Osmanlı İmparatorluğuna Tanzimat’la birlikte giren tiyatronun kurulmasında ve gelişmesinde Rumların, Yahudilerin ve Ermenilerin yeri büyüktür. 1844’te kurulan Naum Tiyatrosunda profesyonel tiyatro yapmaya başlayan Ermeniler gelişimde öncül olmuştu.
Haldun Taner’in ‘Sersem Kocanın Korkak Karısı’ ile BGST yapımı ‘Kim Var Orada’ tiyatromuzun Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan oluşum sürecinde Ermeni tiyatrocuların önemli mirasından söz eder.
1914’te Darülbedayi, Türk Tiyatrosunu oluşturmak ve gayrimüslim hegemonyasından çıkarmak amacıyla kurulur. Ancak o dönemde Müslüman kadınlar sahneye çıkamadığından, açılış kadrosunda Eliza Binemeciyan’la Knar Hanım’ın da aralarında olduğu sekiz Ermeni kadın oyuncu bulunur.
Cumhuriyetin ilk yıllarında azınlıkların kendi dillerinde tiyatro yapmalarına izin verilmez. Kanuni dayanağı olmaksızın 1945-1946’lara kadar süren yasağın paralelinde, antik çağdan beri bu toprakların kadim halkları olan gayrimüslimler, yasayla hakları olsa bile, gayrı resmi engelleme ve ötekileştirmelerle karşılaşırlar, baskılar sebebiyle gettolaşırlar: Yahudiler Fener-Balat’tan sonra Kuledibi’nde, peşinden Şişli’de, Rumlar Tatavla’da, Ermeniler önce Samatya’da Rumlar 6-7 Eylül sonrası Rumlar göç ettiğinde de Kurtuluş’a dönen eski Tatavla’da toplu olarak yaşamayı yeğler. Ayırımcılık yıllarında Ermeni sanatçılar, kimi bireysel çabalar haricinde profesyonel tiyatrodan giderek uzaklaşır.
Hrant Dink’in öldürülmesinin özgürlükçü Müslüman Türk kesiminde yarattığı tepki, genç kuşakların, vatandaşlığı sahiplenmek amacıyla siyasal ve toplumsal ortamlarda görünür olma çabalarını körükler.
Bu görünürlük çabasının bir ürünü de Sırbistan’dan gelen bir davetin ardından 2018’de ‘aniden’ kurulan hangardz’dır. (hangardz aniden sözcüğünün Ermenicesidir) Garine Maral Çizmeciyan, Lara Narin, Tara Demircioğlu ve Yeğya Akgün’ün kurduğu topluluk bir yandan yıllardır var olan Ermeni kültür-sanat yaşamı hakkında uluslararası farkındalık oluşturmayı, diğer yandan da Sefarad kökenli Yahudilerin Ladinosu gibi yok olma tehlikesindeki Batı Ermenicesini canlı tutmayı amaçlamakta.
Kişisel olarak amaçlarına saygı duyarım ama, beni bunun ötesinde, tiyatroyu bilen, seven ve çok da iyi yapan bir topluluk olmaları etkiledi.
Kimi oyunlarını Türkçe üst yazıyla Ermenice oynayan hangardz, pandemide ara verdikten sonra repertuarına yeni aldığı Willim Saroyan’ın ‘Yüreğim Dağlardadır’ oyununu Türkçe sahneledi.
‘My heart’s in the Highlands /
Yüreğim Dağlardadır’
“Dünyanın şairlerine. Hayatları şiir olan o basit ve yüce insanlara. Yaşlanmış çocuklara, çocuk olan çocuklara. Dağlardaki yüreğe.” William Saroyan
Modern Amerikan edebiyatının en önemli öykü, roman ve oyun yazarlarından William Saroyan, Osmanlı döneminde Bitlis'ten ABD’ye göç eden Takuhi ve Armenak Karaoğlanyan’ın oğlu Aram olarak 1908’de Kaliforniya Fresno’da doğar. William Saroyan adıyla, çoğu doğup büyüdüğü, 1981’de öldüğü Fresno’da geçen, altmışı aşkın öykü kitabı, oyun ve roman yazar. Kadınlara, alkole, kumara ve şapkalara tutkuyla bağımlı Saroyan, hızlı yaşar, dünyayı gezer, evlenir, boşanır, aynı kadınla tekrar evlenir, tekrar boşanır. Kökenlerinin ve ata kültürünün peşinde Sovyet Ermenistan’ını ziyaret eder, 1964’te ata yurdu Bitlis'i gazeteci Fikret Otyam’la beraber gezer.
Kaliforniya’daki Ermeni diasporasını derinlemesine gözlemleyen Saroyan, Ermeniliğinden, kimlik sorunlarından, Amerika’yla, yazarlık ruh haliyle, insanoğlunun sürüklendiği savaş ve şiddetle hesaplaşmasından söz eder; kendine özgü saf, insancıl ahlak anlayışıyla hep insanı anlatır.
‘The Time of Your Life’la (1939) aynı yıl New York Drama Eleştirmenleri ve Pulitzer Ödüllerini kazanan, 1943'te ‘The Human Comedy’ filmiyle en iyi senaryo ödülünü alan Saroyan’ın ilk oyunu ‘My Heart's in the Highlands / Yüreğim Dağlardadır’ (1938), gerçeküstücü, deneysel, zamanının çok ötesinde absürt tiyatronun öncülü bir yapıttır.
1914’te Fresno’dayız. Büyükanne, oğlu ve torunundan oluşan memleketine uzak düşmüş bir Ermeni aile, dünyadan kopmuş, yolunu kaybetmiş, yüreği İskoçya’nın dağlarında kalmış eski Shakespeare aktörü yaşlı Mac Gregor’la karşılaşır. Bu dörtlünün dostluğu üzerinden, gurbet, yabancılık, özlem, kök, toprak, hafıza, aidiyet, hasret gibi konular, zorlu varoluş mücadelesi, naif, samimi ve sımsıcak bir dille anlatılır.
Beş parasız işsiz şair Ben Alexander’in oğlu Johnny’nin gözünden aktarılan ana temanın paralelinde, Saroyan’ın yapıtlarının varoluşçuları etkilediğini iddia edenleri haklı çıkaracak ikincil olaylar gelişir: Johnny’yle gazete dağıtımcısı çocuk birbirleriyle annelerinin ölümünü paylaşırlar, Johnny babasıyla hırsızlığın ahlaki yönünü tartışır, Ben başlayan savaşın getirdiği ölümcül yıkıma şiddetle tepki gösterir. Ben’in tepkisini yansıtan kısacık tiratta sözü edilmese de alttan, Saroyan’ın yaşamadığı, ama tabiatıyla bildiği Ermeni tehcirine kişisel isyanı, duyumsanır.
Oyunun sonunda, kira borcundan evi tahliye etmek zorunda kalan aile bilinmeze doğru yola çıkar. Gitmeden önce Ben şiirlerini, Johnny bir şeyler almak için geldiğinde kesinlikle veresiye olmaz diye söze başlayıp sonunda çocuğun hatırını kırmayan yufka yürekli bakkal Bay Kosak’a bırakır. Şiirlerin içerdikleri güzelliği belki anlar diye, bu suratsız ama iyilik dolu adama verilmesi sanki, Stephen Fry’ın "20. yüzyılın kıymeti bilinmeyen yazarlarından en önemlisi" olarak gördüğü Saroyan’ın dünyadan giderken yapıtlarını, gerçekten tadını çıkarabilecek kısıtlı azınlığa bırakmasının yansımasıdır.
Oyunun kilit karakterlerinden biri, köklerinden koparılmanın, mülteciliğin, hiçbir yere ait olamamanın simgesi, yeni dil öğrenmekte zorlandığından değil, kökenini iyice kaybetmemek için sadece Ermenice konuşan büyükannedir. Doğduğu ülkenin dilini konuşan, ikinci kuşak göçmen Johnny, büyükannenin hiç anlamadığı Ermenice konuşmasından şikayetçidir ama, biri Ermenice diğeri İngilizce de konuşsalar birbirlerini gayet iyi anlarlar. Ezeli ebedi göçmen büyükannenin bavulu hep toparlanmıştır, giderken en hızlı o hazırlanır.
Yaratıcı sahnelemeyi üstlenen Yeğya Akgün, başkarakterlerden birini canlandırdığından oyuncu yönetimini tamamen Tara Demircioğlu’na bırakır. Sonuçta, kesinlikle iki başlı olmayan, birbirini ustalıkla tamamlayan parlak bir birlikteliğe ulaşılır.
Saroyan’ın yalın, dolaysız anlatımına, metne cuk oturan bir şiirsellik katılmış. İsabel Gültop’un kırık dökük evi, bakkal Kosak’ın dükkânını ve komşu evleri birleştiren minimalist dekoru, Burak Kaçi’nin kostümleri hep pastel tonlardadır. Pastelin sıcaklığını, tematik olarak ekibin sımsıcak yorumu tamamlar. Öyküye eşlik eden animasyonların ve desenlerin izlendiği ekranda, Anet Sandra Açıkgöz’ün usta işi sabit ve hareketli çizimleri yoruma çocuk elinden çıkmış bir naiflik katar.
Konuşmasız, stilize ve koreografik ön oyunda Johnny, karakterleri aksiyona davet ederken giysilerinden birer yama alır. Asıl işlevi yırtık ve delikleri gizlemek olan yama, oyunda baskı altındaki duyguları, hasır altı edilenleri, gerçekleşememiş hayalleri örtüp gizlemenin metaforudur. Johnny evi terk ederken bavuluna bu yamaları doldurur. Sahne son repliğin ardından boşalıp karardığında ekranda bavul açılır, yamalar uçuşarak bir dağ oluştur. Belki Mac Gregor’un yüreğinin olduğu dağdır bu, belki de büyükannenin, Johnny’nin annesinin, Ben’in, Takuhi ile Armenak’la oğulları Aram’ın yüreklerinin kaldığı Ararat’tır…
Tara Demircioğlu’nun oyuncu yönetimi, ekip çalışması dört dörtlük. Başrollerle, tüm yan roller çok iyi çalışılmış. Yeğya Akgün (Ben), Nışan Şirinyan (Jasper Mac Gregor) ve Dikran Peştemalcıgil (Bay Kosak) çok başarılı. Gencecik Lara Narin duruşu, şarkıları, anlamasak da dediğini birebir duyumsatan Ermenicesiyle olağanüstü bir büyükanne. Diana Çilingaryan’ın erkeksi olmayan, ama dişil de durmayan Johnny’si müthiş. Harika yorumuyla, 9 yaşında henüz cinsellik bilinci olmayan Johnny’nin, kız ya da erkek değil, içtenliği ve naifliğiyle sadece çocuk olduğunu ustaca yansıtır.
Haldun Taner, Tomas Fasulyacıyan’ın ağzından “Teatro nedir ki, iki kalas bir heves” der...
hangardz, ülkemizde az sahnelenen önemli bir yazarın oyununa, birkaç kalas ve müthiş bir hevesle nasıl çok başarılı ve etkileyici bir yorum getirileceğini kanıtlıyor. Mutlaka izleyin ki hevesleri kırılmasın!
Sezonun en ilginç keşiflerinden. 25 Mayıs 20.00’de Üsküdar Tekel Sahnesi, 12 Haziran 20.30’da Tatavla Sahnesi, bu sezon ve gelecek sezon İstanbul sahnelerinde. Samatya’da da oynayacaklar ama Çevre Tiyatrosu henüz tarih belirlememiş.