Mutlu olmak için her an bir şey bekliyoruz. Birinin gelmesini, daha büyük bir evde yaşamayı, işimizde yükselmeyi, daha fazla para kazanmayı, planladığımız tatilleri…
Biz bekleme halindeyken hayat beklemiyor ve kendi hızında akmaya devam ediyor. Arzuladıklarımız gerçekleştiği zaman mutlu olacağımızı düşünüyoruz fakat bu sadece geçici bir tatmin hissi. Çünkü aslında mutluluk, başımıza gelenlere değil, o an içinde bulunduğumuz duruma bağlı bir kavram. Bazen yediğimiz yemekte, ailemizle geçirdiğimiz zamanda, arkadaşlarımızla paylaştıklarımızda saklı. Nereye, nasıl bakmak istiyorsak orada fark edilmeyi bekliyor. Belki de yapmamız gereken şey tam olarak bu; anın bize getirdiklerini kabul etmek ve yaşananların tadını çıkarmak. Hayata rağmen hayatın akışında her şey olması gerektiği gibi tezahür ediyor.
Kimi zaman büyük resmi görmekte zorlanıyoruz, kendimizi akışa bırakamıyoruz ama unutmayalım ki evren her an bizim için çalışıyor. Tek yapmamız gereken elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışmak ve akışa teslim olabilmek. “Bu neden olmadı?” “Çok uğraştım, başaramadım!” gibi söylemler kendimizi aşağı çekmekten, kurban psikolojisine sokmaktan başka bir işe yaramıyor. O çok istediğimiz şey olmadığı zaman, asıl ihtiyacımız olana alan açılıyor aslında. Evren boşlukları sevmez, illaki ihtiyaç duyulan şey ile doldurur, yeter ki zamana güven ve akışına bırak.
Söylemesi kolay, uygulaması zor biliyorum ama konuya bir de bu taraftan bakabilmekten zarar gelmez.
Eline Snel’in ‘Bir Kurbağa Gibi Sakin ve Dikkatli’ isimli çocuk kitabında çok sevdiğim bir hikaye var:
“Bir zamanlar mutlu olmak için her şeye sahip olmasına rağmen bir türlü mutlu olamayan bir kız varmış. Ona bir oyuncak verildiğinde o, ağabeyine verilen oyuncağı düşünürmüş. Bir pasta verildiğinde bu sefer de dün yediği dondurma aklına gelirmiş.
Bu küçük kızın aklı hep başka yerlerdeymiş. Ona zihninde kuşlar uçuşan kız derlermiş çünkü düşünceleri onu çok uzaklara götürürmüş, tıpkı bir kuşun kanatlarında sürüklenir gibi.
Bu uçuşan düşünceler kızı önce huzursuzlandırmış, sonra da yorgun düşürüp hasta etmiş. Doktor doktor gezmiş ama hiçbir ilaç fayda etmemiş.
İşte kurbağa onu ziyaret etmeye o zaman karar vermiş.
İlk gün ona çilek götürmüş ve sadece ‘Tat’ demiş. İkinci gün ona bir hikaye anlatmış ve sadece ‘Dinle’ demiş.
Üçüncü gün, kız yatağında oturarak kurbağayı bekliyormuş. Gülümseyerek, 'Bugün bana ne getirdin?’ diye sormuş.
İyileşmişti!
Çünkü artık bir çilek yerken çilek yemenin, bir hikaye dinlerken o hikayeyi gerçekten dinlemenin nasıl bir şey olduğunu anlamıştı.
O günden sonra küçük kız hep mutlu yaşamış çünkü her ana farklı bir anlam katan dikkatin gücünü keşfetmişti.”
Tıpkı küçük kız gibi, hayatın tadını çıkarmak, andaki mutluluğunu hissetmek için hastalanmayı beklememize gerek yok. Her an, bize verilmiş bir hediye.
Bilinçli farkındalık, günümüzdeki popüler adıyla mindfulness, zihinsel ve duygusal durumlarımızın farkında olmak, şimdiki ana ve anlık deneyimlere odaklanarak o anki duygusal, fiziksel ve zihinsel durumumuzu fark ederek kabullenmeyi sağlayan bir meditasyon ve yaşam tarzı uygulamasıdır.
Yapılan araştırmalar kalp hastalıkları, depresyon, anksiyete ve uyku sorunu gibi birçok sağlık sorununa olumlu etkileri olduğunu göstermektedir.
Özellikle büyük şehirlerde yaşayanlarımız, çoğu zaman bazı şeyleri düşünmeden ya da fark etmeden günün koşturmacası içinde mekanik bir tavırla yaparız. Yemek yeriz, araba kullanırız, telefonda konuşuruz hatta bunların hepsini aynı anda yapmaya çalışırız.
Göz ardı etsek de yavaşlamaya ihtiyacımız vardır. Hayatın hızlı tempolu doğasından bir adım uzaklaşarak yavaşlamak, içinde bulunduğumuz anı daha dikkatli ve şefkatli bir şekilde gözlemlemeyi, değerlendirebilmeyi sağlar.
Çeşitli uygulamalar ile gelecek kaygısını, geçmişin üzüntüsünü dışarıda bırakarak sadece anlık deneyimlere odaklanmak mümkün. Bunun için beş duyu aracılığıyla yapılan pek çok farkındalık egzersizi mevcut. Bence bunlardan en şifalısı nefesi doğru yönetmek. Hepimizin bir DUR! butonu bulunmaktadır ve bu butonu nefesimiz aracılığıya rahatlıkla yönetebiliriz.
Evet, her an hayatta kalabilmek için nefes alıyoruz, peki ama doğru nefes alıyor muyuz?
Her şey dik bir omurga ile burundan alınan ve verilen ritmik nefeslerle başlar. Aldığımız nefesle karın şişer ve verdiğimiz nefesle iner, bu da diyafram kasını aktive eder. Nefes verilen süre, alınan süreden ne kadar uzun olursa o kadar şifalı olur çünkü nefes verirken bizi sakinleştiren ve şifalandıran parasempatik sinir sistemi uyarılır. Nefesi doğru kullanarak fiziksel, zihinsel ve ruhsal bedenimize canlılık, neşe ve sağlığı davet edebiliriz.
Nefes egzersizlerinin yanı sıra, bir nesneye bakarken ya da ona dokunurken, bir sesi dinlerken, hatta dişlerimizi fırçalamak gibi günlük bir iş yaparken bile duyularımızla etkileşime geçen şey ile bir bağ kurmak farkındalığımızı yükselterek bizi ana taşır. Mesela gözlerinden süzülen yaşları hissetmek çoğu insana üzücü gelebilir ve o duyguyu hemen geçiştirmek isteyebilir. Ama acısıyla tatlısıyla her duyguyu fark edebilmek, bu farkındalığın getirdiği kabullenme anda kalmanın anahtarıdır.
Özetle, anda kalabilmek ve mutlu olmak, gelecek hayallerinde ya da geçmişte değil, kendimiz için yaptığımız günlük seçimlerde saklı.