Washington'dan Herzog geçti

İsrail Devlet Başkanı Herzog´un geçtiğimiz hafta Washington´a gerçekleştirdiği ziyaret birçok açıdan ilginç yönleri ile kayıtlara geçti.

Marsel RUSSO Dünya
26 Temmuz 2023 Çarşamba

Başbakan Netanyahu’nun Başkan Biden yönetimi ile arasının pek iyi olmadığı, bunun eski Başkan Obama döneminden beri böyle olduğu biliniyor. ABD Demokrat yönetimlerinin genelde Filistin sempatizanı tavır takındıkları, İran’ın nükleer macerasında, Cumhuriyetçilerin aksine daha tavizkar, müzakerelere açık bir politika izledikleri malum. Başbakan Netanyahu içinse İran kalın bir kırmızıçizgiyi ifade ediyor. Bunu, birçok kez, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu da dâhil olmak üzere değişik yerlerde dile getirdi. Esas itibarıyla İran’ın İsrail’e karşı geliştirdiği söylem İsrail’in güvenliğine tehdit oluşturuyor ve bu ülkede tüm siyasi görüşler tarafından böyle algılanıyor. Ancak, Kudüs’ün önce Obama, sonrasında Biden yönetimleri arasındaki doku uyuşmazlığı ciddi boyutlara ulaşmış durumda.

İsrail’de yapılan son seçimlerin iktidara taşıdığı aşırı sağ hükümet ve onun yürürlüğe koymayı arzu ettiği bir dizi uygulama, bir yandan halkı, ‘demokrasinin çökertilmek istenmesine’ karşı sokaklara dökerken, bir yanda da, özellikle Demokrat ABD kamuoyunda, endişelere neden oluyor. Belki de buna endişe yerine antipati demek daha yerinde olur. Bunu sol eğilimli Yahudi kamuoyunda da takip etmek olası.

Herzog’un ziyareti işte kabaca sınırlarını çizmeye çalıştığım bu atmosferde gerçekleşti. Devlet başkanının İsrail’de halkı temsil etme yetkisi yok. Erkin başındaki kişi o değil. Dolayısıyla diplomatik eğilimlere göre, bunu bir iyi niyet ziyareti olarak tanımlamak gerekir. Ancak tıpkı daha önceki Ankara ziyareti gibi, Washington ziyareti de, kendinden menkul nedenlerden dolayı önem taşıyor. Netanyahu’nun açamadığı kapıları, Herzog, siyaset üstü kimliği ve mesajları ile daha kolay açar görünüyor. Başkan Biden ile Oval Ofis’te gerçekleştirdiği görüşmesi sonrasında, Kongre’nin birleşik oturumunda söz alması, ABD – İsrail ilişkilerinin önemine değinmesi, ülkesinin meydan ve sokaklarında aylardır süren hükümet karşıtı gösterilerden söz etmesi kıymetli idi, hiç şüphesiz.

“ABD’nin en yakın partneri ve dostu olmaktan gurur duyuyoruz (…) ABD kuvvetli iken İsrail daha kuvvetlidir. İsrail kuvvetli iken ABD daha güvendedir…” sözleri İsrail’in ikili ilişkilere verdiği öneme vurgu yapması açısından önemli. İki başkent arasında hüküm süren soğukluğun geçici olduğunu teyit etmek, ortak çıkarlara atıfta bulunmak, Ortadoğu’daki gelişmelerin ışığında işbirliğinin kıymetine değinmek, bunu yaparken ‘kuvvet’ ve ‘güven’ motiflerini dile getirmek, önceliğin nerede olduğunu teyit ediyor.

Son yıllarda İsrail’in bir apertheid ülkesi olduğu iddiaları özellikle Amerika’da – ve aynı zamanda Kanada’da da – sıkça dile getiriliyor. Bu kavram üzerinden azınlıkların ırkçı uygulamalara maruz kaldıkları iddiası başta gençler arasında popüler bir söylem olarak dolaşıyor. Herzog konuşmasında, “İsrail, Yüksek Mahkemesi ve adalet sistemi tarafından teminat altına alınan canlı demokrasisi ile övünüyor…” derken bir yandan ülkesini bir apertheid rejimi olmakla suçlayanlara gönderme yapıyor, öte yandan hükümetin Yüksek Mahkeme ile ilgili yapmaya çalıştığı tasarrufa karşı girişilen gösterilere atıfta bulunuyor, bunun demokratik ilkelerin savunulması açısından ne denli kıymetli olduğunun altını çiziyor. Ortak değerlere zarar veren terör karşısında İsrail’in, tıpkı ABD gibi kararlı bir tutum izlediğini de eklemeyi unutmuyor.

Herzog’un konuşmasına Kongre’de boykot

Burada bir virgül koymak ve Herzog’un Kongre’deki konuşmasının bazı üyeler tarafından boykot edildiğinin altını çizmek gerek. Aralarında İsrail karşıtlığı ile bilinen Rashida Tlaib ile İlhan Omar’ın da bulunduğu dokuz boykotçunun adlarını içeren bir listenin, Cumhuriyetçi başkan adaylarından, bir dönem ABD’nin Birleşmiş Milletler nezdindeki elçiliğini yapmış Nikki Haley tarafından tweetlenmesi, konu etrafında ciddi bir tartışmanın alevlenmesine neden oldu.

Geçtiğimiz Şubat ayında, 2024 başkanlık seçimlerine aday olduğunu ilan eden Haley’nin görevde olduğu süre zarfında, ABD’nin Güvenlik Konseyi’nde her zamanki gibi, İsrail’i desteklediğini, güvenlik, terör, İran’ın nükleer yapılanması konusunda taviz vermediğini anımsatmak gerekir. Bu anlamda, özellikle aday olduktan sonra, kâh verdiği demeçlerde kâh sosyal medya üzerinden yaptığı paylaşımlarda, bir yandan Biden yönetimini benzer desteği sağlamadığı için eleştirirken, öte yandan yukarıda değindiğim boykot mevzuuna benzer konularda da İsrail’i destekler koyu eleştirilerde bulunuyor.

Bu anlamda, dokuz boykotçudan biri olan AOC (Alexandria Ocasio-Cortez) ile Haley arasındaki tweet savaşı, Amerikan kamuoyundaki farklı İsrail algılarını göstermesi açısından kayda değer. Haley’in isim listesi altındaki “Bu dokuz Kongre üyesi İsrail’in ırkçı olduğuna inanıyorlar. Bunu unutmayacağız” şeklindeki notuna, AOC, “Ooo şu liste! Belki de onlara apertheid rejiminin yanlış olduğunu savunan Kongre üyeleri demek gerekir… Ya da Filistinlilere uygulanan hak ihlallerinin farkında olan Kongre üyeleri demek daha doğru olur…” diye yanıt vermiş.

AOC, Birleşmiş Milletlerin ilgili birimlerinin, ABD Uluslararası Af Örgütü’nün ve İsrail’deki bazı insan hakları kuruluşlarının raporlarına atıfta bulunduğunu ifade etmiş. Kongre’nin artık kafasını kumdan kaldırması gerektiğini söylerken, Haley cevabında bu kuruluşların nedense Çin, İran, Küba ve Venezuela’daki olaylara tepki vermediğinin, Birleşmiş Milletler’de sayısı azımsanmayacak Yahudi ve İsrail karşıtı ülke olduğunun altını çizmiş.

Buradaki laf pazarlığını AOC’nin üstlenmesi, Filistinli Arap geçmişi olan Rashida Tlaib ile defalarca İsrail’e hakaretler yağdıran İlhan Omar’ın Haley ile diyaloga girmemeleri not edilmesi gereken bir ayrıntı. Neticede, AOC, 2018’de verdiği bir röportajda, İsrail – Filistin sorunu veya kendi deyimi ile ‘Filistin’in işgali’ hakkında uzman olmadığını söylemişti. Dolayısı ile tekrardan, bu kez Herzog’u boykot edenlerin arasından sıyrılıp Haley ile böylesi bir tartışmaya angaje olması, öğrenilmiş bir durumu gösteriyor, belki de…

Nitekim Stand WithUs Israel’in direktörü Michael Dickson sosyal medyadan AOC’yi eleştirirken Tweetinizden daha yüzeysel olan, böylesi önemli bir konuda, çözüme hiçbir katkısı olmayan gevşekliğinizdir” diye yazmış. Unutulmaması gereken ikircikli başka bir konu ise, Herzog’un ülkesinde bir süredir pek etkili olmayan sol görüşü temsil ettiğidir, kanımca…

Herzog’un hitabı tarihi miydi?

Konuk Devlet Başkanı’nın Kongre’nin birleşik toplantısındaki konuşmasının arka planındaki söz savaşları elbette ki bununla sınırlı olmadı. Gelin görün ki, bırakın bölgedeki, dünyadaki birçok ülkeyle kıyas kabul edilemeyecek bir demokrasi kültürüne sahip İsrail’in şeytanlaştırılması yeni değil. Hatta eskiyecek gibi dahi değil.

Bazı üyelerin kendisini, dolayısı ile İsrail’i, İsrail halkını boykot ettiğinin bilincinde, Herzog, bu konuya dolaylı olarak değinirken, ülkesinin yapıcı eleştirilere - “hele saygıdeğer Kongre’nin üyelerinden, dostlardan geliyorsa” - açık olduğunun altını çizdi. Ancak “bunların, İsrail’in var oluş haklarını inkâr edecek sınırı aşmaması” gerektiğini de herkesin anlayacağı bir şekilde ifade etti. Yahudi halkının kendi geleceğini belirleme hakkını tartışmaya açmanın meşru bir diplomasi olmadığını, buna ancak antisemitizm” denilebileceğini de ilave etti.

Herzog’un hitabı ‘tarihi’ olma statüsüne girer mi? Bilemiyorum! Zaten buna karar verecek olanlar ben, bizler değiliz. Ancak, günün şartları göz önünde tutulacak olursa, tarihe not düşen hatırlatmalarda bulunan, özellikle sol Yahudi / Amerikan görüşü üzerinde olumlu bir etki yapacak cinsten bir konuşma olduğu fikrine katılmamak mümkün değil.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün