Djerba´nın ardından… Birlikte varoluşu simgeleyen bir yer nasıl bu kadar çabuk terörün yeri oldu?
Tunus'taki er - Riadh olarak da bilinen Hara Seghira Yahudi köyünde bulunan El Ghriba Sinagogu, geçtiğimiz haftalarda maalesef bir saldırıya maruz kaldı. 10 Mayıs’ta gerçekleşen bu saldırı, sinagogda yapılan yıllık hac ritüeli (pilgrimage) esnasında gerçekleşti ve Lag BaOmer gününe denk geldi. Ne kadar acıdır ki bu saldırı, o gün orada bulunan katılımcı ve güvenlik görevlilerinden altı kişinin ölümüyle sonuçlandı. İçişleri Bakanlığı’nın sağladığı bilgiye göre, saldırı, Djerba/Cerbe'deki bir deniz tesisinde, ulusal düzeyde çalışan bir memur tarafından düzenlendi. Bu da fazlasıyla manidar. Saldırgan, sinagogu hedef almadan önce donanmadaki bir meslektaşını öldürdü ve cephanesini ele geçirdi. Sinagogun yakınında bulunan güvenlik birimlerine gelişigüzel ateş ederek öldürdüklerinin yanı sıra, yaralanmalara da yol açtı. Hac ziyaretini organize eden Tunus'un eski Turizm Bakanı Rene Trabelsi, ölen iki kuzeninin sinagogun dışındaki bir otobüsün arkasına saklanmaya çalıştığını söyledi. "Silah seslerini duyduk ve bunun bir saldırıyla ilgili olduğunu anladık" dedi ve çatışma başladığında ailesiyle birlikte sinagogun içinde olduğunu sözlerine ekledi. Saldırgan daha sonra güvenlik güçleri tarafından vurularak öldürüldü.
ABD'nin Tunus Büyükelçisi Joey Hood ve tarihçi Deborah Lipstadt, terör saldırısı öncesinde Ghriba’da düzenlenen kutlamalara katılmıştı.
Tunus, Kuzey Afrika'nın en büyük Yahudi toplumlarından biri ve bununla birlikte Yahudi ve Arapların barışçıl bir şekilde birlikte barınabildikleri ülkelerden biri olarak görülüyor. Yerel Yahudi halkı, Arapça konuşan Müslüman komşularıyla yan yana ve göreli bir şekilde uyum içinde çalışıyor. Bu durum göz önünde bulundurulduğunda, bu tip olayların gerçekleşmesi nadir olarak görülür. Fakat buna rağmen, El Ghriba Sinagogunun başından buna benzer birçok saldırı geçti. 1985 ve 2002 yıllarında yapılan saldırılar da sinagogun tarihçesinde yaralar bırakmış durumda. 2002’deki intihar kamyonu 21 kişinin ölümüne yol açan bir saldırıydı. 2002’den sonra daha sıkı güvenlik önlemlerine rağmen 2023’deki nefretin önüne geçmekte yeterli olmadığını görüyoruz.
Her şeye rağmen bu tarz olayların ardından toplumların birlik içinde olduğunu, direndiğini gözlemlemek mümkün. Buna örnek olarak saldırı sonrası gerçekleşen sünneti/brit milayı ve 2015’te Paris’te kaşer markette öldürülen Yoav Hattab ve diğer kurbanlar anısına, Tunus’ta teröre karşı beraber yürüyen Müslümanlar ve Yahudilerini gösterebiliriz.
El Ghriba Sinagogu, Nisan 12, 2002. (Hassane Dridi / AP)
Tunus ve Kuzey Afrikalı Yahudi toplumu için gözler önünde bulunan, El Ghriba Sinagogu’nun tarihçesi neler barındırıyor?
Bu konuya göz atmadan önce sinagogun isminin, yani Ghriba kelimesinin anlamını incelemek iyi bir başlangıç olabilir. Ghriba, Arapçada yabancı, garip anlamına geliyor. Bir yandan da ‘ayrıcalıklı’ olarak anlamlandırılabilen bir bağlama da sahip. Sinagogun tarihçesine bakıldığında ise bu kelimenin aslında gayet uygun bir tanım olduğu anlaşılabiliyor.
Tarihi El Ghriba Sinagogu, Kuzey Afrika’nın en büyük adası olan Djerba’da (Cerbe Adası) bulunuyor ve adadaki Yahudi toplumunun merkezi olarak öngörülüyor. Tunus'un ve Afrika kıtasının en büyük sinagogu olarak yer alıyor.
En büyük özelliklerinden birisi ise, Yahudilik için önem teşkil eden Süleyman Mabedi'nin veya diğer adıyla ‘İlk Mabed'in yıkımından sonra, Mabed'in kapısının ve taşlarının El Ghriba Sinagogunun mimarisine dâhil edilmesi ve bu yapıların hâlâ orada olması. Çok sayıda Tunus Yahudilerine ev sahipliği yapan El Ghriba Sinagogu, yaklaşık 1.900 yıl öncesine ait olduğuna inanılan bu Yahudi tapınağının bulunduğu yere inşa edilmiştir.
Efsaneye göre sinagogun inşası, Süleyman Tapınağının MÖ 586 yılında Nebukadnezar yönetimindeki Babilliler tarafından yıkılmasının ardından Baş Kohenlerin kaçışına (ya da alternatif olarak İkinci Tapınağın MS 70 yılında yıkılmasına) kadar uzanmaktadır.
‘From Djerba to Jerusalem: The Extraordinary Story of Rebbetzin Shulamit Bitton-Blau’ adlı biyografiye göre, topluluğun yaklaşık yüzde 80'i Kohenlerin soyundan geldiği için bu benzersiz topluluğa ‘Kohanim Adası’ adı verilmiştir. Aynı zamanda kitaba göre, Süleyman Mabedinin yıkılmasının ardından, baş Kohen Tzadok, Kohanim arkadaşlarıyla birlikte bu uzak adaya kaçtı ve oraya yerleşti. Mabed'in bahsedilen taşları ve kapısını da bu sırada sinagoga dâhil ettiler. Bu sebepten dolayı diaspora için de sinagog, ‘tek ve yalnız barınak’ olarak anılıyor.
Bir başka efsane ise, El Ghriba Sinagogunun yalnızlık içinde yaşayan, etrafındaki kutsallık sebebiyle kimsenin yaklaşmaya cesaret edemediği ve diğerleri tarafından kabul edilmeyen genç bir kızın (ghriba, ‘yalnız olan’) yaşadığı yere yakın bir yere kurulduğunu söylüyor. Genç kadının ateşle büyü yaptığını düşünen Yahudi halkı daha sonrasında kendisinin ölmüş olduğunu görüyor fakat ateşle hiçbir şekilde yanmadığını fark ediyor. Bu sebeple genç kadının bir aziz olduğunu kabul edip bunun uğruna bu sinagogu inşa ediyorlar. Kızın bozulmamış bedeni yakındaki köyün Yahudileri tarafından bulunarak Lag BaOmer'de yıllık hac ziyaretinin yapıldığı bir mağaraya gömülmüştür.
El Ghriba Sinagoguna dönen Lag Ba'Omer alayı, 2007
Şimdiki modern yerli Yahudi halkı ise kıyafetleri tarafından ayırt edilebilen bir hale gelmiş durumdalar. Özellikle bacak kısmında giydikleri siyah bir bant dikkat çekiyor. Bu bant yok olan ve parçalarının buraya taşındığı, Süleyman Mabedine bir gönderme olarak kullanılıyor.
Djerba'da, İsrailli nüfusunun küçük serpintileri gözlemlenirken, Levilerin yokluğu şaşırtıcı görünebilir. Geleneğe göre yoklukları, İkinci Tapınak inşa edildikten sonra İsrail'e dönmeyi reddetmelerinin bir sonucu olarak görülüyor. Seyahat yazarı Ari Greenspan'ın ‘The Jews of Djerba’ makalesinde, peygamber Ezra'nın geri dönmeyi reddettiklerini duyduğunda onları lanetlediğini ve oradaki Levilerin yıl boyunca orada yaşamayacaklarını söylediğini belirtiyor.
Yaşayan topluluğa baktığımızda ise halkın 2500 senelik bir tarihçeye sahip olduğu görülüyor. Topluluğun mesleki durumuna bakıldığında ise, çoğu erkek, mavi yakalı işler alarak, zanaatkâr, kuyumcu, dükkân sahibi ve pazarda satıcı olarak çalışarak büyük ölçüde kendi kendine yeten bu topluluğa katkıda bulunuyor. Halkın kendi kültürü ise pek değişkenlik göstermemiş gibi duruyor. 2500 yıl sonra bile hâlâ kendilerine ait evlilik gelenekleri, eğitim sistemleri ve kaşerut adetleri ilk kurulduğundan beri aynı kalmış ve hâlâ uygulanıyor.
Ne yazık ki burada hâlâ bulunan Yahudi halkının geleceği fazlasıyla belirsiz. Zamanında Yahudi demografik varlığın 100 bin kişiye kadar çıktığı dönemlerin, artık sadece 1000 kişide kaldığını ve bu sayının birkaç aileden oluştuğunu görüyoruz. Birçok ailenin ve bireyin Fransa ve İsrail'e göçlerini gerçekleştirdikleri biliniyor, bu sebeple bu sayı da zamanla hızlı bir düşüşe uğramış durumda. Turistler için de aslında çok görkemli bir nokta olan El Ghriba Sinagogunun, maalesef bu ay ve 2002'de yaşanan saldırılardan sonra rağbet görmekte zorlandığı da görülüyor. Terör ve sosyal kalkınma bu duruma etki eden iki ana neden. Aynı zamanda bu durum turizme güvenen yerel halkın da ekonomisini de olumsuz etkiliyor.
Aslında bütün bunları toparladığımızda El Ghriba Sinagogunun ve Djerba'nın, Yahudi halkı ve dünya için ne kadar eşsiz bir tarihçeyi sembolize eden noktalar olduğunu görmek mümkün. Dünyada bulunan birçok yer gibi, yakın geçmişte sinagog ve Djerba antisemit olaylara maruz kalmayı sürdürse de, eşi benzeri olmayan bir tarihin, halkın, kültür ve geleneklerin bir göstergesi olarak bilinmeye devam ediyor. Bu kültürel mirasın devamlılığında payı olan etkenlerin yerel halk ve belirli dönemlerde oraya ziyaretlerini gerçekleştiren insanlar için en iyi şekilde olmasını diliyorum.
Bu bağlamda belki de kendimize soracağımız ve cevabını bulmakta zorlandığım soru ‘Bu olayların sonu gelecek mi?’ Umut etmek, nefretin karşısında güçlü, dayanıklı durabilmek ve bunu devamlı yapabilmek sürdürülebilir bir düzen mi?