Ceki Celardin, mühendisliği ve başarılı bir iş hayatını geride bırakıp cesaretle rotasını sanata çeviren bir isim. Celardin, 25 yıldır yaşadığı dünyanın en kaotik, beton yığını şehirlerinden biri olan New York´ta, kentin ve yaşadığımız hızlı çağın aksine renklere, yalınlığa dikkat çeken fotoğraflar çekmeyi başarmış. Sanatçı geçtiğimiz günlerde, kendi deyimiyle, hayatına yön vermiş iki şehirden biri olan İstanbul´da, bu fotoğraflardan oluşan ´Mutluluk Yanılsaması/ Illusion of Happiness´ başlıklı ilk solo sergisini açtı.
Küratörlüğünü Nilhan Sesalan'ın üstlendiği, Karaköy Kurşunlu Han - Arthan Galeri’deki sergi, 24 Haziran'a dek sanatseverleri konuk etmeye devam ediyor. Kurşunlu Han,1544-1550 yılları arasında inşa edilmiş, şehre ticaret için gelenlerin konakladığı kervansaray tarzı, iki katlı bir han. Sergide yer alan dijital basılmış fotoğraflar, sizi mekânın tarihi ve günümüz sanatı arasında renkli bir yolculuğa çıkartacak. Mekânın büyüleyici kocaman pencerelerinden dışarıya bakarken ister istemez siz de kendinize Ceki Celardin’in sorduğu soruyu soracaksınız: “İçeriden dışarıya mı bakıyoruz? Yoksa dışarıdan içeriye mi?”
Okuyucularımıza kendinizden söz eder misiniz?
İzmir’de doğdum, sonradan İstanbul’a geldim; Boğaziçi Üniversitesinden kimya mühendisi olarak mezun oldum. Ardından Amerika’ya yerleşerek yüksek kimya mühendisliği okudum. 1998’den beri New York’ta yaşıyor ve çalışıyorum. Fotoğraf benim için her zaman bir hobiydi ama zaman içerisinde gitgide bir uğraş haline geldi. Çocukluğumdan beri renklerle hep çok ilgilenirdim. Zaman içerisinde renklerin ön planda olduğu, mühendislik gözüyle fotoğraf çekmeye başladım. 2019’dan şimdiye kadar çektiğim fotoğrafları ise ilk defa İstanbul’da gösterime sundum.
Mühendislikten fotoğrafçılığa uzanan bir süreciniz var, bu yola nasıl yöneldiniz?
Küçüklüğümden beri fotoğraf ve renklere çok ilgim vardı, maalesef yetiştirilişimizden olsa gerek mühendissen sadece onu yapman ya da başka bir mesleğin varsa ona sadık kalman gerekir hisleriyle kendimi hiç açmadım fotoğrafa. COVID zamanında yaşadığım yalnızlık ve çok sevdiğim annemi kaybettikten sonra düştüğüm boşluk, bana hayatta zevk aldığım şeyleri yapmam gerektiğini hatırlattı. Onun üzerine fotoğraf dersleri aldım; çok sevdiğim ve zamanın nasıl geçtiğini anlamadığım tek iş fotoğraf çekmek oldu. Bu yüzden radikal bir karar alarak fotoğrafçılığa başladım, çok da memnunum yaptığım için. Şu anda mühendislik yapmıyorum, diplomalarım gayet güzel çerçeveli bir şekilde duruyor.
Aynı zamanda renk bilimi okuduğunuzu biliyorum. Renk bilimi nedir?
Aslında en basitinden her hissin bir rengi var. Bu konuda biraz okursanız bütün hissettiklerimizin bir renkle açıklanabileceğini ya da gördüğünüz renklerin sizde her zaman o duyguyu uyandırdığını anlayabilirsiniz. Renk bilimini incelemek tekstille ilgili geçmişimde bir gereksinimdi çünkü renkleri okuyabilmek, minik renk örneklerini (lab dip) imalatçılara yollamak ve teyit etmek lazımdır. Resmen bir büyüteçle inceler gibi bakıp, onun ışıkta yansımasıyla içinde kaç renk olduğu ya da bu tondan daha koyu veya daha açığa gitmeniz gerektiğini imalatçıya söylemeniz gerekiyor. Bunu anlayabilmek için de renk bilimini bilmek lazım.
Peki, işiniz dışında renk sizin için ne demek?
Benim için renk, koyu bir yerde bir patlamayı görmek ya da çok üzüntülü bir anda bir ümit olduğunu hatırlatan bir şey; benim için renk hep bir duygu…
Fotoğraflarınızda, şu an yaşadığımız karmaşık ve kapitalist dünyada artık çok uzağına düştüğümüz bir naiflik var; bu bilinçli bir tercih mi?
Ben her şeyde, mühendis gözüyle baktığım için, kesinlikle bir düzen ve simetri ararım, ama bu sergimde bundan ziyade özellikle küratörümün katkısı büyük, kendisi beni çok yönlendirdi. Birçok eserimi gördükten sonra, “Burada bir ışık var, burada bir mutluluk haberi var, insanlara bir dakika durmayın, her şey hâlâ bitmedi, en ufak şeyde güzelliği görebilme şansımız var hissini uyandırdığı için bunlarda duralım” dedi.
Peki, diğer fotoğraflarınızı nasıl tanımlarsınız?
Diğer fotoğraflarımda da hep göz kırpan, beklenmedik ya da sizi eskiye götürecek, küçüklüğünüzden hatırladığınız bir şeyler bulabilirsiniz. Ben çok nostaljik bir insanım, belki çok mutlu bir çocukluğum olduğu ve eskiyi çok hatırladığım içindir. Çok da fotoğrafik bir gözüm var, o yüzden bazı şeylerin beni eskiye götürmesini, beni gülümsetmesini çok seviyorum, umarım izleyiciye de aynı hisleri aktarabilirim.
Fotoğraf lensinizden NY ve İstanbul nasıl gözüküyor diye sorsam?
Benim için çok güzel bir soru bu çünkü eski arkadaşlarımla konuştuğum zaman, “NY çok kaotik, orada nasıl yaşıyorsun?” diyorlar… Ben ise bu sefer İstanbul’da kalırken bir hafta kadar kendimi çok kaybolmuş hissettim. Boğaziçi Üniversitesinde okudum, sağımı-solumu bilmem gerekiyor ama bir şekilde İstanbul’u tanıyamadım, çok fazla değişmiş. Bunlar ufak değişiklikler bile olsa beni kaotik hislere boğdu. İstanbul çok güzel bir şehir ve tabi ki herkese methederim ama sanki NY’da yolumu daha iyi biliyorum hissiyle orada daha rahatım.
Gelelim serginizin adına… ‘Mutluluk Yanılsaması’ ismini neden seçtiniz?
Bu başlık hep COVID zamanında ve içinden geçtiğim süreçte kendime sorduğum sorulardan ve sorgulamalardan geldi. “Mutluyum ama bazı özlemlerim var, acaba beni mutlu eden şeylere mi daha çok konsantre olsam… Beni mutlu eden şeylerden bir tanesi de fotoğrafçılıktı, fotoğraf çekerken zamanın nasıl geçtiğini unutuyordum, fotoğraflarımda da göreceksiniz çok sevdiğimiz şeyleri arttırırsak acaba mutluluğumuzda ona göre artar mı? Ya da mutluluk seçmemiz gereken bir şey mi? Ya da mutlu olmayı seçiyorum diye mi uyanmamız lazım her sabah ve de çevremizdeki güzellikleri mi görmemiz lazım?” Bir yandan bunları düşünürken izleyicilerin de zihninde bir soru yaratabilmek için bu isim uygun geldi.
Bu fotoğrafın hikâyesini anlatır mısınız?
Ben Williamsburg Brooklyn’de yaşıyorum. COVID zamanı sadece sokakta bir tur atmaya çıkıyordum. Orada yeni bitirilmiş bir park vardı ve park açılmadan COVID nedeniyle insanların oraya girmesi yasaklandı. Öndeki demir tellerden hep Manhattan’a doğru baktım, orada pembe pastel renkte piknik sofraları vardı ama hiç insan yoktu; bu görüntü bende “ben o tarafa bakıyorum ama oraya giremiyorum, onlar bu tarafa bakıyor ama buraya giremiyorlar” duygusunu uyandırdı. Acaba içeride miyiz, dışarda mıyız… Bu düşünce orada aklıma geldi.
Serginiz vasıtasıyla sorduğunuz bir soru var: Dışarıdan içeriye mi? İçeriden dışarıya mı? Ceki Celardin olarak siz dünyaya nasıl bakıyorsunuz?
Uzun süre kurumsal dünyada çalıştım, mutluluğu aslında bir işte başarılı olmak, kendimi kendime bu şekilde ispatlamak olarak gördüm ama bir süre sonra bir anda uyanıp, hayatın sadece bugün olduğunu hatırladım. Ne yarın var ne geçmiş var, bugünü gün etmemiz lazım! İçimden gelen, duygusal olarak yapmak istediğim şeylere konsantre olmam gerektiğini anladım. O yüzden artık içeriden dışarı bakar hale geldim, eskiden dışarıdan içeriye bakarken, fotoğraf bana bunun için bir yol açtı.
Fotoğraf yolculuğunda her zaman ünlü fotoğraf sanatçısı Richard Avedon’dan etkilendiğini ifade eden Ceki Celardin, bu sergisi ile izleyiciyi, kendine pek çok soru yönelttiği ve halen içinde olduğunu düşündüğü bir döneme ait görselleri deneyimlemeye davet ediyor.