Hayati Molinas
Wagner grubu, Rus hükümeti ve Başkan Vladimir Putin ile bağlantılı bir Rus özel askeri şirketi.
Grubun faaliyetleri genellikle Rus hükümetiyle koordine edilse de yasal durumu hala belirsizliğini koruyor.
Rusya, özel askeri şirketleri resmi olarak tanımıyor; ancak Wagner grubu, Rus hükümetinin gizli onayıyla faaliyet gösteriyor gibi görünüyor. Wagner’in zaman içerisinde, Suriye, Libya, Orta Afrika Cumhuriyeti, Mali, Sudan ve Nijer’deki doğal kaynakların ortağı olurken, bu ülkelerdeki isyancı birliklere veya diktatörlere destek verdiği biliniyor. Bu ortaklıklardan elde edilen gelirlerin Rusya’nın savaş ekonomisini desteklediği yönünde bulgular mevcut. Wagner grubu son olarak Ukrayna savaşına dahil oldu; ancak son dönemlerde Rusya ordusu ile Ukrayna’daki savaş stratejisi konusunda anlaşmazlık içine düştükleri anlaşılıyor. Ayrıca Afrika’daki gelirlerin paylaşımında da sıkıntılar çıktığı ve bunun paralı askerlerin ödemelerine yansıdığı söyleniyor.
Geçen hafta bilindiği üzere, Wagner grubunun lideri Prigozhin, tüm bu gerginliğin ortasında, ağır silahlı paralı askerleri ve hapis cezalı suçlulardan oluşan çetesiyle işgal altındaki Ukrayna topraklarından Rusya'ya geçti. Hiçbir direnişle karşılaşmadan, önemli bir lojistik merkez ve askeri karargah olan Rostov'un kontrolünü ele geçirip ardından M4 otoyolundan Moskova'ya doğru ilerledi. Başkente 240 kilometre yaklaşmayı başarmışken, Belarus Başkanı Lukashenkov devreye girdi ve bir anda Putin ile Prigozhin arasında anlaşma sağlandı.
Prigozhin Minsk'e götürülürken, Wagner grubunun paralı askerlerinin silahsızlandırılacağı veya Rus ordusuna katılacağı yönünde bir anlaşma yapıldığı açıklandı. Bunun sonucunda Putin’in daha rahat uyuyabileceği düşünülebilirdi. Ancak Prigozhin iki gün sonra, Beyaz Rusya'nın kendisine Wagner grubunu bir ordu olarak tutmasına izin verdiği iddiasında bulundu. Putin, beklenmedik bir şekilde Wagner’cilerin Rusya’dan gitmekte özgür olduklarını söyledi. Prigozhin'in darbe sonrası ilk sesli mesajında ise, onun gerçekten Beyaz Rusya'ya (Belarus) çekilip çekilmediği veya buna niyetli olup olmadığı net değildi.
Çelişkiler içeren sürece bakıldığında isyanın kazananı ve kaybedeninin henüz belli olmadığını söylemek mümkün. Putin için, bu isyanın birçok casus ve üst düzey yetkilisinin bilgisi dahilinde olmasına rağmen, onu döngünün dışında tutmaları endişe verici olabilir. ABD istihbarat teşkilatları da bir şeylerin döndüğünü önceden bildiklerini iddia ediyor ve Rusya'nın Wagner ile yakın bağları olan GRU askeri istihbarat servisinin bu isyanının olacağını görememiş olmasının mantıksız olduğunu ileri sürüyorlar. Önleyici eylemin olmaması, bazı kilit oyuncuların, Başkan’ın günlerinin sayılı olup olmadığını sorguladıklarını ve gelişmeleri izlemeye karar verdiklerini gösteriyor sanki.
Şöyle bir geriye dönüp hatırlamakta fayda var. Dönemin Rusya Federasyonu Başkanı Boris Yeltsin, 1991 Sovyet darbe girişiminin bastırılmasında önemli bir rol oynamıştı. 19 Ağustos 1991'de, Sovyet hükümeti Başkan Yardımcısı Gennady Yanayev liderliğindeki bir grup olağanüstü hal ilan etmiş ve SSCB Başkanı Mihail Gorbaçov’u ev hapsine almıştı. Yeltsin, darbeyi derhal kınamış ve halk direnişi çağrısında bulunmuştu. Sonraki birkaç gün boyunca Yeltsin, demokratik muhalefete destek toplamaya devam etmiş, darbe liderlerinin otoritesine etkili bir şekilde meydan okuyan bir dizi kararname çıkarmıştı. Ancak Gorbaçov ve liderliğini yaptığı kurumlar yara almıştı. Bastırılan bu darbe girişimi Sovyetler Birliği Komünist Partisinin hızla çökmesine, dört ay sonra da SSCB'nin dağılmasına yol açmıştı.
1991 darbe girişimi, şimdi Rusya'da neler olabileceğine dair bir ipucu veriyor olabilir. Geçtiğimiz hafta sonu boyunca Rusya’da sistem durdu; bazı önde gelen rejim aydınları kayda değer ölçüde sessiz kalıp beklemeye geçti. Hiç şüphesiz çatışmada olası kazananı hesaplamaya çalıştılar. Rostov'daki insanlar isyancılara destek sloganları attı. Bütün bunları elbette ki Putin ve çevresi de yakından izledi.
Putin, 1991 yılındaki olaylardan ders aldıysa doğru zamanda harekete geçmek için bekliyor olabilir. Yani, bir cadı avıyla itibarını toparlayabilir. Bu arada, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’in “Son perdeyi henüz görmedik” dediğini not olarak düşelim.
Khodorkovsky gibi sürgündeki Rus muhalefet liderleri Wagner’in darbe girişimini, son 20 yılda Rusya'da meydana gelen en ciddi siyasi olaylardan biri olarak nitelendiriyor. Ayrıca “demokratik muhalefet farklı senaryolara hazırlandığı için durumdan yararlanamadı” diye yakınıyor ve demokratik hareketin bir ders alması gerektiğini, zira rejim değişikliğinin sandıktan çıkmayacağını düşünüyorlar.
Ancak demokratik muhalefetin sahadaki olayların gidişatını nasıl etkileyeceği büyük bir soru işareti. Sürgündeki muhalif gruplar arasında ciddi anlaşmazlıklar mevcut. Tıpkı Romanov’ların 1917’de katledildikten sonra Vladimir Lenin’in Almanya’dan ülkesine geri döndüğünde karşılaştığı tablo gibi. O zaman da, şimdi olduğu gibi, muhalefet parçalanmış, farklı siyasi gündemleri ve ideolojileri destekleyen, birbiriyle rekabet eden gruplara bölünmüşlerdi.
Bugün de Rus Eylem Komitesi, diğerlerinin yanı sıra eski bir Rus milletvekili olan ve şimdi Kiev'de yaşayan muhalif Ilya Ponomarev ile anlaşmazlığa düştü. Ayrıca Rusya'nın en tanınmış muhalefet lideri, hapisteki Alexei Navalny ile koordinasyon çabaları da boşa çıkmış durumda.
Rusya'nın geleceği belirlenirken Batı ne yapacak? Tıpkı Rus muhalefeti gibi, Batılı güçler de muhtemelen Rusya'da büyük küresel sonuçlara yol açabilecek başka bir büyük ayaklanmanın beklentisi içine girebilir. Büyük jeopolitik resme bakarken tabii ki Çin ve Hindistan’ın duruşları da çok önemli. Şimdilik onlar da sessiz kalıp izlemeyi tercih ediyorlar.
Rusya’daki olası bir siyasi çöküşün, son zamanlarda güçlenen ve dolar para biriminin üstünlüğünü yok etmeye çalışan BRICS üyeleri (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’nın kurdukları birlik) ve destekleyicilerinin de planlarını uzun bir süre erteleteceği görünüyor.