Türkiye cumhurbaşkanlığı seçimlerine kilitlenmişken, bölgenin geleceğini ilgilendiren birçok gelişme yaşanıyor. Yakın Doğu´nun önemli bir oyuncusu olarak Türkiye´nin seçimi ve etkileri sınırlarını aşacak.
Türkiye son haftalarda haklı olarak seçimlere kilitlenmişken kendisini çevreleyen coğrafyada, bölgenin geleceğini yakından ilgilendiren birçok gelişme yaşanıyor. Bu satırları kaleme aldığım dakikalarda sandıklar kapanmış, sayım başlamış, sonuçlar yavaş yavaş ekranlara düşmeye akseder durumda. Yakın Doğu’nun önemli bir oyuncusu olarak Türkiye’nin seçimi ve etkileri sınırlarını aşacak.
Benzer şekilde, Suriye’nin Arap Birliğine yeniden kabulü, İran’da Ayetullah Hamaney sonrasının tartışılır olmaya başlaması, Yunanistan’da seçimler sonrasında partilerin hükümet kurma konusunda isteksiz davranmaları, Bulgaristan’da siyasetin bir türlü durulmaması, Rusya’nın Ukrayna’daki acımasız savaşı, Kremlin üzerinde patlatılan dron, Ermenistan ile Azerbaycan arasında uzun yıllara dayanan gerginlik, coğrafyasını paylaştığımız bölgedeki dengesiz / belirsiz duruma su taşıyor. Son son Taliban’ın İran sınırına askeri yığınak yaptığı haberleri de cabası.
Şam ile normalleşme
Yıllar süren ayak diremekten sonra Arap ülkeleri Suriye’yi yeniden saflarına katma kararı aldılar. 2011 yılından bu yana askıdaki üyeliğinin yeniden gündeme gelmesi ve Beşir Esad’ın Arap Ligi’nin Suudi Arabistan’daki toplantısına davet edilmesi ile, yaklaşık 13 milyon kişinin mülteci durumuna düştüğü, yarım milyondan fazla insanın hayatını kaybettiği bir dönemin yarattığı dışlanma sona eriyor.
19 Mayıs’ta yapılan Arap Birliği toplantısına yıllar sonra katılan Esad’ın rahatlamış, hatta muzaffer denilebilecek tavrı, liderlerle verdiği samimi pozlar, normalleşme hakkında akıllarda beliren soru işaretlerine güvenilir yanıtlar vermekten uzak, yorumları yapılıyor. Konuşmasında Batı hegemonyasına atıfla Arap kimliğine sahip çıkarken, ülkesindeki yıkıma sırt çevirmesi, topraklarındaki terör, uyuşturucu kaçakçılığı, mültecilerin geleceği, İran destekli grupların faaliyetleri konularına değinmemiş olması, Şam ile gelişen sürecin prematüre olduğu izlenimini veriyor.
Ortadoğu konusunda uzun süredir çalışmalar yapan Emile Hokayem’in, Foreign Affairs’te yayınlanan yazısında, şöyle bir saptama dikkatimi çekti. Paylaşmak isterim…
“Normalleşme Suriye’nin kuzeydoğusundaki Kürt grupların durumunda sorunlar yaratacak, IŞİD’in buradaki etkisini yeniden gündeme getirecek. Esad’ın mültecilerin durumu iyileştirmek için adım atmak istememesi, komşu ülkelerdeki popülist bazı siyasetçilerin, bu konuda saldırgan bir tavır sergilemelerini kolaylaştıracaktır.”
Normalleşmenin, Şam’ın destekçileri Rusya ile İran tarafından nasıl coşku ile karşılandığı ise ortada. Hem Moskova hem Tahran, Esad üzerinden açılacakları Arap Birliği içinde yerlerini güçlendirme fırsatına sırt çevirmeyeceklerdir. Burada Suudi Arabistan ile İran arasındaki turların etkisini de göz ardı etmemek gerekir.
Normalleşme talebi Körfez’den geldi
Normalleşme taleplerini ilk gündeme getiren BAE oldu. 2018’de Esad ile yeniden temas kurulması gerektiği yönünde yaptığı girişimler bir yandan Türkiye’yi kontrol altına almaya çalışırken, Rusya ile olan ilişkileri sıcak tutma gayretini ifade ediyordu. Uman, Bahreyn, Irak, Cezayir bu konuda BAE’yi takip eden ülkelerdi. Ancak yeteri kadar destek gelmemesi ile kayıtsız şartsız dönüş sürecinde aksaklılar oluştu.
Ürdün’ün hayal kırıklığı
Rusya’nın Suriye’nin kuzeyinde giriştiği 2015 – 2016 tarihli saldırıları ile Türkiye’yi kuvvetli bir mülteci akınına maruz bırakan hamlesinin bir benzerinin güneyde gerçekleşmesi ihtimali, Ürdün’ün de Esad’ın geri dönmesine yeşil ışık yakmasına neden oldu. Böylelikle, Rusya’nın Esad’a güneyde denge siyaseti izlemesini telkin edeceği fikri Amman’ın siyasetinin temelini oluşturuyordu.
Ancak Ürdün’ün beklentileri fos çıktı. Ne Suriye’nin güneyine istikrar geldi, ne Rusya bölgesel güvenlik konusunda beklenen desteği verdi, ne de arzu edilen ekonomik canlanma Ürdün için yeterli düzeye erişti. Tam tersine, bölge istikrarsızlığın kucağına itildi: Milyar dolarlara anılan uyuşturucu trafiğinin kaynağı, IŞİD yapılanmasının yeni adresi, İran destekli terör gruplarının İsrail’e giriştikleri saldırıların merkezi oldu. Dolayısı ile Ürdün, önce olduğundan daha fazla bir şekilde, Suriye’deki olaylara açık duruma geldi.
Suudiler de bölgesel güvenlik anlamında rotayı Batı’dan – daha doğru bir deyişle – Washington’dan Moskova ve Pekin’e çevirmeye başladı. Özellikle, ileride gitgide kilit bir rol oynayacak enerji alanında bir yakınlaşma, İran ile geliştirilecek bir müzakere zemini Riyad için kıymet arz etti. Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Salman, bu anlamda ülkesinin dış politikasında giriştiği bu değişiklikler sonucu, Suriye ile olan birikmiş husumete dayalı politikasını gözden geçirmiş olacak ki, Esad’a kapıları aralamış. 19 Mayıs’taki toplantı, başlayan samimiyeti görünür kılmak açısından anlamlı.
Bu arada Ankara – Riyad ekseninde de hareketlenme var. Artık bu ne kadar Türkiye kaynaklı, ne kadar Suudi kaynaklı kestirmek kolay değil. Bin Salman’ın ülkesini bölgesel bir güç haline getirmek için Çin’i arkasına alarak çıktığı yolu doğru değerlendirmek gerek.
Suudi Arabistan’ın Suriye ile yakınlaşması Ürdün, Mısır ve Kuveyt’te temkinli karşılanıyor. Özellikle varlığını ve güvenliğini ABD’ye yaslamış Kuveyt, sürecin kontrolden çıkarcasına hızlı aktığına dikkat çekiyor. Katar’ın da benzer çekinceleri var. Bu ülkelerin fikri, Esad’ın ‘şartsız dönüşünü’ Arap başkentlerinin yenilgisi olarak algılayacağı yönünde.
Ancak bu cılız itirazların sonuca etki etmesi beklenmemeli. Mısır’ın ağır bir ekonomik kriz ile boğuştuğunu ve Körfez ülkelerini karşısına almak istemediğini not edelim. Ürdün de, Mısır gibi ekonomik sıkıntılarla baş etmeye çalışıyor. İsrail’deki politik durum da Amman’ı yoruyor. Kudüs’teki aşırı milliyetçi iktidarın Batı Şeria’yı nasıl etkileyeceği henüz tam belli değilken ve bölgedeki gözlemciler olası bir intifadadan söz ederken, Ürdün için hiçbir şey kolay değil… Dolayısı ile tıpkı Başkan Sisi gibi, Kral Abdullah’ın da körfezi kızdırmak gibi bir lüksü yok.
Buna Katar’ı da eklemek gerek. Körfez İşbirliği Örgütünden uzaklaştırılan, Suudi Arabistan ile, o dönemde İran’a yakınlaştığı gerekçesi ile arası açılan, yıllar sonra ‘affedilen’ Katar’ın da Bin Salman’ın stratejisinden kopması olası değil. Dolayısı ile Suudi Arabistan’ın tabiri yerinde ise, Suriye konusunda hizaya soktuğu ülkeler zinciri bayağı uzun ve kapsamlı.
Suriye’deki Suudi Arabistan elçiliğinin açılmasının hemen ertesinde ilişkilerin büyükelçilik seviyesine çıkartılması, Suudi yetkililerin belki de diğer Arap ülkelerini rahatlatmak için taahhüt ettikleri kademeli iyileştirme sözünü geçersiz kıldı.
Peki Batı buna nasıl bir tepki gösterdi? Washington ve Avrupa Birliği kaynaklı neredeyse hiçbir beyan Suriye konusunu gündeme taşımadı. Batılı liderlerin Arap Birliği ülkeleri liderleri ile yaptıkları görüşmelerden sonra yapılan basın açıklamalarında da konu pek gündeme taşınmadı. Durum böyle olunca, Körfez ülkelerinin kontrolünde Suriye’nin lige dönüş kapısı açıldı.
Aslında ABD 2019’da birliklerinin çoğunu bölgeden çekmeseydi ve Rusya Esad rejimini ‘kurtarmak’ için buraya askeri yığınak yapmasaydı, Suudi Arabistan ve ekibinin tercihi bu yönde olmayabilirdi. Trump’ın geri manevrası ile yaratılan vakumun şöyle veya böyle Türkiye ve İran tarafından doldurulması, İran’ın Suriye’deki Rus varlığına onay vermesi ile oluşan durum, Arap Birliği için iticiydi.
Bütün bunlar bir yana batılı ülkelerin Esad’ın rehabilitasyonuna kırmızı ışık yakacağını düşünmek olası değil. ABD, AB ve/veya NATO’nun Ukrayna’da hüküm süren savaşa kısa devre yapacak hiçbir girişimi gündemine alması beklenmiyor. Ayrıca, bu ülkelerin hiçbiri körfez ülkeleri ile ilişkilerinin bozulmasını da arzu etmiyor.
İsrail ile İbrahim Anlaşmalarına imza atan BAE ve Bahreyn, buna yeşil ışık yakan Umman, Mısır, Ürdün… Onları izleyen Fas ve tarihinde ilk kez İsrail ile görüşme kanallarını açan Suudi Arabistan’ın, Esad’ı bir şekilde toparlayacakları savını öne sürmek mümkün. Çin üzerinden Tahran ile görüşme masasında önemli adımlar atan Riyad’dan beklenti, belki de İran’ı Suriye’den bir nebze uzak tutmak olabilir. Gerçi molla rejimi bu topraklardaki varlığını Hizbullah üzerinden götürüyor. Dolaylı olarak silah ve lojistik destek verdiği örgütün İsrail’e saldırılar planladığı, buna karşılık İsrail’in Suriye’nin güneyinde konuşlanan bu oluşumlara karşı harekat geliştirdiği de malum.
Elbette ki Suudi Arabistan ve diğerlerinin Esad’a telkinlerinin topraklarının İsrail’e karşı bir saldırı üssü olmasını engellemek yönünde olması gerçekçi bir beklenti olamaz. Dolayısı ile İsrail’in gerekli gördükçe buradaki İran destekli odaklara müdahale etmesi kendi güvenliği açısından doğal bir sonuç olarak kabul edilebilir.
Türkiye’nin iki eksenli politikası
Bu arada Türkiye’nin iki eksenli gelişen politikası nereye varacak? Bir yandan kuzeydoğu Suriye’deki Kürt gruplarının egemen olmalarının önüne geçmek, onların yerine Ankara tarafından desteklenen Suni grupların etkin kılınması, öte yandan sınırlar içindeki mültecilerin toplum mühendisliğine araç edilmesi konusu, seçim sathında üzerinde görüş belirtilen önemli konulardan biri oldu. Ankara, artık Esad’ın iktidardan uzaklaştırılması söylemini terk etti. ‘Himayesine’ aldığı mültecilerin geri gönderilmesi mevzuu da öyle anlaşılıyor ki seçimin sonucuna göre, şimdilik rafa kaldırıldı. Zaten Esad da onları geri almak için ölmüyor. Alan memnun veren memnun durumu! Bu durumda, Ankara’nın sınırlarından uzakta gelişen olaylara – en azından şimdilik – sessiz kalması, Şam’ın Arap Birliğine davet edilmesi konusunda cılız tepki vermesi / hatta tepki vermemesi, anlaşılabilir bir durum olacak.
Kartların sık sık yeniden dağıtıldığı bölgede Ankara konumunu nasıl değerlendirecek? ABD, bölgedeki ağırlığını yeniden hissettirecek mi? Çin’in etki anlamında ABD’nin yerine mi göz dikti? Ukrayna’da yara alan Rusya karizmasını kurtarmak için nasıl adımlar atacak?
İlginç ancak bir o kadar sorunlu günlerin bizleri beklediğini söylemek çok da yanlış olmaz.