Suriyelileri ülkelerine geri gönderme kararlılığının birebir karşılığı önemli. Bu önce politika olarak benimsenmesine, iyi bir planlamaya ve sonra Esad yönetimiyle uzlaşmaya bağlı. Gönüllü mü, zorla mı veya teşvikle mi olacağı sorusunun cevabı ise uluslararası anlaşmalara ne kadar uyulacağı ile ilgili. Siyaset mümkün olanın sanatı. Geri döneceklerin sayısını, zamanlama etkinliğini ve en çok hangi bölge ve sektörlerden olacağını biraz fiili durum gösterecek. Yabancı işgücü kullanımı hemen her sektör için geçerli. Bunda ucuz ücrete razı olmak kadar, sosyal bir güvence talep etmeden kayıt dışı bir yaşamı kabul etmenin de etkisi var. Sizi rakamlarla yormak istemiyorum. Ama Türkiye’deki yabancı işgücü açısından Suriyeliler başı çekiyor. Son 7-8 yıl içinde ortaya çıkan gerçekleri bazı çalışmalar açıkça ortaya koyuyor. Bunlara göre Şanlıurfa ve Çukurova’da tarımda çalışan Suriyeli sayısı azımsanmayacak bir değere ulaşmış durumda. Bunda da Arapça kullanmadaki rahatlığın ve bölge tarımında ortaya çıkan işgücü ihtiyacının izi olmalı. ‘Bereketli Topraklar, Zehir gibi Yaşamlar’[1] adlı erken tarihli bir çalışma, Suriyeli sığınmacıların Türkiye’de tarımsal üretimde ve mevsimlik tarım işçiliğinde artan varlığını açıkça gözler önüne sermekte ve bunların fevkalade olumsuz koşullarda yaşayıp, çalıştığını anlatarak konunun insani yönüne işaret etmekte. Tabii düşük ücretle, hatta boğaz tokluğuna çalışmaya razı Suriyelilerin verimliliğe katkısı ayrıca tartışılması gereken bir konu. Ancak şimdi bu konuyu bir kenara bırakarak yine Suriyeliler çerçevesinde tarım topraklarında, mülkiyet el değiştirmesi durumuna, satın alma veya kiralama yöntemiyle bereketli topraklarda alternatif üretime yönelmenin fiili ve olası sonuçlarına dikkat edilmesi gerektiğini düşünmekteyim. Çünkü bu konu da tarımdaki Suriyeli gerçeğinin bir diğer yüzü.
Yasanın Sağladığı Olanak
Yabancı ülke vatandaşları[2] Türkiye'de askeri veya yasaklı bölgelere yakın ve 300 bin metrekareden büyük olmamak koşulu ile tarım arazisi alabilmektedir[3]. Bu nedenle tarımda arazi sahibi olmak, 2015’ten sonra Suriyeliler için de bir fırsat oldu. Parası olan ve tarım ürünleri yetiştirmek veya hayvancılık projesi bulunan Suriyeliler de bu imkânı kullanmış ve kullanmaktadır. Tarım arazisi almak yoluyla da vatandaşlık elde edilebildiği için Tarım ve Ormancılık Bakanlığı izniyle satın alınan tarım arazilerinin hâlihazır aidiyetinin vatandaş veya yabancı olmakla ilgili ayrıntısındaki rakamların ayırdı pek kolay değildir. Bu noktada asıl sorun yasa proje zorunluluğu öngörmekle birlikte, mülk edinmeden sonra yapılan değişikliklerin izlenmesi hakkıyla yapılmadığı için, imar değişikliği veya imar affı ile tarım arazilerinin tarım dışı amaçla kullanılmasıdır. Bunun yanı sıra projede öngörülen üründen farklı ürünlere fiilen kayılabilmesi ve böylece, bulunduğu yere bağlı olarak tarım arazisinden elde edilecek endemik ürün veriminden vazgeçilerek bir fırsat maliyeti yaratılmasıdır. Bunun sonucu ise Türkiye için belli tarım ürünlerinde üretim azaltması ve fiyat artışı, sonra da ithalata kapılanmadır. Şimdi örnek bir öykü paylaşmak isterim.
Bir Başka Suriyeli Öyküsü ve “Kimine Kavun, Kimine Kelek”
Bir uluslararası toplantıda, bir Suriyeli gence rastladım. Kendisini Türkiye’de yaşayan Suriyeli iş adamı olarak tanıttı. İş yeri merkezinin İstanbul’da olduğunu, ama güneyde, Antalya ve İçel’de tarımsal faaliyetler de dâhil birçok iş yaptığını söyledi. Sitem etmekten de geri durmadı. “Bizi hep pulsuz-çulsuz sığınmacılar olarak düşünüyorsunuz. Oysa Türkiye’de önemli sayıda zengin, girişimci ruhu olan, Türkiye’nin bölgesel ve küresel ticaretine katkıda bulunan Suriyeli de var” dedi.
Perakende veya toptan ticaret dışında üretim faaliyetleri olup olmadığını sorduğumda ise, zaten hemen yine “ucuz Suriyeli” emeğini kullanarak ürettikleri, “katma değeri yüksek” tarım ürünleriyle, Türkiye’nin dış ticaretine kazandırdıklarını gözleri parlayarak anlattı. Hem işiyle, hem de aynı zamanda Türk vatandaşı olmakla övündü. Ne ürettiklerini sorduğumda ise çeşitli resimler gösterdi. Mersin’de süs ağaçları, süs bitkileri ürettiklerini, bunları başta Katar olmak üzere tüm Körfez bölgesine ve İsviçre gibi Avrupa ülkelerine ihraç ettiklerini söyledi. Narenciye, zeytin, avokado veya pamuk üretimi zordu. Zaman alıyordu. Süs ağaçları ise çok daha yüksek kar getiriyordu.
İçel’deki portakal bahçelerini satın mı almışlardı? Kiralamışlar mıydı? Ortaklıkla mı yürüyordu işleri? Hep şirketine gönderme yaptı. Meraklı sorularıma açık cevap vermedi. Ama tabii duyduklarım bana, narenciye bahçelerinin veya pamuk tarlalarının bazı Suriyeliler tarafından nasıl zenginliğe dönüştürüldüğünü anlattı. Tarım işçisi Suriyelilerin ‘zehirli yaşamlarına’ karşılık, paralı Suriyeli veya Katarlıların, Türkiye’nin verimli tarım topraklarında ‘ballı yaşamları’, süs bitkileri ile nasıl yakaladığını gösterdi. Bu, ‘kimine kavun, kimine kelek’ misali, Türkiye’de tarımdaki Suriyelinin gerçeği. Ama aynı zamanda Türk halkı için artık ucuzlamayacak portakal, avokado ve limon demek. Bu da “kambur sırtlı” feleğin işi olmasa gerek değil mi?
[1] Sinem Bayraktar (Proje Koordinatörü), “Bereketli Topraklar, Zehir gibi Yaşamlar”, 2016, Ankara. Çalışma, yayınlandığı tarihte Suriye’den gelenlerin çoğunlukla sırasıyla Şanlıurfa, İstanbul, Hatay, Gaziantep ve Adana olduğunu ve doğu, güney ve güneydoğuda yoğunlukla tarım işçisi olarak veya imalat, inşaat ve hizmet sektörlerinde de çalıştığını ifade ediyor
[2] Mevcut yasal düzenleme, hem şehirlerde, hem de tarım topraklarında 195 ülke vatandaşına karşılılık ilkesi aranmaksızın mülk edinme olanağı vermektedir. Geçmişte yasada yer alan ülke istisnaları hem artık mevcut değildir, hem de çeşitli yollarla engelleri aşmak mümkün olabilmektedir.
[3] Türkiye’de yabancı gerçek kişilerin tarım arazisi niteliğindeki taşınmaz edinimleri 6302 sayılı Kanun ile değişik 2644 sayılı Tapu Kanunu’nun 35. maddesi gereği alınan 25.06.2012 tarih 2012/3504 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ve 27/11/2013 tarih 2013/15 sayılı Genelge ve Tarım ve Orman Bakanlığının izni ile gerçekleşmektedir.