Drama, müzik ve dansın ilk çağlarda ilkel toplum ritüellerinin bir parçası olarak ortaya çıktığı düşünülürse, müzik, dans ve diyalogların olaylarla bütünleştiği duygusal ve eğlendirici sahne gösterisi ve/veya film olarak tarif edebileceğimiz ‘müzikal’in tarihi, bu ilkel ritüellere kadar uzanır. Yunan tragedyalarından Roma dönemine, Orta Çağın halk tiyatrolarından kilise temsillerine de drama, müzik ve dans bir aradadır. Operanın doğuşuyla soylu, saray çevresinde müzikli oyunlar azalsa da,19. yüzyılın başında halkın rağbet ettiği ilk çağdaş batı müzikalleri ortaya çıkar. Operadan farkları, bunlarda klasik müziğin seçkin özelliklerinin değil, dönemin popüler müziklerinin yer almasıdır ki günümüz yapımlarının müzikleri pop’tan rock’a uzanan bir yelpazede yer alır.
20. yüzyılda New York Broadway ve Londra West End’de gelişen, II. Dünya Savaşı sonrası duygusal komedi ve dramlarla altın çağını yaşayan müzikallerin metinleri, 1960 ve 1970’lerde siyasi, toplumsal ya da felsefi konuları da sorgulamaya başlar. Bu yeni bakış açısının gözde örnekleri arasında, West Side Story, Hair, Fiddler on the Roof, Les Misérables, Rent, The Producers ve özellikle Bob Fosse’nin Pal Joey, Sweet Charity, Chicago, Cabaret, All That Jazz ilk akla gelenlerdir.
Greg Kotis’in yazdığı, bestelerini Mark Hollmann’ın yaptığı üç Tony Ödüllü kazanan 2001 yapımı ‘Urinetown / Sidikli Kasabası Müzikali’, yozlaşma, siyasi ayırımcılık, kurumsallaşmış açgözlülük, başkaldırı ve devrim gibi siyasi ve toplumsal konulara değinmesiyle bu çağcıl tezli müzikaller arasında yer alır.
Kuraklıkla boğuşan adı konmamış bir kasabadayız. Kamu sağlığınca ev tuvaletlerinin kullanımı yasaklamıştır; halk tuvalete özel bir şirketin denetiminde girebilmektedir. Kasabanın tek umumi helasının sahibi şirket, tuvalet ücretlerini tespit etmekte, keyfince arttırmaktadır. Tuvalet parası olmayan, ihtiyacını açıkta ya da evinde gidermeye kalkışanlar polis aracılığıyla Sidikli Kasabası’na gönderilmektedir. Gidenler geri dönmediğinden, “Sidikli Kasabasına Gönderilme” olasılıkla idam edilmenin simgesidir. Parasızlıktan sokağa işediği için ‘Sidikli’ye gönderilen babasına ne olduğunu sorgulayan ve tatminkâr bir cevap alamayan bir genç sisteme başkaldırır. Direnişin başarısının ve tüm devrimler gibi giderek yozlaşmasının hikâyesinin paralelinde, müzikalin olmazsa olmazı, sıradan genç adamla şirket yöneticisinin kızı arasındaki aşk gelişir.
Sidikli Kasabası Müzikali’ni Kayhan Berkin yönetiyor, Murat Kodallı’nın şefi ve piyano solisti olduğu orkestra, Settar Tanrıöğen, Füsun Demirel ve Gizem Erdem’in de aralarında olduğu 22 oyuncuya eşlik ediyor. Dekor tasarımını İzmir Tenim, kostüm tasarımını Merve Yörük, ışık tasarımını ve yardımcı yönetmenliği Ayşe Sedef Ayter, koreografi ve hareket tasarımını Gül Sağer üstleniyor.
Brecht’le Weill’in ‘Üç Kuruşluk Opera’sıyla Orson Welles’in müzikli oyunu ‘The Cradle Will Rock’tan özgürce esinlenen oyunu yöneten Kayhan Berkin, sahnelemesini bu neo-Brechtien yabancılaştırmaya dayandırır. Kalabalık kadrosu ve canlı orkestrasıyla üstün yapım olmasına karşın ‘Sidikli Kasabası Müzikali’nı, görkemli bir dekor yerine, içeriği en aza indirgeyen, yalın ve soyut anlatımı ön planda tutan, minimalizm etkileri barındıran işlevsel bir oyun alanında sahneler. Sürekli seyircilerle iletişimde olan anlatıcı / polis şefi, sık sık bir oyun izlemekte olduklarını hatırlatır. Ustalıklı dansları, koro ve solo olarak başarılı şarkılarıyla müthiş uyumlu bir toplu oyunculuk sergileyen tüm ekip de ölçülü, mesafeli ve stilize yorumuyla izleyiciyi duygulanmaya değil, düşündürmeye yöneltir.
Ayrıksı temalarının hakkı verilmiş, çok iyi yorumlanmış, çok iyi sahnelenmiş, keyifli seyirliği aşan çok ilginç bir çalışma mutlak izlenmeli.
30 Mayıs, 6 Haziran, bu sezon ve gelecek sezonlarda Zorlu PSM’de.
Müthiş etkileyici bir roman uyarlaması
‘Saatleri Ayarlama Enstitüsü
Doğu-batı, eski-yeni, geleneksel-modern kutupları arasında gidip gelen ‘Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ romanının, ince mizahı, derinlikli tahlilleri, çok sağlam gözlemleriyle Ahmet Hamdi Tanpınar’ın eserleri arasında özel yeri vardır.
Serdar Biliş’in uyarlayarak yönettiği, sahne ve kostüm tasarımını Gamze Kuş’un, ışık tasarımını Cem Yılmazer’in, ses tasarımını Barış Hamarat’ın, makyaj tasarımını Reyhan Okumuş’un, peruk tasarımını Oya Ballıkaya’nın üstlendiği, müzikleri Tuluğ Tırpan’a ait Saatleri Ayarlama Enstitüsü, sinema (Görüntü Yönetmeni Ahmet Sesigürgil) ile tiyatroyu iç içe geçiren, tüm kişileri Serkan Keskin’in canlandırdığı çağdaş bir görsel işitsel tiyatro olayı.
Öyküyü kısaca özetlersek, saat meraklısı fakir bir ailede doğan Hayri İrdal, anılarını paylaşırken, çocukluğundan beri yaşadıklarını, Enstitü’nün kuruluş, kurumlaşma ve çöküş öyküsünü anlatır. İrdal, gençlik yıllarında zaman israfını günah olarak gören Nuri Efendi’nin yanında saat tamir etmeyi öğrenir. Nuri Efendi’nin vefatından sonra I. Dünya Savaşına katılır, döndüğünde Abdüsselam Bey’in evlatlığı Emine ile evlenerek onun evinde yaşamaya başlar. Hayri ile Emine’nin çocuğu Zehra’yı çok seven Abdüsselam Bey bütün mirasını çocuğa bırakır. Diğer mirasçıları, Abdüsselam Bey’in borçlarından başka mirası olmadığını söyleyen Hayri’ye dava açarlar. Mahkemede latife olarak Şerbetçibaşı Elmasının Abdüsselam’ın olduğunu söyleyen Hayri akli dengesinin tespiti için hastaneye yatırılır. Kocası akıl hastanesindeyken iki çocuğuyla bir başına kalarak yoksullukla mücadele eden Emine hastalanır. Hastaneden çıktıktan sonra Emine’yi kaybeden Hayri, bir süre farklı işlerde çalışır yeniden evlenir ama düzenli bir hayatı kuramaz. Hastaneden tanıdığı doktoru Ramiz onu Halit Ayarcı ile tanıştırır. Zamanın önemini bilen Halit saatlere ilgisi nedeniyle Hayri İrdal’la birlikte Saatleri Ayzarlama Enstitüsü’nü kurar.
Hayri – Halit ilişkisi yin ile yang, Hyde ve Jekyll ikilemi olarak gelişir. Çekinceleri olsa da Hayri, dürüst, ahlaklı, idealist bir koruyucu olarak gördüğü Halit Ayarcı’ya samimiyetle inanır; onun aslında bir üçkağıtçı, adam kullanmayı bilen, insanların zaaflarından ustalıkla faydalanan çıkarcı biri adam olduğunu fark etmez.
Sahte toplumsal ve ekonomik değerler üzerine kurulan tüm menfaat dolapları gibi sonunda yıkılsa da, Enstitü fikri giderek kavramdan somut oluşuma dönüşür, kurumlaşır, resmî sektöre girer, devlet bütçesinden yararlanır; Halit ile Hayri’ye de önemli kazanç getirir…
Tiyatro yönetmenliği eğitimini Londra Middlesex Üniversitesi’nde yapan, çalışmalarını Londra - İstanbul arasında sürdüren 1977 İstanbul doğumlu tiyatro ve televizyon yönetmeni, eğitmen Serdar Biliş’in uyarlaması, Tanpınar’ın benzersiz romanına sadık kalırken, salt tiyatro olmayı da başaran bir çalışma.
Her zaman yenilikçi ve araştırmacı bir yönetmen olan Biliş, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü büyük sahnede, hibrit bir üstün yapım olarak yönetir. Merkezinde dev bir oval ekran olan çıplak oyun alanı, ekranı merkez alan bir raylı sistem üzerinde dekor elemanlarının, aksesuarların, kostümlerle perukları taşıyan minik kulisin devamlı hareket etmesiyle büyük bir döner sahneye dönüşür.
Biliş, oyunu tek oyuncusunu kalabalık bir kadroya dönüştürerek yönetir. Sahnede durmaksızın kılık, saç, bıyık değiştiren, bedeni canlandırdığı her karakterle dönüşüme uğrayan Serkan Keskin, ekrandaki film aracılığıyla oyunun diğer kişileriyle de iletişim kurar. Müthiş başarılı filmdeki çok sayıda kişilerin hepsini de, güncel teknoloji ve ustalıklı bilgisayar efektleri sayesinde “klonlanmış Keskin’ler” canlandırır.
Tiyatro, sinema ve televizyonda müthiş başarılı olduğu uzun bir kariyeri olan 1977 doğumlu Serkan Keskin, birbirinden parlak fikirlerle dolu etkileyici sahnelemenin en önemli ögesidir. Oyunun her anında hem tek başına, hem kendini klonlayarak var olan oyuncu, bütün kişileri benzersiz bicide ayrıştıran yorumlarıyla ‘Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün can damarı, olmazsa olmazıdır.
Mutlaka izlenmeli. 4 Haziran Zorlu PSM, bu sezon ve gelecek sezon Uniq ve Zorlu’da.
Hepinize huzurlu seyirler dilerim.