Fransız asıllı Lydia Behar, Auschwitz´ten kurtulan son kişilerden biri olan annesi Lisette Cohen Abouth´un hikâyesini genç nesillere aktarmak için bir kitap yazdı. Annesine ithaf ettiği ´La Valise De Lisette´ başlıklı 70 sayfalık bu resimli kitap yayınlandığı sırada, 1922 doğumlu Abouth hayatta ve 100 yaşına girmek üzereydi. Lydia annesinin doğum gününü Paris´in Lutetia Otelinde kutlamayı planlıyordu. Lutetia, Fransız savaş direnişçilerin ve toplama kampından kurtulanların kaldığı oteldi. Ancak yaşlı kadın aynı yılın temmuz ayında vefat edince Lydia kitabı cenazeye gelenlere tek tek dağıttı.
Lydia Behar bu kitabı yayınlamak amacı ile yazmadığını söylüyor, kaleme aldıkları sadece bir anı olarak kalacak, çocuklara ibret olacaktı. Paris’te birçok gazeteci bu konuyla ilgili Lydia ile röportaj yaptı. Behar geçtiğimiz günlerde İstanbul’a gezmeye geldi. Ortak bir arkadaşımızın vasıtasıyla kitabı öğrenince Şalom okurlarıyla paylaşmak istedim.
Gelin şimdi Lisette’in yaşamını kızının satırlarından okuyalım…
“Toplama kamplarının son tanıklarının da yitirildiği bir dönemde Lisette'in hikâyesini yazmak, kaderini günümüz gençleriyle paylaşmak bana elzem göründü; öyküsü çocukların hafızasına kazınsın istedim. Uzun süre, annemin neler yaşadığını bilmek istemedim, çok acı veriyordu. Ancak sonunda hoşgörüsüzlük, ırkçılık ve antisemitizmle mücadele etmek için başından geçenleri öğrenmemin şart olduğunu anladım.
Annemin yaşamı, tıpkı akrabalarınınki gibi, Alman işgali sırasında Fransa'da zulüm gören birçok Yahudi aileyi temsil ediyor. 1944 Mayıs’ında, Paris'te tutuklanan Lisette, ailesiyle birlikte Auschwitz-Birkenau'ya götürüldü. 1945’te kurtarılıp Fransa’ya gönderildiğinde, yakınlarından hayatta kalan birkaç kişiden biriydi. Döndüğünde ruhsal, bedensel birçok yarasına rağmen kendini yeniden inşa etmeyi başardı. Yaşama gücünü yeniden kazandı. Tanıklığı bugün ve gelecek için ders alınacak bir mesaj niteliğinde… Hikâyesi, nefret karşısında direnişi, cesareti, iradeyi ve umudun zaferini anlatıyor.
Lisette’in bana anlatmak istediği çok şey vardı. Almanların yaşamayı nasıl yasakladığını, tutuklamaları, konvoyları, sevdiklerinden koparılışlarını, duman içindeki hayatlarını yani her şeyi anlatmak istiyordu.
Lizette’in çocukluk yılları
Annemin hayatı iki bölümden oluşuyordu: savaş yılları ve savaştan sonrası. Savaştan sonra evlendi, dört çocuğu oldu, kocasını çok sevdi ve mutlu bir yaşam sürdürdü. Hâlâ hayat dolu bir kadın. Süslenmeyi çok seviyor. Yıllarca kadın olma hakkını elinden aldıklarından olacak, şimdi acısını çıkartıyor.
Bir valizin, evet bir valiz, onu gittiği her yerde takip ettiğini söylüyor ve bu onu çok rahatsız ediyor. 100. doğum günü için bir konuşma hazırlamalı, anılarını toparlamalı ama bu valiz yüzünden kafasını toplayamıyor.
Annesinin valizi olduğunu söylüyor. Anne - babası İstanbul’da birbirlerine âşık olmuşlar. Fransızcayı Alliance İsraelite Universelle Okulunda öğrenmişler, sonra da Fransa’ya gitmeye karar vermişler. Paris’te, Küçük Türkiye mahallesinde yaşamaya başlamışlar yani Doğulu Yahudilerin semtinde… Bosphorus lokantasına yemeğe giderlermiş. ‘Los Djudyos’ (Yahudiler), dermiş büyükbabam, “İspanya’nın hayali ile yaşar, nereye gitseler lisanı, şarkıları, kültürü beraberlerinde götürürler…” Lisette’in çocukluğu böyle bir atmosferde geçmiş. Beharlar, Mitraniler, Mizrahiler, Kohenler… Mütevazı Yahudi tüccarlar! Fransa’da yaşarlar ama İstanbul’daki hayatlarını devam ettirirlerdi. Evde Judeo-Espanyol ve Fransızca konuşulurmuş. “Fakat Fransa’da yaşamış olmanın gururu da bir başka idi” diyor Lisette.
Bir pazar Lisette, kuzini Rachel’i görmeye gideceğini söyledi. Rachel, ona borekas hazırlamış. Telefonda konuşurlarken duydum, Lisette ona valizi anlattı. “Aç valizi” dedi Rachel “Bak bakalım içinde ne var.” “Açılmıyor, kilitli.”
O günden sonra valiz bir daha görünmedi. Lisette, “Keşke açılsaydı, içindeki anıları bana tek tek anlatsaydı” diyor.
Lisette’in ailesi dindar değildi ama Kipur, Pesah, Roş Aşana’yı ailece kutlarlardı. Okulda antisemitizm vardı ama günlük bir tehdit değildi. Mutlu yaşıyorlardı.
Ertesi gün valiz geri geldi. Salona girdiğimde, Lisette “Valizi görüyor musun?” diye sordu. “Hayır, ben valiz görmüyorum” dedim. Lisette’in yüzü değişti. “Tatile çıktığımızda bu valizi götürürdük. Fakat bu valiz ayrılıkların da valizi oldu” dedi acıklı bir ses tonuyla.
Lisette 17 yaşına geldiğinde savaş çıkmış. Yahudiler için yaşam bir cehenneme dönüşmüş. Korku ve üzüntü hayatlarının bir parçası olmuş. Gençler arkadaşlarıyla buluştukları zaman sarı yıldızı ceketlerinin altında saklarmış. Sonra her genç kız gibi Lisette de âşık olmuş. Dario Abut ağabeyinin bir arkadaşıymış. Abut ailesi, Türk pasaportları olduğu için Türkiye’ye dönebilmiş. Lisette’in ailesi için ümit yokmuş. Komşularının yardımıyla sahte belgeler çıkarmışlar. Ancak kâğıtların sahte olduğu anlaşılmış. Sonuç olarak, trene bindirilmişler. İstikamet Drancy imiş. Polisler Almanya’ya çalışmaya gideceklerini söylüyormuş. Hayvan vagonlarına bindirildiklerinde ölüme götürüldüklerini anlamışlar.
Valizin sakladığı anılar
Lisette anlatmaya ara verdiğinde valiz yine ortaya çıkıyordu. “Bu valiz bana bir şeyler söylemek istiyor. Keşke onu açabilsem, ama açılmıyor, sanki tonlarca ağırlıkta” diyordu Lisette. “Galiba ikimiz birbirimize benziyoruz. Geçmişi kurcalamak istemiyorum. Çok acı veriyor”
Geçen akşam Lisette’in ağladığını duydum. “Ağla” dedim, “Valizlerin de ağlamaya hakkı vardır.”
Tren Auschwitz’de durmuş. Erkekleri sağda, kadınları solda sıralamışlar. “Babamı son görüşümdü” dedi Lisette. Annesiyle aynı bloka götürülmüşler. Herkesin kolunda bir numara. Bütün gün çalışıyorlarmış. Taş kırıp yol yapıyorlarmış. Annesi onu kırbaç darbelerinden korumak için hep önünde duruyormuş. “Yaşamak lazım” diyormuş annesi. Çekilenleri sonrakilerin bilmesi için yaşamak lazımdı.
Bir süre sonra Lisette tifüse yakalanmış. Gaz odasına götürülürken, Alman bir doktor (Mengele) onları durdurmuş. “Sen albinosun” demiş. Doktor onu tıbbi deneylerin yapıldığı bir odaya götürmüş. Lisette’in üzerinde acı veren işlemler yapılmış. Halen vücudunda yedi yara izi var. Geri götürüldüğünde, tifüse yakalanan annesi kollarında can vermiş. En büyük kötülükler, kitlesel ölümler, bedenlerin sonsuz ıstırabı, açlık, yorgunluk, hiçbiri annesinin ölümü kadar acı vermemiş Lisette’e.
O gece Rachel Lisette’i aradı. Valizi sordu. “Keşke herkesin bir valizi olsa, kalbin taşıyamayacağın kadar ağır olduğunda, keşke bu yükü senden alabilse” diyordu.
Nihayet savaş bitmiş… Herkes yolunu çizmeye çalışıyordu. Lisette kamptan kurtulduğunda vücudunu ve zihnini onarmak için çok çaba harcadı. Kaybettiklerinin yasını tutmak, korkunç görüntüleri zihninden uzaklaştırmak gerekiyordu. Lisette artık yalnız değildi, Dario ile evlenmişti. Aşk trajediyi yenmişti. Arkadaşlarıyla geziyor, eğleniyor, hayatın tadını çıkarıyordu. Savaşın çetin sınavlarını artık geride bırakmışlardı. Önemli olan gündelik yaşantıyı devam ettirmek, gelecek planları yapmak ve tekrar birleşmenin zevkini çıkarmaktı. Yok oluşa ve hiçliğe karşı verilen savaşı yaşam kazanmıştı…”