Bu yazının konusu bir film müziği! Müziği besteleyen ve grubuyla çalan ise, caz müziğinin çeşitli türlerinde albümler yapmış, 20. yüzyıl caz müziğine defalarca değişik şekillerde yön vermiş, kendisiyle birlikte çalmış ve sonraki nesildeki birçok müzisyene ilham kaynağı olmuş, müziğiyle olduğu kadar kişiliği ve tavırlarıyla da ünlü trompetçi Miles Davis! Malum, onu anlatmak son derece geniş bir konu ve sadece müzik dinlemenin ötesinde özel bir uzmanlık gerektiriyor. Bu nedenle bu yazıda sadece o dönem genç bir yönetmen olan Louis Malle’nin yönettiği, Jeanne Moreau ile Maurice Ronet’nin baş rollerini paylaştıkları, orijinal Fransızca adı başlıkta olan, İngilizce ‘Elevated to the Gallows’ veya Türkçe ismiyle ‘İdam Sehpası’ adlı siyah-beyaz filmin müziğinden ve bu bağlamda Davis’ten bahsetmeyi yeğledim. Nedeni de tabii müziğin yalınlığı, akıcılığı ve film sahnelerindeki gerilimle yasak aşkı mükemmel aktarması, hatta müziğin filmin önüne geçmesi olmakla birlikte, aynı zamanda ortaya çıkarılmasının ilginç hikayesi ve ‘modal caz’ adı verilen, daha sonraki Miles Davis’in cazın bu türdeki başyapıtı olarak adlandırılacak “Kind of Blue” adlı albümünün öncüsü olması.
1957’de, 30’lu yaşlarının başındaki Miles Davis, Amerika’da artık cazın en önde gelen ismidir. Bunda, önceleri daha geleneksel siyahi caz müziği olan ‘bebop’ tarzında Charlie Parker gibi isimlerle uzun yıllar çalmış olması, sonrasında Gil Evans gibi yenilikçi müzisyenlerle tarzını değiştirip müziğin temposunu düşürerek klasik müzik ögelerini modern müzikle harmanlayan lirik bir yaklaşımla doğaçlamaya dayanan ‘cool’ akımına öncülük etmesi olmuştur. Yalın, belirgin ve şiirsel tonuyla, Davis’in kişiliğini yansıtan stili burada bulduğu söylenir. Bu tarzda yapılan farklı kayıtlar başta çok ses getiremese de daha sonra büyük beğeni toplamış, bu kayıtların birleştirilmesinden doğan 1957’de piyasaya çıkan ‘Birth of the Cool’ albümü bu dönüşümde mihenk taşı olarak kabul edilmiştir. Tüm bu başarılara rağmen, grup arkadaşlarının uyuşturucu bağımlılığı ve daha farklı nedenlerle, Davis bu dönemde grubunu bir arada tutmakta zorlanmaktadır ve arayış içindedir. Bu sırada, birkaç haftalığına Paris’e misafir müzisyen olarak davet edilir, Fransız caz müzisyenleri ile Club Saint-Germain’de ve farklı şehirlerde bir dizi konser vermesi teklif edilmiştir; bu teklifi derhal kabul eder.
Hikâyeyi burada sekiz yıl geriye sarıp bir parantez açacak olursak, Davis 1949 yılında Charlie Parker’ın grubunun bir üyesi olarak Paris’te bulunmuş, ilk yurt dışı deneyimi olan bu kalışından büyük keyif almış, güzel anılar edinmişti. Zira, II. Dünya Savaşı sonrası yıllarında, kanunen olmasa da pratikte siyahi müzisyenler Amerika’da hala ırkçılıkla mücadele etmek zorundaydı. Avrupa’da ise, aynı dönemdeki liberal ve özgürlükçü akımlarla, caz müziği gitgide daha fazla hayran kazanmaktaydı. Böyle bir ortamda Davis bu ilk kalışında ABD’nin aksine Paris’te büyük bir saygınlıkla karşılanmıştı. Bu sürede, zamanın gözde Fransız şarkıcısı Juliette Greco ile büyük bir aşk yaşamış, Greco’nun aracılığıyla Paris’in entelektüel çevresinde Jean-Paul Sartre ve Pablo Picasso ile tanışmıştı. Bir beyaz kadınla ilişki yaşaması o dönemde ülkesinde düşünülemeyecek bir durumdu. Kendisi, Paris’teki bu döneminden şöyle bahseder: “Paris’teki tecrübem, dünyaya ve olaylara bakış şeklimi ebediyen değiştirdi. Paris’te olmayı çok sevdim; buradaki özgürlüğe ve gördüğüm muameleye bayıldım.” Davis’in biyografisinde, bu dönemiyle ilgili olarak, onun Paris’te ırkın koyduğu sınırların ötesinde tamamen kendisi olabildiğini yorumluyorlar.
Miles Davis ve Juliette Greco – Paris, 1957
Parantezi kapayıp 1957 Kasım’ına döndüğümüzde ise, Davis konserler vermek için geldiği Paris’te organizatör Marcel Romano ve film teknisyeni Jean-Claude Rappeneau aracılığıyla genç ve yenilikçi film yönetmeni, caz müziğine ilgi duyan Louis Malle ile tanıştırılır. Bir başka rivayete göre sevgilisi Juliette Greco onu tanıştırır. Malle ondan, yönetmekte olduğu filme uygun bir müzik bestelemesini ister. Henüz hiç film müziği yapmadığı ve o günün şartlarında kendi ülkesinde böyle bir teklif alması mümkün olamayacağı için, bu istek Davis’e çok cazip gelir. Talebi üzerine film sahnelerinin gösterilmesi ve film karakterlerinin tanıtılması için bir sunum yapılır. Bu gerilimli kara filmin (film-noire) konusu, patronunun karısıyla aşk yaşayan bir iş adamının patronunu öldürüp olaya intihar süsü vermesi ancak bu esnada yaptığı küçük bir hatanın büyüyerek olayları içinden çıkılmaz hale dönüştürmesidir. O devrin yaşam tarzına uygun olarak, sürat otomobilleri, sürekli sigara içilmesi ve barlardaki gece hayatı film sahnelerindeki ortama hakimdi.
Sonraki iki hafta içerisinde, Davis otel odasına bir piyano getirtir, konserlerden kalan zamanlarda fikirler oluşturarak kâğıt üzerine bazı basit notlar alır, ancak beraber çalacağı grup arkadaşlarına bundan söz etmez.
İki hafta sonra kayıt için toplanıldığında, yönetmen Malle ve baş roldeki Moreau da onları izlemektedir. Davis müziği kafasında oluşturmuştur ve grup arkadaşlarına sadece bazı genel ve öz yönlendirmeler yapar, kabaca çalınmasını istediği bazı armonik dizileri anlatır, kendi çalacağı müzikten yine bahsetmez, ancak Malle’dan üzerine müzik yapacakları bol kontrastlı siyah-beyaz film sahnelerinin sürekli büyük bir ekranda gösterilmesini ister. Kayıt, önceden çalışılmış bir beste olmaksızın filmdeki görüntülere verilen tepkilere göre doğaçlama yapılarak dört saatte tamamlanır (orkestrasyonun daha karmaşık olduğu iki parça hariç) ve herkes ortaya çıkan müzikten son derece memnundur.
Albüm 1960 yılı Grammy ödüllerinde, “En İyi Caz Performansı” adayı oldu. Grupta piyano çalan René Urtreger sonradan “O anda mükemmel, istisnai ve özel bir müzik yaptıklarını hissettiklerini” vurguladı. Müziği, filmin ün kazanmasında önemli rol oynadı. Hatta müziğin öne çıktığı, birçok kişinin müziği dinledikten sonra filmi izlemeye gittiği anlatıldı. Müzik, bu kara filmdeki gerginlik, tehlike ve gizemi ustaca yansıtıyor.
Yorumlarda, Davis’in kendine özgün stilinin büyüleyici bir minimalizm içerdiği, çelişkili bir şekilde aynı zamanda hem mesafeli hem de duygu dolu olduğu, Jeanne Moreau’nun Paris sokaklarında yalnız ve endişeli gece yürüyüşünün ‘Générique’ adlı parçayla mükemmel bir bütünlük içinde olduğu değerlendirildi.
Bugün film neredeyse unutulmuş olsa da müziği 65 yıl sonra hala Miles Davis’in beğenilen ve unutulmaz kayıtlarından biri olarak cazseverler tarafından dinleniyor. Bebop türündeki katı akor kalıplarına kıyasla gamların öne çıktığı, temponun yavaşladığı, daha yumuşak, fakat duygu ve derinliğinin arttığı ‘modal caz’ olarak adlandırılan bu tarz, yeni ufuklar açtı, Davis bu yolda olağanüstü yaratıcılığıyla ilerleyerek önce 1958 yılında ‘Milestones’, bir yıl sonra da cazın tüm zamanların en bilinen ve etkileyici kayıtlarından sayılan ‘Kind of Blue’ albümünü ortaya çıkardı, bu türde başka caz müzisyenlerinin de eserler üretmesine vesile oldu.
Miles Davis yenilikçi felsefesini şöyle açıklamıştı: “İnsan dur durak bilmeden üretmek istiyorsa, değişime açık olmalıdır.” Bu anlayışla, yaşamının sonuna dek hep farklı arayışların içinde oldu ve birkaç kez daha müzikte yeni trendlerin oluşmasına önderlik etti.
Bu seferki seçki bahsettiğim albümün eserlerinden oluşuyor, ancak ‘Kind of Blue’ ve ‘Milestones’ albümlerinin en tanınan parçalarını da dahil ettim, müzikle ve keyifle kalın!
KAYNAKÇA:
SEÇKİ: JAZZ Générique – Miles Davis / “Ascenseur pour L'échafaud
(Spotify: MY_6_Salom_230614_MILES)