Tarihte iz bırakmış bir aile KARASU

Yazılarımda genellikle tarihin eski çağlarında meydana gelmiş olayları konu almama karşın bu yazımda daha yakın tarihten bir aileye ve hayat hikayelerine değinmek istedim. Seçtiğim konu, ucundan kıyısından kutladığımız Şavuot Bayramı adetlerinden olan süt ve yoğurt tüketimi ile de alakalı.

Nesim ŞALOM Perspektif
24 Mayıs 2023 Çarşamba

Selanik, Osmanlı İmparatorluğu’na bağlıyken, Atatürk’ün doğumuna yakın zamanlarda, 1863 yılında, adı zaman zaman Cumhuriyet’in kuruluş mücadelesinde de anılacak bir başka isim daha dünyaya geldi: Yahudi bir ailenin mensubu olan Emanuel Karasu.

Emanuel Karasu portresi

Varlıklı ve itibarlı bir aileden gelen Emanuel, hukuk eğitimi almıştı. Avukattı ve Selanik Hukuk Fakültesinde kriminoloji dersleri vermekteydi. Karısı Bella ve kesin olmamakla birlikte, üç kız ve üç erkek evlat sahibiydi. Mesleği de elverişli olduğundan İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne ilk gayrimüslim üye olmuş ve Selanik Makedonya Risorta Mason Locasını kurmuştu. Bu konumu onun Jön Türkler ve Talat Paşa ile sıkılıkla buluşmasını gerektiriyordu. Kimliğinde İspanyol vatandaşı olarak görülmesine rağmen 1908’deki Meclis-i Mebusan seçimlerine katılabilmek için Osmanlı vatandaşlığına geçmiş, Selanik’ten meclis üyesi seçilmişti. Bu seçilme Emanuel’in, önceleri Jurnalciliğini de yaptığı Sultan II. Abdülhamid ile karşı karşıya gelmesini sağlamıştı. Aram Efendi (Ermeni asıllı) ve Esat Toptani (Arnavut asıllı) ile birlikte Sultan’ın yaverliğini yaptı. Osmanlı toprağı olan Filistin’de, bedeli mukabilinde Yahudilere toprak satışı ve kendilerinin özerk bir yönetimi olması önerisini iletenler arasında olan Emanuel daha sonra bu teklifi ile ilgili açıklama yapmak ve Siyonist olmadığını deklare etmek zorunda kalmıştı. Ancak yine de 1909’daki 31 Mart İsyanının bastırılmasının ardından, Meclis’i Milli’nin Sultan II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesi gerektiği kararının tebliği için Emanuel görevlendirilmişti.  

Meclis-i Milli'nin, Sultan II. Abdülhamid'in hal kararını bildirmek için görevlendirdiği ve 27 Nisan 1909’da Yıldız Sarayına gelen heyet: soldan sağa: Arif Hikmet Paşa, Emanuel Karasu, Esad Paşa Toptani, Aram Efendi ve Albay Galip Bey.

1912’de Balkan Savaşı’nda Osmanlı’nın Selanik’i kaybetmesinin ardından Emanuel de, 1914’te tekrar İstanbul’dan mebus seçildi.  Selanik’in kaybedilmesine rağmen savaşın bitiminden sonra, İtalya ile imzalanan Uşi Barış Anlaşmasının imzalanmasına destek olup Selanik’in uluslararası statüde bir şehir olarak kalmasını isteyen bir komitede yer aldı. Hatta İtalya ile olan ileri ilişkileri ile 1921’de İtalya vatandaşlığı aldı. Osmanlı’daki Yahudi Cemiyetlerinin iş birliği içerisinde olması için çalıştı ama burada yaşayan Yahudilerin önce Osmanlı kimliği ile hareket etmeleri gerektiğini savundu. Hatta Filistin’de Yahudilere toprak satışını gündeme getirmesine rağmen bu topraklarda devlet kurulması amacına yönelik iskân faaliyetine karşı oldu. Bundan öte meclis konuşmalarının birinde de, Yahudi vatandaşların Osmanlı ordusunda eşit şartlarda askerlik yapması gerektiğini savunmuştu. Emanuel, Mondros Mütarekesi sonrasında İtalya'da Trieste'ye yerleşti ve 1934 yılında aynı yerde öldü. Ancak naaşı İstanbul’a getirtilip Arnavutköy Sefarad Mezarlığında gömüldü.

Avrupa’ya yoğurdu götüren Karasu

Emanuel Karasu’nun yeğenlerinden biri ise erkek kardeşinin oğlu İzak idi. O da Selanik eşrafından Karasu Ailesi’nin bir mensubu olarak, ama amcasının yolu olan hukuk okumak yerine tıp öğrenimini tercih etmişti. Amcası gibi Osmanlı’nın devlet politikalarında rol almak yerine, İzak 1912’de, gelmiş olduğu İspanya’ya geri dönerek Barselona’ya yerleşti. Onların Selanik’i terk etmelerinden sonra, Balkan Harbinde, Selanik Osmanlı’nın elinden çıkmış ve 30 yıl sonrasında da bütün Avrupa’yı kasıp kavuran Nazi zulmünde, burada kalan Yahudi nüfusun çok büyük bir kısmı toplama kamplarına gönderilmişti.

Isaac Carasso Mechnikov Laboratuarında meslektaşlarına sütün fermantasyonunu gösteriyor.

Barselona’da İzak Karasu, adını oraya uygun olarak değiştirdi ve Isaac Carasso oldu. Açtığı muayenehanede çocuk doktorluğu yaptı. Bütün Avrupa’da I. Dünya Savaşı herkesin hayatını çok güçleştirmişti. Kendisine gelen hastalarının en büyük ve çözülemeyen şikâyeti sağlıksız ortam koşulları ve temiz suya erişilememesi sebebiyle özellikle çocuklarda ortaya çıkan bağırsak enfeksiyonlarıydı. Buna bağlı birçok ölüm de yaşanıyordu. İzak’ın kafasında, bu hastalığı tedavi edebilecek bir şimşek çaktı. Avrupa’da bilinmeyen ama gelmiş olduğu Osmanlı ve Balkan topraklarının, sindirim sistemi ile ilgili her hastalığa çare olan yoğurt mucizesi… Ancak bir sorun vardı, yoğurdu yapmak için süte erişebiliyordu ancak mayasını bulamıyordu. Bunun için Fransa’daki Pasteur Enstitüsüne müracaat ederek meramını anlattı, oradan laktik asit alarak, Mechnikov Laboratuvarında, bununla sütü fermante etmeye başladı ve bu yaptığı işlemle yoğurt mayasını elde etmeyi başardı.

Bu araya kısa bir bilgi daha ekleyelim: sütün fermante olarak mayalanmasını ve yoğurda dönüşmesini sağlayan bakterinin ismi Latince Lactobacillus Bulgaricus olarak geçer. Bunun sebebi bu bakteriyi ilk keşfeden kişinin 1905’te Bulgar doktor Stamen Grigorov olmasıydı. Yoğurdun kendine özgü kokusunu veren de fermantasyon esnasında asetaldehit’i sentezleyen bu bakteridir. Hikayeye göre Bulgaristan’ın dağlarında yaşayan bir çoban, sağdığı sütü koyacak kadar kap bulamıyormuş. Çare olarak kestiği bir koyunun midesini iyice temizleyip bir kese yapmış ve sütün bir kısmını içine doldurmuş. Bir gün boyunca koyunun midesinden yapılmış kesede kalan sütü ertesi gün boşaltmak istediğinde bunun yoğurda dönüştüğünü görmüş. Bu dönüşüm, koyunun midesindeki bu bakteri sayesinde olmuş.

Tekrar Doktor Isaac Carasso’ya dönecek olursak, 1919’da sütten elde ettiği ve ürettiği yoğurdu cam kavanozlarda ambalajlayarak satmaya başladı. Ama bunun ne olduğu bilinmediğinden yoğurt yiyecek olarak değil, bağırsak ilacı şeklinde eczanelerde satılıyordu. Belli bir süre ve günde üç kez bunu yiyen hastalarında büyük oranda iyileşme gözlemleniyordu. Bu ürünü sadece ilaç olarak değil sağlıklı bir gıda maddesi olarak da satabilmek için patent almaya karar verdi. Ürettiğine yoğurt demek yerine ilk çocuğu olan Dano’nun ismini ve arkasına, Katalanca ‘küçük’ eki olan ‘ne’ ekleyerek DANONE olarak çıkardı. Çıkardığı ürün İspanya yanı sıra birçok ülkede de büyük rağbet gördü. Bu esnada oğlu Dano Carasso da eğitimi için Fransa’ya gitti, önce Marsilya’da ardından da ilk mayanın geldiği Pasteur Enstitüsünde bakteriyoloji okudu. Baba İsaac öldükten sonra oğlu Dano veya Daniel Fransa’da kalarak Danone Yoğurtları adıyla Fransa’da faaliyete başladı. Bu başlangıç sonrasında Danone Markası, yoğurt dışında bisküvi, çikolata başka gıda ürünleri ile de Fransa’da zincir fabrikalar kurmaya başladı. Bu atılım Fransa’nın da dışına çıkarak günümüzde bütün dünyada lider bir gıda üreticisi konumuna geldi. Mineral sularda da dünya genelinde ilk akla gelen isim Danone’dir.

Daniel Carasso fabrikasının önündeki dev yoğurt kabı ile

Bu imparatorluğun hanedanı Daniel Carasso, tabii ki yoğurda borçlu olduğu 104 yıllık uzun yaşamına 2009 yılında Paris’te veda etti. Geride İspanya’dan Osmanlı’ya gelmiş bir Sefarad, Selanik’ten Barselona’ya göçmüş bir Balkan Yahudi’si, Katalonya’dan Fransa’ya eğitim ve kariyeri için gitmiş bir girişimci ve günümüzde bütün dünyada yaygın bir gıda imparatorluğu bırakmış olarak…

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün