç günlük yazarına yakın hissetti ve birbirlerinden 60 mil uzakta yaşadılar. Hepburn Yahudi olmasa da, savaşın birkaç yılını sığınak olarak kullanmak için bir mahzende geçirdi ve hatta neredeyse açlıkla karşı karşıya kaldı. Bu süre zarfında, Yahudileri saklayan yerel aileleri desteklemek için yasadışı dans gösterileri düzenlemeyi başardı.
Savaştan sonra Otto, ünlü günlüğün film uyarlamasında kızının rolünü oynayıp oynamayacağını sormak için Hepburn'e ulaştı. Hepburn, savaş sırasında böylesine travmatik bir deneyim yaşadığı için rolü oynayamayacağını hissetti, bu çok zor olurdu. Frank hakkında şunları söyledi: “Sanki bu biraz kız kardeşimin başına gelmiş gibi. . . bir bakıma o benim ruh kız kardeşimdi.”
Fotoğraf: Luca Dotti
https://twitter.com/HumansOfJudaism/status/1654307791450808320
Büyükelçi Ozan Ceyhun, Naziler tarafından katledilen Türk Musevilerini anmak üzere bugün sabah Mauthausen Toplama Kampını ziyaret ederek anıta çelenk bıraktı.
https://twitter.com/avustryagundemi/status/1655209413571952641
Mesela, Yaşar Nabi Nayır "(...) yabancı kandan azlıklardan çok çekmiş olan Türk illeti yeniden vatanına başka ırktan insanların girmesine tabiidir ki müsamaha edemez" diyor. Yahudi mülteciler için basında antisemit bir de dil hakim. Dönemin ünlü kalemleri mülteci olan Yahudiler için "erimiyen çakıl", "Musanın serseri ahfadı", "bu unsur hicret esnasında parasını beraber götürebilse hiçbir şeyden korkmaz", "hiç kimseye husumet vesilesi olmasınlar" gibi ifadeler kullanıyorlar. Hatta Struma faciası sonrasında Çanakkale Milletvekili Ziya Gevher Etili "Devletin başına belâ oldu. Gittiler, belâlarını da kendileri buldular" diyor. Üstüne de dönemin başbakanı Refik Saydam, "Türkiye, başkaları tarafından arzu edilmiyen insanlara melce, olamaz. Türkiye başkaları tarafından arzu edilmiyen insanlar için vatan hizmeti göremez. Bizim tuttuğumuz yol budur" ifadelerini kullanıyor, kitabın da zaten alt başlığını işte bu söz oluşturuyor.
Karataş Hastanesi. Zimbul ve Makbule’nin aynı gün, aynı dakikada doğdukları hastane.
“Bundan birkaç yıl önce, Aylin Kuryel ile birlikte, Türkiye’de Yahudi Olmak– Bir Deneyim Sözlüğü adında bir kitap derledik. 71 kişinin dahil olduğu, Yahudi ve Yahudi olmayanlardan oluşan ve herkesin Yahudilik deneyimini, Yahudilerle karşılaşma deneyimlerini, birlikte yaşama ve yaşayamama hallerini anlattığı, sözlük formunda, maddelerden oluşan bir kitaptı. Bu kitabın önsözünde de Yahudi kimliğinin tarihsel, kişisel, duygusal olarak çok değişken olduğunu vurgulamaya çalıştık. Toplanan deneyimler bir tarafıyla ayrımcılık biçimlerini ifşa eden, diğer tarafıyla da bahsettiğiniz zengin Yahudi stereotipi dahil tüm stereotipleri kırmaya çalışan ve bunların kırıldığı anların da kaydını düşen maddelerdi. Meskûn Zaman da biraz bunu yapmaya çalışıyor. Aile evlerinin anlatıya girme sebeplerinden biri de bu dediğinizdi gerçekten. Aile evleri bir avluya bakan tek tek odalardan oluşan, ortak tuvaleti, ortak banyosu, hatta ortak tulumbası olan mimari yapılardı ve oralarda yoksul Yahudiler otururdu. Hikâyenin geçtiği Mithatpaşa semtinde de böyle aile evleri vardı. Yahudilerin en eski yerleşim yerlerinden olan Namazgâh bölgesinde de bolca vardı bu evlerden. Bunlara kortejo ya da yahudhane denirdi. Kitapta orada yaşayan insanların gündelik hayatlarını ve özellikle kadınların ev içi emek gücünü oluşturduklarını göstermek istedim. Zengin Yahudi klişesini kırabilmek için birtakım yan hikâyeler oluşturdum. Kitabı okuyan birisinin bana “Hikâyedeki kadınlar hep ev kadını, bu bir sorun değil mi? Neden çalışan bir kadın karakter yok?” diye sorduğunu hatırlıyorum. Aslında o aile evlerinde yaşayan kadınlar çalışan kadınlar, ekonomik üretime katılmıyor görünüyorlar, ama o aile evinin dönmesi için ciddi bir emek gücü olarak varlar.”
https://birartibir.org/sesler-gider-yankilari-surer/
https://www.defenceturk.net/israilden-insansiz-mini-denizalti
Seray Güldane, Milli Savunma Üniversitesi'ndeki yüksek lisans eğitimini tamamlamak için İsrail ordusunda 2006 - 2016 arasındaki değişimi inceleyerek bir tez hazırladı.
https://www.malumatfurus.org/yahudi-iddiasi/
NİLİ adlı örgüt 1915-1918 yılları arasında aktif olarak çalıştı. Ancak örgütün de kurucularının da hikayeleri dünya Siyonist hareketinden ayrı değildi.
https://www.turkisrael.org.il/single-post/b%C3%BCy%C3%BCk-%C5%9Fehirlerin-%C3%B6tesi-safed--ashdod
https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/aylin-oney-tan/sefarad-mutfaginin-uzun-yolculugu-6942618
Burcu Uğur Tel Aviv Üniversitesi'nden Dr. Hay Eytan Cohen Yanarocak ile İsrail'in 14 Mayıs seçimleri ile ilgili özel ropörtaj yaptı. Yanarocak, İsrail'in Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile geçmişte sorunlar yaşamış olsa da hali hazırda devam eden normalizasyon sürecinin korunmasından yana olduğunu ifade etti.
https://23derece.com.tr/ozel-roportaj-israilden-turkiyedeki-secimler-nasil-gozukuyor/
https://www.odatv4.com/guncel/herkes-kulliye-deki-haham-videosunu-paylasiyor-gercek-ne-cikti-9584949