Bu ay ‘The Holocaust: Unfinished History’ adlı kitabı tanıtacağım. Kitabın yazarı Dr. Dan Stone, Royal Holloway University of London’da görev yapan dünya çapında ünlü bir tarih profesörü. Buna ek olarak Royal Holloway Holokost Araştırma Enstitüsünün müdürü. Holokost Çalışmaları Yüksek Lisans eğitimim sırasında kendisinden dersler aldığım hocam ve tez danışmanım olması nedeniyle bu yazıyı kitabın çıkışını takiben, şubat ayında yazmayı düşünmüştüm. Ancak yaşadığımız korkunç deprem felaketi ve ardından gelen seçimler bu çok kıymetli kitap üzerine planladığım yazıyı haziran ayına erteledi.
Her ne kadar Holokost, II. Dünya Savaşı süresinde, yani 1939-1945 yılları arasında gerçekleşmiş olsa da Holokost araştırmacıları olarak bizler konuyu Nazilerin iktidara geldiği 1933’ten başlayarak ele alırız. Yarım yüzyıldan fazla zamandır pek çok araştırmacı 1933-1945 yılları arasında Holokost ile ilgili pek çok konuyu kaleme aldı. Öyle ki, bunca zaman içinde bazı konular tekrar tekrar çalışılarak genişleyebilecekleri son aşamaya kadar getirildi ve neredeyse Holokost ile ilgili her şeyin yazıldığı söylenilmeye başlandı. Stone’un kitabı bu duruma karşı çıkan, alanın sınırlarını genişleten ve bugüne kadar yapılan kimi şeyleri eleştiren yanıyla dikkat çeken bir çalışma. Şimdi gelin çok kabaca Stone’un bu iddiasını nasıl ortaya koyduğuna bakalım.
En açık anlamıyla ‘Holokost'un Tamamlanmamış Tarihi’, Holokost’un bugüne kadar çok az bilinen ve göz ardı edilen önemli boyutları olduğuyla ilgili... Bunlardan biri kayıt altına alınmayan, üzerinde çalışılmayan katledişler. Stone, binlerce Yahudi’nin öldürüldüğü 1941-42 kışında yapılan katliamların, “İngilizce konuşulan dünyada Holokost denildiğinde akla gelenlerden çok daha farklı şeyler” olduğunu vurguluyor. Nazi toplama kampları dışında kalan kıyımların göz ardı edildiğine dikkat çekerek kıyımlarla ilgili çalışmaların toplama kamplarıyla sınırlandırılmış olmasına karşı çıkıyor. Buna ek olarak Stone, Holokost'un ‘endüstriyel bir soykırım’ olduğu imajının bizi yanlış anlamalara götürdüğünü söyleyerek bu tanıma meydan okuyor. Zira bu anlayış bugün Holokost’u dar bir alana hapseder bir hal almaya başladı. Oysa durum hiç öyle değil ve günümüze kadar gelen artçı sarsıntıları göz ardı edilemez bir hal aldı.
Stone’ın dikkat çektiği şeylerden bir başkası pan-Avrupa bağlamı. Büyük ölçüde Naziler tarafından yönetilse de Holokost’un ‘kıta çapında bir suç’ olarak görülmesi gerektiğini savunuyor. Bu açıdan bakınca Holokost, Norveç’ten Hırvatistan’a Avrupa’daki tüm ulusal hükümetler, nüfuslarını etnik ve kültürel saflık çizgisinde yeniden oluşturmaya çalışırlarken, Nazi soykırım projelerinin de bir parçası halini almış olarak karşımıza çıkıyor. Böylelikle konu kıta çapında bir suça dönüşerek üzerinde çalışılması gereken yeni başlıkların ortaya çıkmasını sağlayıp yeni tanımları gerekli kılıyor.
Stone, kitap boyunca Robin Wagner-Pacifici’nin ‘olayın sürekliliği’ olarak adlandırdığı kavramla uğraşıyor. Stone'un özetlemesine göre 'Holokost', 'Nazi işgali altındaki Avrupa'da Üçüncü Reich ve müttefikleri tarafından işlenen ve etkileri bugüne kadar siyaset ve kültür alanlarında pek çok kez hissedilen ulus-ötesi bir suç. Sözü edilen bugüne kadar gelen etkiler, uluslararası ceza hukukunun kurumsallaşmasında da etkili.
Holokost'un tamamlanmamış tarihi, küresel normatifliğin ilerici dilini yapılandırırken, aynı zamanda son derece paradoksal şekillerde, ‘büyük yer değiştirme’ ve ‘beyaz soykırım’ gibi apokaliptik fantezilerde de kendini gösteriyor. Stone’a göre, bu artçı etkilerin arasında, Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinde Holokost hafızasının seferber edilmesi de var. Nazi ideolojisinin özgüllüğü ve antisemitizmin buradaki merkeziliği konusunda çok net olmasına rağmen, yine de Nazizm’in "kriz halindeki tüm toplumlarda bulunabilen duygu rezervlerinden yararlandığını" iddia ediyor. Holokost’un ‘organize bir ihlal’ olduğunu vurgulayarak, bu düşüncesini savaştan kısa bir süre sonra Fransız gazeteci Jacqueline Mesnil-Amar’dan alıntıladığı günümüze çok uyduğunu göreceğiniz bir pasajla örnekleniyor:
“Caniler tarafından işlenen suçlar karşısında öfkeli görünmek, 'bu insanlar canavar' diye haykırmak ve ardından huzurlu bir akşam yemeği için evinize dönüp vicdanınız rahat bir şekilde uyumak kolaydır. Ortada bu kadar çok canavar olduğuna göre, bu canavarların ortaya çıkması ve çoğalması için hepimizin içinde bir yerlerde var olan ve her birimizin rol oynadığı karmaşık bir şeyler olmalı. Nazizm Alman ulusunda bir tür toplu sarhoşluk içinde deliliğe varan, insanca bir yaşam yerine karanlık, iğrenç, kanlı ve sadist bir Orta Çağ dünyasının doğmasına izin vermek için garip bir arzu üretti. O canavarların bazıları, diğerlerine söylenerek yataklarına girenlerdi.”
Stone’a göre üst üste gelen krizler yaşadığımız günümüzde, Holokost tarihi tamamlanmamış kalmalıdır. Çünkü bu canavarların bir zamanlar yaptıkları ve günü geldiğinde yeniden yapacakları kıyamet vizyonlarına ve hareketlerine direnmek için yeterince şey yapıp yapmadığımız gibi ciddi bir soru cevaplamamız için bizi bekliyor olacak. Küresel ısınma, iklim ve savaş, mültecilerinin kitlesel göçü, salgın hastalıklar, yabancı düşmanlığı ile sarsılan, sürekli olarak sağ tandanslı hükümetlerin göreve geldiği bir dünyada Holokost tarihi, modernitenin derin psikolojisinde saklı olan yıkıcı potansiyelin bir hatırlatıcısı haline gelmiş durumda. Bu tarihi bitmiş olarak kabul etmemiz imkansız.