Boston College´da akademisyen, yazar Elizabeth Graver, İstanbul´da Sefarad Yahudi´si bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen ve çalkantılı uzun hayatının rengarenk yolcusu büyükanne Rebecca née Cohen Baruch Levy´den esinlenerek yazdığı son romanı ´Kantika´ ile dört ülkede geçen çok kuşaklı bir aile destanını anlatıyor.
Bu roman şarkı söylüyor
Ladino dilinde şarkı anlamına gelen ‘Kantika’ romanı satırlarıyla şarkı söylüyor. Romanında ağıt ve kutlamayı korumaya yönelik titiz çabaları fark edilen Elizabeth Graver göçün asla tek yönlü bir sokak olmadığı görüşünde. Kantika bir yandan göçmen hikayesi bir yandan da bir kahramanın yolculuğu olarak değerlendirilebiliyor. Yazar Graver’in yarattığı nitelikli karakterlerin başında gelen “boyun eğmez büyükanne” Rebecca’nın farklı dünyalar arasındaki seyahatlerini ve hayatları yeniden şekillendirmenin yollarını buluşunu muhteşem detaylarıyla anlatması destansı bir aile hikayesi yaratıyor.
Kayıp bir zaman ve yer ruhlarla buluşuyor
Graver ‘Kantika’da kayıp bir dünyanın güzel, etkileyici ve son derece eğlendirici bir çağrışımını aile tarihine bir romancı gözüyle bakarak ve bir şair empatisiyle yaklaşarak ete kemiğe büründürüyor. Sefarad bir ailenin tarihinin nasıl “tarih” olduğuna okuyucuyu şahit tutuyor. İlk sayfasından itibaren unutulmaz bir ailenin göçlerine kapılıp sürükleniyorsunuz.
Yuva hangisi, eskisi mi yenisi mi?
Tarihi ayrıntılarla zenginleştirilmiş Kantika, zorla yerinden edilmeyi, yine yeniden icat edebilmeyi, zafer kazandıran bir şifalanmayı, büyük ve sınırları aşan bir aile destanı içerisinde ilmek ilmek dokuyor. Bu romanda, kıtalar ve kültürler arasında müzik, ritüel ve zorluklarla dolu hayatlar anlatılıyor. Yazar, “Gerçek, kurgu, araştırma, rüyalar, metinler, fotoğraflar, ses kayıtları, gerçek isimler, uydurma isimler, büyükannesi ve kendisi arasında bir doğaçlama” yaratıyor. Eski ve yeni yuva özlemini merkeze oturtan roman samimi bir şekilde hayal ettirip lirik bir üslupla zihinlere akıyor.
Etnik-dini kimliğini gizleme zorunluluğu
Kantika'nın cesur başkahramanı Rebecca née Cohen Baruch Levy, 20. yüzyılın başlarında İstanbul'da yaşayan seçkin bir Sefarad Yahudi ailesden geliyor. Cumhuriyetin kurulması ve ardından Cohen'lerin servetinin kaybedilmesi, onları İspanya'ya taşınmaya zorlayarak hayatlarını büyük ölçüde değiştiriyor. Rebecca, Yahudileri dört yüzyıl önce sürgüne göndermiş ve onlara hâlâ düşman olan bir ülkede etnik-dini kimliğini gizleyip terzi olarak çalışırken başarısız bir evliliğe katlanıyor. Yolculuğu onu ikinci bir evlilik için Küba'ya, ardından New York'a götürüyor ve Rebecca, engelli üvey kızını büyütme ve güçlendirme görevini üstleniyor.
Çok rollü kadınların azmi ve dayanıklılığı
Rebecca'nın kişisel ve ailevi kimliği üzerine kafa yorarken Kantika, satırları boyunca karşılaştığı ve işlediği çeşitli manzaraları, yıllar içinde Ladinodan Kastilyacaya, İbraniceden İngilizceye çeşitli dil ve kültürlerden öğelerle doldurup gelecek nesillere aktarıyor. Ladino dilinde şarkı anlamına gelen Kantika’da müzik öne çıkıyor. Yazar Elizabeth Graver Rebecca'nın öyküsünü çok sayıda rolü üstlenen kadınların azim ve dayanıklılığıyla ilgili evrensel bir bağlama oturtuyor.
Röportajlardan kurguya giden yol
Başlangıçta kitabı hazırlamak Elizabeth Graver için birçok açıdan karmaşık görünmüş. İlham Kantika’daki Rebecca'nın adaşı ve kitabın dört ana coğrafi ortamı da dahil olmak üzere hayatı çok benzer bir yol izleyen büyükannesi Rebecca née Cohen Baruch Levy ile yaptığı röportajlardan geliyor. Ancak Graver'ın yazmaya başladığı hikâye belirsiz bir bölgede sona eriyor. Soru şu: 'Bu roman kurgu mu, değil mi?
Yazar kurgusal olmayan bir çalışma yapmak için gerekli bilgiye veya ayrıntılara sahip olmadığını ama yine de kitabında, büyükannesinin yaşamının kurgusal olmayan yönlerini de yazılarına dahil ettiğini ifade ediyor. Bir noktada, anlattığı sadece büyükannesinin hikayesi ya da kendi versiyonu olmuyor. Graver, atalarından ilham aldığı karakterlerinin bilincinde de yaşamaya ve yaşatmaya başlıyor. Yazar bu konuda şunları söylüyor: “Nasıl sınıflandırılırsa sınıflandırılsın, umarım Amerika'da özellikle kurmacada pek araştırılmamış Sefarad deneyimine ışık tutar. Ladino repertuarına sahip müzisyenlerin yanı sıra Sefarad yaşamının tarihçileriyle büyüleyici sohbetler yaptım. Projenin disiplinler arası olması bir zevkti. Bir kitabı bitirmek her zaman duygusal bir deneyimdir.”
İkilem yaşayan ‘öteki’
Elizabeth Graver'ın büyükannesinin 20. yüzyıldaki göçlerinden ilham alarak yazdığı yeni romanı Kantika, kıtalar ve kültürler arasında müzik, ritüel ve zorluklarla dolu hayatları anlatıyor.Top of FormBottom of Form Romancı Viet Thanh Nguyen, mülteci ebeveynlerinden bir keresinde ‘öteki’ olarak sınıflandırılan herkesin olağan ikilemini yaşadığını gözlemlediğini söylüyor. “Aykırılık veya belki de tutarsızlık içinde var olan ‘öteki’ ya görünmezdir ya da çok fazla görünürdür, ama nadiren sadece görünürdür.” Mülteci, göçmen ve yabancı duruşu romanın kahramanında ya aşırıya kaçıyor ya da ağrılı bir başparmak gibi göz önünde duruyor. Elizabeth Graver'ın beşinci romanı ‘Kantika’, 20. yüzyılın başlarındaki bir Osmanlı Yahudi ailesinin Konstantinopolis'ten Barselona, Havana ve sonunda New York'a göçünün öyküsü aracılığıyla bu ikilemi hayata geçiriyor.
Antisemitizm hayaletlerinin musallat olmadığı ülke
Roman, Amerika’ya göçmen olarak gelen Yahudi bir ailenin çocuğu yazar Henry Roth’dan (1906-1995) yine Yahudi kökenli Amerikalı yazar Philip Roth’a (1933-2018) uzanan o aşılması zor çizgide Amerika'da Aşkenaz Yahudilerinden daha az göze çarpan Sefaradların edebi profilini yükseltiyor. Büyük ölçüde anneannesi Rebecca'dan esinlenen Graver, yaklaşık yarım asırdır mikro kasetlere kaydedilen aile röportajlarını, fotoğrafları ve hikayeleri elden geçirip stilize ederek tarihsel kurguya dönüştürüyor. Kaçınılmaz olarak, yuvanın ne ve nerede olduğu sorularından yola çıkan Kantika, Avrupa antisemitizminin hayaletlerinin nispeten musallat olmadığı bir ülke olarak Amerika'nın putlaştırılmasına kadar olan bir süreçte Yahudi göçmen edebiyatı mecazlarına dayanıyor. Graver, müzik, annelik ve engellilik merceğinden süzülen kadınların dayanıklılığıyla da aynı derecede ilgileniyor.
Gefilte balığınızı nasıl yediğinizi söyleyin, size kim olduğunuzu söyleyelim
Öncelikle yüzyılın başındaki Konstantinopolis'te hayatları canlı, hatta pitoresk* görünen kozmopolit, varlıklı Türk Yahudileri Cohen'lerle tanıştırılıyoruz. Alberto ve Sultana, etnik olarak karışık Fener mahallesinde bir tepenin üzerinde yaşıyor; güller, çiğdemler, sümbüllerle dolu bir bahçeyle ilgileniyorlar. Kızları Rebecca, Yunan diplomatların kızlarıyla dostluk kuruyor ve bir Fransız Katolik okuluna devam ediyor; Ermeni hizmetçi, yemeklerini sevgiyle sunuyor. Yaratılış’ta balıkların ‘verimli olması, çoğalması ve denizlerdeki suları doldurması’ emri ile Şabat yemeklerinde balık servisinin altı çiziliyor. Şabat Günü Talmud'da yemek pişirmenin yanı sıra kemikleri etten ayırmak da yasaklandığı için bir gün önceden hazırlanan, soğuk veya oda sıcaklığında servis edilen “gefilte balığı” Şabat yemeğinin temel gıda maddesi olarak masalarda yerini alıyor. II. Dünya Savaşı sonrası gefilte balığı yapma yöntemi ile ticari olarak önceden hazırlanmış balık kekleri köfteler veya toplar üretiliyor, teneke kutularda ya da cam kavanozlarda balık suyundan yapılan jöleler içinde satılıyor. 1960'ların ortalarında Yidiş dilbilimci Marvin Herzog dilbilimsel ayrımın, tatlıya karşı tuzlu gefilte balık tercihleri çizgisini takip ettiğini, kuzeyi, güneyi, doğu Yidiş'ten ayıran sınırın bu nedenle ‘Gefilte Balık Hattı’ olarak adlandırıldığını belirtiyor. Başlarda, Graver'ın romandaki anlatıcısı alaycı bir şekilde, Sefaradları Yahudiliğin daha renkli bir kolu olarak belirleyen Yahudiler arası kültürel bölünmeye atıfta bulunuyor. Rebecca yaşamının ilerleyen dönemlerinde Şabat'ı kendileri için kutsal sayan Yahudilerle karşılaşıyor ve önemsenenleri şöyle sıralıyor: “Şurupta kayısı yok ya da kanlı incileriyle narlar, sadece jölede titreyen gefilte balıkları.”
Eski Dünya'dan Vaat Edilen Topraklara giden tek yönlü düpedüz bir yol
Alberto'nun babasının gömüldüğü, bahçesinin olduğu, doğdukları yer Türkiye (muhtemelen Graver tarafından biraz romantikleştiriliyor), Cohenlere ev sahipliği yapmaya devam etse de çok ırklı, çok mezhepli Osmanlı dünyası kısa sürede çöküyor ve yerini bürokratik bir Türk milliyetçiliği alıyor. Osmanlı İmparatorluğu 1492'den sonra çok sayıda İberyalı Yahudi sürgünü memnuniyetle karşıladıysa da bazı Osmanlı Yahudileri 20. yüzyılda zorunlu askerlikten kaçınmak, daha iyi fırsatlar aramak için ülkeyi terk etmeye başlıyor.
Türk hükümeti Alberto'nun tekstil fabrikasına el koyduktan sonra, o da iflas etmiş aileyi Yahudi Mülteci Yardım Komitesi'nin yardımıyla Barselona'ya taşıyor. 400 yıl önce atalarını sürgüne gönderen ülkeye geri dönme konusunda kararsız olan aile, İspanya'da bir koruma biçimi olarak görünmezliğe güvenmek zorunda kalıyor. Şair Judah Halevi'ye düşkün, rakı içen iş adamı Alberto, küçük, fark edilmeyen bir sinagogun mütevazı bir hademesi ya da bakıcısı oluyor. Alberto, gerçek köklerinin gitmesine izin vermeksizin İspanya'ya yanında bir bavul dolusu toprak ve Türk bahçesinden çiçek soğanları getiriyor. Rebecca bir Sefarad Yahudi’si ile evleniyor ve iki oğlu oluyor. Yahudiliğini gizlemek zorunda kalıyor ve terzi olarak çalışmak için -Parisli bir soyağacına sahip gerçek bir boş sayfa olan- Marie Blanko Camayor kılığına giriyor. Daha sonra faşist olacak bir film yapımcısı, İspanyolları yurtdışındaki yarım milyon İspanyol Yahudi’sinin ulusal hazinesi hakkında bilgilendirmek için yaptığı “küçük filminde” aileyi otantik Sefarad özelliklerine sahip örnekler olarak görünmeye zorluyor. Graver'ın öngörüsü göçü asla Eski Dünya'dan Vaat Edilen Topraklara giden tek yönlü düpedüz bir yol olarak göstermiyor; aksine karakterleri zikzak çiziyor, şüphe duyuyor, onları şekillendiren yerleri hatırlıyor ve geçmişe gidiyor.
Erken çiçeklenen saflığın, güçlü bir kararlılığa dönüşümü
Rebecca, hardal gazı solumaktan bilişsel sorunlar yaşayan, ilgisiz bir baba olan kocasını aramak için kısa bir süreliğine Türkiye'ye dönüyor ancak onu ölü buluyor. Kız kardeşi, Amerika'ya girmeyi umarak Küba'ya göç ediyor ve Rebecca, sonunda Queens'e inmeden önce, Amerikan vatandaşlığına sahip daha güvenilir bir ortak olan ikinci kocasıyla evlenmek için Küba'da kalıyor. Graver, tüm karakterlerinin olmasa da birçoğunun bilincine özgürce girerek onların batıl inançlarını, başarısızlıklarını ve başarılarını yönlendiriyor. Roman, ağırlıklı olarak, erken çiçeklenen saflığı güçlü iradeli bir kararlılığa dönüşen Rebecca'ya odaklanıyor. “Ben çocuk değilim baba. Kendimden başka kimseye ait değilim” diye kendini ifade ediyor genç hali, ama yaşlı hali ona ihtiyacı olan birçok kişiye ait olduğunu biliyor.
İkinci evliliğinden olan çocukları da dahil olmak üzere altı çocuk annesi olması onun direncini azaltmayan bir başarı olarak görülüyor. Orta yaşa geldiğinde, “daha fazla gevezelik, daha fazla kucaklaşma, daha fazla kahkaha ve özellikle onun yaşında altı çocuk annesi bir kadın için -tuhaf mı ki- daha fazla oyun” istiyor.
Kulağa peri masalı gelen ninniler
Sefarad Yahudilerinin geleneksel olarak hem ilaç olarak hem de nazardan korunmak için bir tılsım gibi kullandıkları rue olarak da bilinen bir bitki olan ruda'ya romanda baştan sona botanik referanslar serpiştiriliyor. Ladino'da (veya Judeo-İspanyolca'da) "şarkı" anlamına gelen sıfatına sadık olarak, Graver'ın romanı da müzikle iç içe duruyor. Rebecca'nın parmaklarının ucunda İspanyolca, İbranice ve Ladino şarkıların yanı sıra çocuklarına hem onları muhafaza etmek hem de kültürel mirasını aktarmak için söylediği Türkçe ninnilerden oluşan geniş bir repertuvar bulunuyor. Zaman zaman, bu coşkulu müzikalite çok ileri gidiyor ve kulağa bir peri masalı gibi geliyor. Bilgilendirici anlatım bazen bunaltıcı olabiliyor, romanın daha sonra Rebecca'nın İkinci Dünya Savaşı sırasında U.S.S. Franklin uçak gemisine atanan oğlu David üzerine yön değiştirmesi gibi… Graver'ın Rebecca'nın engelli üvey kızı Luna Levy'nin zihninde şefkatle ve mizahi bir şekilde yer edinme yeteneği, Kantika’yı özelleştiriyor.
Ahmlunalevy pleeezedtameeyoooo!
Graver, göçmen anlatılarındaki ekonomik iyileştirme motifini, Rebecca'nın Luna’yı iyileştirme konusundaki ısrarlı tutumuyla yer değiştirtiyor. Serebral palsi hastası Luna’ya Rebecca kendi ayakları üzerinde durmayı öğretmek için ısrarlı ve başarılı bir kararlılık gösteriyor. Yeni anne Luna’ya işkence ediyor gibi görünüyor. Halbuki Rebecca’nın sert sevgisi bir gerçeği barındırıyor. Luna kısa bir süre sonra aşırı fark edilir hale geliyor ve babasının Queens'teki dükkânında herkesi neşeyle şöyle selamlıyor: “Ahmlunalevy pleeezedtameeyoooo!” Kişisel konuşmaya gösterilen bu özen Kantika’nın diller, aksanlar ve lehçelerden oluşan kaleydoskopunun altını çiziyor. Yazar Graver, Ladino, Türkçe, Fransızca, Kastilya Dili, Katalanca, İbranice ve İngilizce parçalarını Rebecca'nın el dikişli elbiselerinden biri gibi bir araya getiriyor. Okuyucuyu kaybetmemek için işlevsel bir şekilde tercüme edilen bu parçalar, Graver'ın kurgusunu zenginleştirirken aynı zamanda ana sorulardan birinin de altını çiziyor: Bir dilin yuva yerine geçip geçemeyeceği. Kantika bu soruya olumlu cevap veriyor.
Aman sen de boşver!
Rebecca'nın söylediği bir Ladino şarkısındaki ‘aman’ kelimesi karşısında kafası karışan kocası Sam ve kızı Suzanne kitaplara başvurarak anlamını öğrenmeye çalışıyor. Halk kütüphanesinden bunun Türkçe ve Yunanca ‘vay benim’, Arapça ‘güvenlik’ anlamına geldiğini keşfediyorlar. İbranice ‘inanmak’ ile karşılaştırılabileceğini de düşünüyorlar ama eve gelip Rebecca'ya söylediklerinde, Rebecca gözlerini devirerek “boş ver” diyor. Bunun ‘aman’ anlamına geldiğini söylüyor. Onlar da boş verip tercüme etmeden bırakıyorlar. Romanın sonunda hafif trajik bir not su yüzüne çıkıyor. ABD'deki hayatları yükselirken, Rebecca'nın Amerika doğumlu çocukları yalnızca ‘mutfak çeşidi’ Ladino'yu oluşturabiliyorlar.
Kantika’nın titiz çabası
Kantika, Yidiş gibi artık tehlikede olan bir dili korumaya yönelik bir iyi niyetli duruş oluşturuyor. “Oueens kesinlikle bir Fener değildir, İngilizce Ladino değildir ve Rebecca'nın gelişen bezelye ve ayçiçeği bahçesi, kaybettiği ebeveynlerinin yerini alamaz.” Pollyannavari bir Yeni Dünya başarısı hikayesi anlatmıyor Kantika, bir ailenin anılarını hem bir ağıtı hem de bir kutlamayı korumaya yönelik titiz bir çaba gösteriyor. Metropolitan Books tarafından yayınlanan Kantika’nın, Almanca ve Türkçe baskılarının yakında çıkacağı söyleniyor.