Coldplay ile uzaya aşık olmak

Bulutsuz gecelerin altında sabahlara kadar gökyüzünü seyrettiğim, yaz boyunca süren ve ağustos ortasında pik yapan meteor yağmurlarının altında bir kayan yıldız yakalasam piyango kazanmış gibi coştuğum ve Elon Musk´ın Starlink uydularına rastlayınca çocuklar gibi şendiğim yaz günlerine giriş yaptık. Işık kirliliğinden dolayı İstanbul´a götürmeyip, Burgazada´da bıraktığım teleskobumla da buluşmama ramak kaldı. Üstüne geçen hafta Coldplay´in, uzay temalarını merkeze koyan, son albümlerine adını veren ´Music of The Spheres´ konserine (kaçak*) gitme şansını yakaladım. İçinde Harvard Profesörü Avi Loeb´in keşfi ´Oumuamua´ uzaylı gemisinin geçtiği bir şarkı başka hiçbir gruptan çıkmazdı zaten. Sizi de uzay sevgisiyle sarıp sarmalamaya geldim, favori belgesellerim ve ´çok çok kalp´ müzik grubu Coldplay ile... O zaman izleyin, dinleyin ve -sakın benim gibi yürürken değil- her gece yukarı bakın.

Selin KANDİYOTİ Bilim ve Teknoloji
5 Temmuz 2023 Çarşamba

Coldplay’in bırakın şarkı sözlerine, doğrudan şarkılarının başlıklarına bakacak olursanız, müzikleri aracılığıyla sıklıkla uzayın büyüsünü ve uzaya hayranlık duygusunu ifade ettiklerini görebilirsiniz. Örneğin Gravity- Yerçekimi (2000), 42- Otostopçunun Galaksi Rehberi (2008), UFO (2011), A Sky of Full of Stars-Yıldızlarla Dolu bir Gökyüzü (2014), Up&Up -Yukarı ve Yukarı (2015), Aliens- Uzaylılar (2017) ve My Universe (2021) gibi. Şarkılarının sözlerine bakacak olsanız Coldplay, sizi ışık hızına çıkarır, gezegenlerde gezdirir, evrenin en derinlerini keşfetme merakıyla sizi yıldızlararası gemiye bindirir.

Coldplay’in son albümü ‘Music of the Spheres’

 

Coldplay son 20 yıldır çıkardığı sekiz albümde ne kadar uzay konusuna değindiyse hepsini toplayın yine de 2021’de çıkan ‘Music of the Spheres’ adlı son albümüyle yarışamaz. Music of the Spheres albümünü tanımlamak için birçok müzik tarzının adı geçiyor: pop, pop-rock, elektro-pop, soft-rock, ambians...vs. Ancak bir müzik janrası var ki bunu daha önce hiç duymamıştım: space-rock. Hani space-klasik, space-pop var da bu rock olanı. Uzay müziği deniyor adeta bu albüm için. Albüm sonuna kadar hakkediyor bu nitelendirmeyi çünkü albümdeki 14 şarkının her biri toplamda dokuz gezegen, üç uydu, bir yıldız ve -bitmedi- bir nebulayı (yeni yıldızların oluştuğu gaz ve toz bulutu) temsil ediyor. Bu yıldız sisteminin adı ‘The Spheres/ Küreler’ ve işte biz onların müziğini dinliyoruz. Grubun solisti Chris Martin, evrende müzisyenler olsa nasıl bir müzik yaparlardı diye yola çıkmış ve Star Wars filminde konser veren hayali müzik grubundan etkilenmiş.

2020 senesi boyunca çıkarmaya çalıştıkları albümün daha ilk şarkısında (ya da gezegeninde) Martin tanıştığı aşkına “Yaşadığım için çok mutluyum” diyor. COVID senesinde sekiz milyar insandan en azından birinin bu duyguları yaşadığını böylece öğreniyoruz. Şaka bir yana küresel çapta morallerin en düşük olduğu bu dönemde, böylesi bir coşku sadece Coldplay’in şarkılarında bulunabilirdi. 

Albümün son şarkısı ve nebulanın adı olan Colourata, grubun tarihinde çok önemli bir ilk. İçinde Galileo, Oumuamua, Neptün, Voyager, Betelgeuse benzeri astronomi jargonu geçmesi ve progresif rock tarzındaki şarkının 10 dakika 20 saniye (Coldplay’in rekoru) sürmesi onu bir ‘space epic’ yani uzay destanı kılıyor. Bu da Coldplay’in Pink Floyd’dan ilham aldığını gösteriyor. Bu yeterli kanıt gelmediyse, Pink Floyd’un gitaristi David Gilmour’un şarkının 5.37 ila 6.38 dakikaları arası solo girmesi şüpheleri ortadan kaldıracaktır. Peter Gabriel’in Genesis grubundayken söylediği ‘Supper’s Ready’ şarkısını bilenleriniz onun da tadını alacaktır. Senfonik rock Coldplay’e çok ama çok yakıştı. İlk denemelerinde muazzam bir işe imza atarak müzik dünyasındaki kalitelerini bir kez daha ispatladılar.

Coldplay, Music of The Spheres albümüyle gelmiş geçmiş tüm müzisyenler arasında ruhu en yukarı yükselten sıfatını hakkıyla kazanıyor. Albümde vurgulanmak istenen hümanizm mesajı, başka gezegenlerde yaşayan yerlilerin Dünya’ya asıl ‘uzaylı’ bizmişiz gibi bakması üzerinden veriliyor çünkü ancak o durumda tüm insanlık bir ve eşit olurdu. Sırf bu yüzden bir yıldız sistemi ve onun müziği yaratıldı ve hep birlikte tüm insanlık ‘alien’ olduk.

‘Music of the Spheres’ dünya turnesi

 

COVID’in bitişini müjdeleyen bir şekilde Mart 2022’de başlayıp, Şubat 2024’te son bulacak bu 130 konserlik dünya turunda 4,5 milyon bilet satıldı. O milyonlardan biri de bendim. Coldplay bundan önceki turlarında olduğu gibi 2,5 saat boyunca 40 bin kişiyi bizzat şovunun bir parçası haline getirerek ayaklarımızı yerden kesti. Ama onlar bunu hep yapıyordu. Değişen şey ise bu defa grubun konserlerini tam iki yıl boyunca planlayarak çevre dostu hale getirmesi, eskiye göre karbon salınımını yüzde 50 azaltmasıydı. Coldplay konserlerinin imzası olan milyonlarca seyirciye dağıtılan elektronik bilekliklerin, havai fişekler ve ışık şelaleleri gibi malzemelerin, defalarca patlatılan ve tüm stadyumu kaplayan konfetilerin yarattığı çevresel faktörler azımsanacak gibi değil. Grup yalnızca bunların zararını azaltacak tedbirler almakla kalmayıp ayrıca her satılan bilet için bir ağaç ekiyor. Örneğin İstanbul’dan Milano’ya uçmak zorunda kalan benim için 1,37 ağaç, bisikletiyle stadyuma giden Milanolu genç için 0,01 fidan dikiyor. (Hiç karbon salınımı yapmadı ki neden sıfır değil demeyin gencin öğlen ne yediğini bilmiyoruz.) Tüm bunları cep telefonuma indirdiğim ve beni seyahat rating’im ‘kırmızı’ diye uyaran Coldplay aplikasyonundan öğrendim. Konserler Avrupa’da 19 Temmuz’a kadar devam ediyor.

*

Daha önce de belirttiğim gibi şanslı 4,5 milyondan biri bendim ama en şansızıydım orası net. Yazının bu bölümü tüketici şikayet mektubuna dönüşecek, bu da Şalom’da bir ilk olsun. Resmi satış sitesine, biletler satışa çıkar çıkmaz girip, altı saat bekleyişten sonra ‘this event is sold out- etkinliğin biletleri bitmiştir’ yazısını görünce, elim mahkum ‘Viag...’ adlı ikinci el bilet satış sitesine yöneldim. Altı adet saha içi bilete normal biletin üç katı kadar para verdikten sonra konsere altı aylık geriye sayım başladı. 29 Haziran’da Milano’daki San Siro Stadyumuna heyecanımız tavan bir şekilde vardık. Turnikelerde görevli elindeki qr kod okuyucusunu bize göstererek ‘İçeri giremezsiniz, biletiniz geçersiz’ dedi. Biletimizin aslında 25 Haziran konserine ait olduğunu ben de makinede bizzat gördüm. Dolandırılmıştık. Yaşadığımız hayal kırıklığı ve öfkeyi tahmin edebilirsiniz. Sizi uyarmak isterim, kesinlikle çok gitmek istediğiniz bir konserin biletini Viag...'dan asla almayın. Ola ki riski aldınız, biletinizin geçerliliğine konser günü erkenden stadyuma giderek baktırın. Biletiniz sahte ise orada gişede satış yapılıyor olabilir, yeniden bilet satın alın. Bunları yapabilmeniz için sabahtan stadyuma gitmelisiniz. Biz çok geç kaldığımız için bilet satışını da 2,5 saat bekledikten sonra tükendiği için kaçırdık maalesef. Herkes artık haklı olarak pes etti ama ben etmedim. Coldplay’in sahne almasından biraz önce üç İtalyan kapıdaki bir görevliyi ikna etti ve beni de arkadaşlarıymış gibi aralarına aldılar. Onlara müteşekkirim. Konseri buruk bir şekilde olsa da izleyebildim.

Sonsuz paralel evren varsa bunlardan bir tanesi de Chris Martin’in Şalom okuduğu ve derhal bana altı adet bilet yolladığı evren olabilir. Uzay sevgisi yine bana iyi geldi. Size de iyi gelecek.

Tadına doyamadığım 3 belgesel

Uzay, seyretmek için göz kamaştırıcı güzellikte ama öğrenmek için de bir o kadar ilginç. Belgeseller sayesinde bir yandan renk cümbüşü nebulalar ve görkemli galaksilere hayranlıkla bakarken, Neil DeGrasse Tyson’un kadife sesinden, oralarda iki dakika bile hayatta kalamayacağınızı dinlesek de tınmayız. Uzay belgesellerinin en güzel yanı bize perspektif kazandırmasıdır. Bu perspektif de hiç şaşmaz ne kadar ufak ve önemsiz olduğumuzdur ki bir anda sorunlarımız karşısında ‘çok da şey yapmamak lazım’ öğretisi malum olur. İşte benim için uzay böyle mutluluk veren tezatlar dünyasıdır. Netflix’de son yıllarda yayınlanan şu üç belgesel tam olarak bahsettiğim duygularımı kabartırken ruh halimi de yukarılara çıkarıyor. Şiddetle tavsiye ediyorum.   

1-    Our Universe (2022)

Our Universe (Evrenimiz), uzayı ve henüz yalnızca bizim gezegenimizde olduğunu bildiğimiz yaşamı birlikte harmanlayan, üstelik bunu da filmlerinde sürekli Tanrı’yı oynadığı için mi bilinmez, sesi bize tanrısal gibi gelen Morgan Freeman’ın seslendirmesiyle yapan altı bölümlük bir belgesel dizisi. İlk yıldızlar, Güneş, yerçekimi, meteorlar ve gezegenimizin eğik pozisyonunun doğaya ve vahşi yaşama etkilerini ders kitaplarından az çok bilsek de Our Universe’in bize kattığı bakış açısı benzersiz. Andrew Cohen’in yapımcısı olduğu belgesel serisinde bolca bilgisayarla oluşturulmuş görüntüler (computer generated image- CGI) kullanılmış. Ustaca yapılmış CGI’lar atomlar ve yıldızlararası olaylar ile doğal ortamındaki hayvanlar arasındaki bağlantıyı gözler önüne sererken, Dünya’daki her tür yaşam formunun, evrenin en başından sonuna tüm zaman dilimlerinde gelişen olaylardan bağımsız ortaya çıkamayacağını bize hatırlatıyor. Güneş’i bir çitanın avlanma serüveni ile, zamanın akışını yeni doğan bir kaplumbağanın yaşam mücadelesiyle, yerçekimini biricik ruh eşini arayan penguenle birleştiren bu belgesel, müzikleriyle de ruhunuzu yükseltiyor ve yüzünüzde kesinlikle bir tebessüm bırakıyor.

2-   Black Holes: The Edge of All We Know (2021)

 

Bildiğimiz fizik kurallarının artık işlemediği kara deliklerin gizemi kimi cezbetmez ki? Stephen Hawking’in kulaklarımıza işlenen o mekanik sesiyle açılan bu 100 dakikalık belgesel, yalnızca kara delikleri anlamamızı sağlamakla kalmıyor, tarihte ilk kez bir kara deliğin fotoğrafının ne badirelerle çekildiğini de gözler önüne seriyor. Başta gururumuz astrofizikçi Feryal Özel olmak üzere farklı milliyetlerden bilim insanlarından oluşan Olay Ufku Teleskobu (Event Horizon Telescobe -EHT) ekibinin röportajları bu çalışmanın arkasında nasıl bir deha, azim ve iş birliği olduğunu gösteriyor. Her galakside en az bir tane bulunan ve bir girdap gibi sonsuza uzanan kara delikleri algılamamızın ne denli zor olduğu düşünülürse, belgesel bilgisayar destekli görseller ve animasyonlarla harika bir işe imza atıyor. Kozmoloji camiasında oldukça tanınan teorik fizikçilerin kara deliğin içine girenin kaybolacağı paradoksu üzerine fikir yürütmelerini izlerken, bir insanın neden tüm hayatını bu enigmayı çözmeye adadığını anlıyorsunuz. Hele EHT ekibinin o muazzam fotoğrafı elde ettikten sonraki şampanyalı kutlama partisi tam da STEM (science, technology, engineering, math) okumayı teşvik edecek cinsten.

3-   A trip to Infinity (2022)

 

Uzay denince akla gelen ilk sıfat sonsuz olsa gerek. Ama nedir sonsuzluk? Sayı mı, yer mi, kavram mı, fikir mi? Matematikçiler, teorik fizikçiler, kozmologlar ve tabi ki filozoflar bir saatten biraz fazla süren ama sonsuza kadar sürmesini dilediğiniz bu belgeselde bu soruyu tartışıyor. Tabi ki CGI’ların, animasyonların ve bir de sevimli bir çizgi karakterin yardımıyla bu akıllara zarar konuyu bir nebze anlıyorsunuz; öyle olunca beyniniz mıncıklanıyor ve zevkten dört köşe oluyorsunuz. Ne de olsa sonsuzluk öyle bir şey ki, mesela sonsuz olasılıkları sayacak olsanız Büyük Patlama’dan bu ana kadar her ince detayın aynı olduğu; ilk hücrenin bölünmesinden dinozorlara tutun da Romeo ve Juliette’in her satırından, Trump’ın geçen duruşmada giydiği kravatın rengine kadar, tek benim yazdığım şu kelmenin doğru yazıldığı bir evreni de sonsuz evrenleri sayarken dahil etmeliyiz. Evet sevgili okuyucu ‘kelime’ kelimesini yanlış yazdım, dönüp bakabilirsin. Sonsuzluğu bu şekilde gözümüzde canlandırmak matematik konusu gibi gelse de uzayın sonsuza kadar genişleyeceğini öngören kozmolojiyi hesaba katarsak işte size mükemmel bir uzay belgeseli ortaya çıkıyor. Ya insanlığın sonsuz uzay zaman içindeki geçici rolü? Ölünce sonsuza kadar ölü kalacak olmak başta endişe verici gelebilir ama o zaman da bunu düşünecek durumda olmayacağız. Şu an gazeteyi bırakıp ‘Sonsuzluğa yolculuk’ belgeselini izleyesiniz gelmedi mi?

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün