Tenis severlerin heyecanla beklediği Wimbledon Turnuvası genç İspanyol raket Carlos Alcaraz’ın beş saatlik maç sonucu Sırpların keçi lakaplı Novak Djokovic’i yendiği tarihi bir zaferle sonuçlandı. Yerinde izleme şansı bulduğum maç öncesi Merkez Kortun üzerinde yer yer çiseleyen serin ve rüzgarlı bir hava vardı. Genel kanı maçın üç sette Djokovic lehine biteceği, genç İspanyol raketin evine final oynama gururu ile döneceği yönündeydi. Benim gibi Alcaraz’ı destekleyenler sayıca daha az gibi görünsek de tüm kalbimizle kazanmasını istiyor, dahası bunun gerçekleşeceğine büyük bir inanç duyuyorduk. Alcaraz sadece bir oyuncu değil, tutkulu bir şekilde değişime ihtiyaç duyanların çim korttaki temsilcisiydi. Beklenen değişim bu sefer olmalıydı. Setler ilerledikçe Alcaraz seyircilerdeki coşku ibresini kendine lehine çevirmeyi başardı. Kazanabileceği inancı kalpten kalbe yayıldı. Onun aldığı sayılarda insanlar yerlerinden fırlıyor, Djokovic’in aldığı sayılar alkışlarla selamlanıyordu. Turnuva değişim isteyenler için mutlu sonla bitti. Alcaraz yüzündeki o kocaman gülümsemesiyle kupayı kaldırdığında yüzünde gülümseme olmayan tek bir insan kalmamıştı. Bu zafer değişime olan inancı ve umudu pekiştirdi. Peki bu turnuva nasıl başlamıştı? Çim sahaya ilk tenis topu ne zaman ve nasıl değdi? Gelin kısaca Wimbledon tarihine bakalım.
Her şey, 9 Haziran 1877’de magazin dergisi The Field’de yayınlanan "All England Croquet and Lawn Tennis Club, 9 Temmuz Pazartesi ve sonraki günlerde Wimbledon’da tüm amatörlere açık bir çim tenis turnuvası düzenlediğini duyurur" ilanıyla başladı. All England Club, 1869’da Wimbledon’da dört dönümlük çayırlık araziyi yalnızca kroket oynanması amacıyla kiralayarak kurulmuş, ancak yeni yeni yayılan tenis, kroketi hızla geride bırakmıştı.
Duyuru sadece erkeklere yönelikti. Kadınların başvurması yasaktı. Başvuran 22 erkek kendi raket ve ‘topuklu ayakkabılarını’ getirmeleri konusunda önceden uyarıldılar. Toplar için dert etmelerine gerek yoktu. Topları kulübün bahçıvanı sağlayacaktı. İlk turnuvanın koşullar ilkeldi. Geçici olarak kurulmuş üç sıralık tahta iskele üzerinde 30 kişilik sandalye dizilmişti. Final için toplam katılım 200'dü. Raketler şekil ve ağırlık olarak kar ayakkabısını andırıyordu. Topların etrafında elle dikilmiş pazen dış kılıfları vardı.
Sonraki seneler kadınlar da yarışmak için başvurdu. Talepleri her seferinde nazikçe red ediliyordu. Ancak o dönem toplum yaşantısında her alanında olmak için gösteriler yapan kadınları durdurmak imkansızdı. Bu öncü kadınlar gözlerini Wimbledon’un çim kortuna da diktiler. All England Club 1884'te bu baskıya teslim oldu. Ancak cinsiyetler arasında ayrımcılık devam etti. Kadınların çim kortlara erkeklerin turnuvası tamamlandıktan sonra adım atabileceklerdi. Birincilik ödülü, ‘20 gine değerinde’ bir gümüş çiçek sepeti olarak belirlenmişti. Bu ödül Warwickshire kilisesi rahibinin kızları Maud ve Lilian Watson'ın da bulunduğu on üç kadının ilgisini çekti. Finale kalan 19 yaşındaki kız kardeşlerden Maud Watson maçı üç sette kazanarak adını tarihe yazdırdı.
Maud Watson
Wimbledon zaman içinde hem turnuvanın hem de tenis sporunun gelişim gösterdiği özel bir alan olma halini aldı. Yeni tenisçilerin çıkmasına olanak veriyor, tenis sporunun ilerlemesini sağlıyor, dahası oyunun kurallarını oluşturuyordu. Tenise ve turnuvaya ilgi yeni kortların yapılmasını zorunlu kıldı. Tenis, kriket için ayrılan alanı tümüyle kapladı. Wimbledon’a farklı ülkeden tenisçiler gelmeye, turnuva uluslararası bir hal almaya başladı. II. Dünya Savaşı bile bu coşkuyu durduramayacak ancak izini bırakacaktı.
1939’da II. Dünya Savaşı patlak verdiğinde All England Club, Londra'nın kalbine yakın konumu nedeniyle savaştan etkilenebileceklerini biliyordu. Altı yıllık savaş boyunca Wimbledon’a binden fazla bomba düştü. Yaklaşık 14 bin ev yok oldu. 11 Ekim 1940’da Almanlar, Merkez Kort’u bombaladı. Rakip tribününün bir köşesi tümüyle yıkıldı. Wimbledon bu bölümü 1947’ye kadar onaramadı. Hasar 1.200 koltuğu kullanılamaz hale getirse de turnuvalar durmadı. 1946 yılındaki turnuvaya 23 ülkeden tenisçiler geldi.
Wimbledon’ı anınca çilekten bahsetmemek olmaz. Zahmetsizce hazırlanan, dağıtımı kolay olan ve çoğunluğun severek yediği çilek kurulduğu dönemden beri Wimbledon’ın simgelerinden biri. Son 25 yıldır Hugh Lowe Farms tarafından temin edilen çilekler turnuva zamanı hazır olacak şekilde özenle üretiliyor. Her maç günü için o sabah toplanan çilekler satışa sunuluyor. Kayıtlara göre turnuva boyunca her yıl 38,5 tondan fazla çilek toplanıp tüketiliyor.
Bir mahalle eğlencesinden çıkan dünyanın en sevilen tenis turnuvalarından biri olan Wimbledon’un kısa tarihçesi böyle. Bu vesileyle genç İspanyol raketin zaferini bir kez daha kutluyor, değişimin coşku dolu rüzgarlarının hayatın her alanında esmesini diliyorum. İyi olan hep kazansın!