Rodos deyince ilk aklımıza gelen kum renkli taşlardan kalesi, Templiye Şövalyeleri, mavi denizi, şehir meydanındaki şadırvanlı çeşmesi ve girişini geyiklerin beklediği limanıdır. Peki, bu adada tarih boyunca neler yaşanmış, kimler yaşamış?
Adaya ilk yerleşimlerin MÖ 2500 civarı olduğu, MÖ 1500’den itibaren Girit Miken Uygarlığının adaya gelmeye başladığı biliniyor. MÖ 1000 yılında Dorlar’ın adaya gelmesiyle popüler olmaya başlamış. Dorlar zamanında adadaki Lindos, Lalyssos ve Kameiros şehirleri kurulmuş.
MÖ 5. yüzyılda Rodos, Yunan şehir devletleri birliğine katıldı. MÖ 357’de bir Anadolu devleti olan Karya, adayı ele geçirdi. Kısa bir süre sonra Persler adaya egemen oldu ama bu dönem kısa sürdü. Büyük İskender’in Pers Savaşları ile, MÖ 332’de İskender’in fethettiği topraklara katıldı. İskender’in ölümünden sonraki üç general hanedanından Helen Ptolemaios ile yakın ilişkisini sürdürmeye devam etti; Akdeniz gemi ticaretinde İskenderiye Limanı ve Mısır ile iyi bir konuma geldi.
Ptolemaios zamanında, bağımsız bir krallık olan Rodos, coğrafi konumuyla Mısır, Anadolu, Fenike, Kıbrıs, Girit ve Yunanistan arasındaki ticaret yollarının kesişme noktasıydı. Rodos, Büyük İskender’in zaferinden sonra, ada Helenistik dönemde önemli bir cazibe merkezi haline geldi. Antik dönem coğrafyacısı Strabon yazdıklarında, Rodos’un kent yapısı, limanları, caddeleri, surları ve kamusal yapılarıyla, gezip gördüğü birçok kenti geride bıraktığını söyler. Bir tarih dilimi olarak bahsetmek gerekirse Büyük İskender’in son seferini yaptığı ve öldüğü MÖ 323’ten, Roma İmparatorluğu’nun Mısır’ı işgaliyle MÖ 30’da Ptolemaios Hanedanının sona erdirdiği tarih arasındaki zamanda, bölgedeki deniz ticareti neredeyse Rodos Krallığından sorulmaktaydı. Adanın küçük yüzölçümü ve kısıtlı doğal kaynakları, geçimlerini buğday, şarap ve zeytinyağını, üretmekten ziyade alıp satmaktan ve korsanların esir ticaretinden gelmekteydi. Geçim dediğime bakmayın, Rodoslular zamanının en zengin halklarındandı ve tefecileri, ‘polis’lere (dönemin şehir devletlerine) borç para veriyordu. İşleri gereği kullandıkları gemilerin yapım teknikleri çok ileriydi ve sırlarını gizlemek için hiçbir yabancıyı tersanelerine yaklaştırmazlardı. Hal böyle olunca, adanın etrafındaki verimli topraklarda (Anadolu, Yunanistan, Girit) genellikle tarım ve hayvancılık yapılırken, Rodos, gemi yapımının yanı sıra, mimarlık, heykeltıraşlık ve sanatta ileriydi.
Rodos, Büyük İskender'in haleflerinden Antigonos'un oğlu Demetrios kumandasındaki donanma tarafından MÖ 305'te bir yıl süreyle kuşatılmıştı. Buna karşılık Rodos, ortak düşmana karşı, Mısır’daki I. Ptolemaios Hanedanıyla ittifak kurarak destek almış. Gelen destek sayesinde, Antigonos’un ordusu, silah ve teçhizatının çoğunu terk ederek kuşatmayı bırakmak zorunda kalmıştı. Bu zaferlerini kutlamak için Rodoslular, kuşatmacıların bıraktıkları teçhizatı satarak, parayı bu zaferi ölümsüzleştirecek bir eser inşa etmek için kullandı. İşte bu eser, Dünyanın 7 Harikası arasında bulunan Rodos Heykeli.
Antik dünyanın 7 harikasından biri Rodos Heykeli Colossus’un tasviri.
7 harikadan biri
Heykel yapımı ve inşaatta da ileri düzeyde olan Rodoslular, bu zaferin anısına dillere destan olacak bu eser için usta heykeltıraş Lysippos’un öğrencisi Lindos’lu Khares’i görevlendirdi. Khares’in tasarladığı heykel 32 metre yüksekliğinde ve tamamen tunçtandı. Heykelin yapımı için sadece terkedilmiş ganimetin parası yeterli gelmedi. Heykelin malzemesini sağlamak için tüm Rodos halkının elinde ne kadar tunç eşya varsa hepsi toplanmış ve eritilmiş.
Heykel, Rodos Adası Limanı'nı koruyan, girişindeki karşılıklı mendireklerin iki ucunda taş kaidelere ayakları basar ve bacakları açık vaziyette konumlandırılacak ve adaya gelen gemiler bu heykelin bacaklarının altından geçerek limana girebileceklerdi. Heykelin yukarıya kalkmış sağ elinde, uzaklardan görülebilen yanan bir meşale; vücudunun sol tarafında ise kuşanmış olduğu ok ve yay olacaktı. Başının üzerinde ise ışık hüzmeleri şeklinde okların olduğu bir taç yer alacaktı. Bu dev erkek heykeli bu şekilde Yunan Güneş Tanrısı Hellios’a benzetilmişti. Yani Rodos’a gelenler, buradan yükselen Güneş Tanrısının yaydığı ışıkla yönlerini bulacaktı. Heykelin yapımı 12 yıl sürdü ve bittiğinde gerçekten tüm dünyanın hayran kaldığı bir eser ortaya çıktı. Colossus olarak bilinen bu heykelin günümüzdeki versiyonu ise, New York’ta Amerika’ya denizden gelenleri karşılayan, elinde meşalesiyle Özgürlük Heykeli'dir.
Kesin olmamakla birlikte; Rodos Heykeli Colossus’un ayaklarının bastığı taş kaidelerin yerinde bulunan, günümüz Rodos Liman girişindeki, gelen gemileri karşılayan geyikler.
Rodos’un dev heykeli, MÖ 226'da adayı vuran bir depremle devrilip parçalandı. Ancak heykelin parçaları MS 654 yılına kadar düştüğü yerlerde kalmaya devam etti.
Roma İmparatorluğu’nun Yahudiye Valisi Büyük I. Herod, bu adayı birkaç kez ziyaret etti. İlk olarak MÖ 40'ta, Roma'ya giderken, Pamfilya yakınında gemisi fırtınaya yakalanmış ve yakınındaki Rodos’a sığınmak zorunda kalmıştı. Tarihçi Josephus'un anlatımına göre buradayken İmparator’un yerel halkla teması olmuş ve tanınmıştı. Actium savaşının ardından da Herod Rodos’ta, muzaffer komutan Octavianus ile karşılaşmıştı. Bu vesileyle Herod, yeni Roma İmparatoruna sadakat ve dostluğunu ilan etmiş ve sonucunda Yahudiye'nin kralı olarak yeniden atanmıştı. Josephus, anlatımında Herod’un, Rodos'a önemli miktarlarda ekonomik yardım sunduğundan, birçok geminin yapımına katkıda bulunduğundan ve yanan Pythian tapınaklarının yeniden inşasına yardım ettiğinden bahseder. Bu yakınlaşma Yahudiye’den kalabalık bir nüfusun Rodos’la ticaret yapmasına ve buraya gelip yerleşmesine vesile oldu.
İlk Yahudilerin Rodos'a ne zaman yerleştiği kesin olarak bilinmemekle birlikte, Helenistik dönemin sonlarına doğru adada bir cemaatin var olduğu bilinmekte. MÖ 142’deki bir Roma kararnamesinde, bu adada görev yapan baş rahip Simeon yönetimindeki Yahudiler ile Roma Senatosu arasında karşılıklı güven anlaşması yapıldığı belirtilir. Kral Herod’tan sonrasını atlayıp Roma sonrası döneme geliyorum.
Roma dönemi
Yıkılan Colossus Heykelinin parçalarına dönelim. 7. yüzyılda ada Arapların elindeydi ve adanın fatihi Muʾaviye, Rodos Heykelinin kalıntılarının yok edilmesini emretti. Bu parçalar 90 deve yüküyle Edessalı (Kuzey Suriye) Yahudi bir tüccara satıldı. Bundan sonrasında da adanın tarihinde her daim yer almış bir Yahudi varlığı gözlenir oldu. 12. yüzyılda seyyah Tudelalı Binyamin, Rodos’ta 400 kadar Yahudi bulunduğunu yazar.
7. yüzyıldan 9. yüzyılın başlarına kadarki dönemde Rodos, Arap donanmalarının hedefiydi. 654’te Emevî Halifesi Mu’aviye Ebû Süfyân’ın filosu adaya çıkarma yaptı. Araplar adayı 717-718’de bir süreliğine işgal etti ve sonra çekildiler. Abbâsî Halifesi Hârûnürreşîd ise 807 yılında adayı ele geçirerek bütünüyle yıktı. Sonrasında Bizanslılar Rodos’u tekrar imar etmek amacıyla birçok kilise inşa ettiler. Adada rastlanan birçok Bizans kilisesi bu dönemden kalmadır. Bunların en eskisi bir 9. yüzyıl yapısı olarak Lindos’ta bulunur.
Adanın tanınmış vitrinine gelecek olursak, 1099’da Kudüs’te kurulmasından başlayarak, 1309’da tamamen ellerine geçirmelerine kadar, Saint Jean Şövalyeleri (Hospitalier) ile Bizans, Ceneviz ve Venedik arasında ada çok çekişmelere sahne oldu. Hospitalier Şövalyeleri, yıkılan Rodos şehrinin arazisi üzerinde Ortaçağ Avrupası’nın en sağlam kabul edilen kalesini inşa ettiler. Hristiyan Avrupa’nın en aristokrat ailelerinden gelen bu şövalyeler Rodos’u üs yaparak Hıristiyanlık adına Doğu Akdeniz’de seyreden Müslüman gemilerine korsan saldırıları düzenledi.
Rodos’a gelenleri karşılayan Saint Jean (Hospitalier) şövalyelerinin kalesi.
Ada henüz Arap egemenliği altındayken, Engizisyon baskısından kaçanlar 1280’den itibaren Aragon’dan buraya gelip yerleşmeye başlamıştı. Gelenler arasında Yahudiler de yer alıyordu. Liman yakınındaki surların diplerinde, Latince getto manasındaki Vicus Judeorum mahallelerini kurmuşlardı, 1480’de Türkler de dahil, şehirlerine yapılan akın ve kuşatmalara karşı kahramanca direnmişlerdi; bu esnada evleri ve ibadethaneleri de yıkılmıştı. Şövalyelerin Grand Master’ı Pierre d'Aubusson, buradaki halkı onurlandırmak adına işgal ve kuşatmalar esnasında, inşa edilecek kiliselerle beraber bir sinagogun da inşasına onay vermişti. Ada 1482’de büyük bir deprem ve 1498-1500 arasında büyük bir veba salgını geçirdi. 1522’de Kanuni Sultan Süleyman 150 bin kişilik ordusuyla, aylarca süren bir kuşatmayla adayı ele geçirdi. O zamana kadar adada yaşayan Yahudi kadınlar ipek dokumada, erkekler ise deri tabaklamada büyük ustalık kazanmıştı.
Osmanlı döneminde Sefarad Rodos
Osmanlı yönetimi altında, Rodos önemli bir Sefarad merkezi haline geldi. Kayıtlara göre 1520-66 arasında adada 144 Yahudi hane vardı ve bu dönemde İspanya ile Portekiz’den sürgün edilen Marrono Yahudiler de adaya gelmişti. İspanyolca konuşulan bir cemaatin olması sebebiyle, Selanik’te yaşayan 150 kadar daha Yahudi aile, hatta İzmir ve Kudüs’ten dahi Yahudiler padişah emriyle Rodos’a getirtilip yerleştirildi.
Rodos’taki en eski sinagoglardan olmasına rağmen geçirdiği restorasyonlar ile günümüzde halen faal olan Kahal Shalom Sinagogu içinden görünüm ve okuma kürsüsü.
Osmanlı döneminde, cemaatin 1577 ve 1593'te inşa edilen, Kahal Grande ve Kahal Shalom adlı iki sinagogu oldu. Bu dönemde buradan yetişen önemli şahsiyetler arasında şair Judah Zarko, din alimi Judah Ben Verga, Moses Bussal gibi isimler vardı. Cemaatin iştigal ettiği meslekler ise doktorluğun yanı sıra marangoz, derici, kuyumcu, çiftçi, balıkçı, dokumacı gibi zanaatkarlar da vardı. Daha zenginler ise kumaş, ipek, kükürt ve reçine tüccarlarıydı. Buradan yetişen bankacılar da vardı: 1819'da Behor Alhadeff’in kurduğu banka sonraları Solomon Alhadeff and Sons olarak faaliyet gösterecek, Levant Diyarında güçlü bir finans kurumu haline gelecekti. Adada güçlenen Yahudi varlığıyla, Şövalyeler dönemindeki sinagoglara ilave olarak Kahal Kamondo, Keila de los Ricos olarak da adlandırılan Kahal Tikun Ḥatẓot ile yeşiva ve midraşlar eklendi. 1895'te, ünlü eğitimci ve tarihçi Abraham Galante, Terakki Okullarına benzer bir müfredatla Tifereth İsrael Okulunu ve 1900’lerin başında kız ve erkek çocuklar için Alliance Israélite Universelle Okullarını açtı. 1840 yılındaki Kan İftirası dışında ada toplumu en rahat yıllarını Osmanlı yönetimi altında yaşadı. Bu dönemde Rodos’daki nüfus 4000 kişiye yakındı.
Rodos Yahudi Mahallesi La Juderia içerisinde, Kahal Shalom Sinagogu girişinin de bulunduğu sokak
17. yüzyılın ortalarında Rodos din eğitimi konusunda da iyi bir yere sahipti. 1662’de kendini Mesih ilan eden Selanikli Sabetay Zvi de Eretz Yisrael’e doğru yolculuğuna çıktığında bir ay kadar adanın Hahambaşısı Safedli Moses de Vushal’ın evinde kaldı ve onun kurduğu yeşiva’ya başkanlık etti. Burada Yismah Moshe Eserini yazdı. Vushal’ın oğlu da Sabetay Zvi’nin takipçisi olmuştu.
Rodos’tan diplomatik delegasyonda söz sahibi kişiler de yetişmişti. Aaron Raḥamim Franco, 1769'dan itibaren Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Rodos'taki konsolosuydu.
Soykırım ve sonrası
1912'de Balkan Savaşları ile Rodos ve 12 Adalar İtalyan egemenliğine girdi. O zamanlar Rodos'ta yaklaşık 4.500 Yahudi vardı. Rodos, Levant Diyarında İtalya’nın uzantısı haline geldi ve İtalya’dan da gelip yerleşen Yahudiler oldu. Hatta İtalyan Yahudilerinin hahamlık ekolü olan Collegio Rabbinico, adaya gelip buradan Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika’da yaşayan Yahudi topluluklarına hizmet vermeye başladı. Ancak 1938’den itibaren Faşizmin yükselişiyle bu ekol kapandı. Bulgaristan, Yunanistan ve Osmanlı’dan adaya gelip yerleşen Yahudiler için, bütün Avrupa’da olduğu gibi burada da Nazi Partisinin iktidara gelmesiyle rahat zamanların sonuna gelindi.
Karadeniz’de yaşanan Struma faciasının bir benzeri Rodos’ta da yaşandı:
18 Mayıs 1940’ta, Bratislava’nın Pentcho Limanından 400 Slovak Yahudi’si ile hareket eden bir gemi Tuna Nehri, Karadeniz, Boğazlar ve Ege’yi geçerek Yunanistan’ın Mytilene Limanına kadar gelmişti. Yahudileri taşıyan gemi, Sisam Adası açıklarında arızalanarak batma tehlikesi geçirmiş ve gemidekiler yanlarındaki tüm bavul ve eşyalarını kaybetmişti. Güç bela Rodos Limanına girebilen hasarlı gemi, Yahudi mültecileri burada boşalttı. Bu insanlar adadaki stadyumda yokluk içinde aylarca barındı. Bu süreçte yerel Rodos Yahudileri onlara yiyecek, erzak ve battaniyelerle yardım etti. İtalyanların adaya gelmesiyle bu kişiler adada kurulan Campo San Giovanni mülteci kampında, çadırlarda 1,5 yıla yakın bir zaman geçirmişlerdi. Almanların adayı işgaliyle, yaklaşık 2000 kişiye kadar inen Yahudi nüfus savaş bittiğinde birkaç yüz kişiye kadar inmişti. Ada Yahudilerinin toplama kampı önce Pire’de kurulan Haidari, sonra da Auschwitz/Birkenau idi. Bu noktada, tabii ki henüz 29 yaşında olan ve onlarca ada Yahudi’sine Türk pasaportu vererek ölümden kurtaran Konsolos Salih Salahattin Ülkümen’i saygıyla anmak gerekir.
İsrail’deki Diaspora Müzesi arşivinde bulunan, 1940’da Slovakya’dan gelen geminin yoluna devam edememesi sonucu adada mahsur kalan Yahudi mültecilerin Stadyum ve San Giovanni mülteci kampındaki çadırları.
Rodos 1947'de Yunanistan'a geri kazandırıldığında adada 50 kadar Yahudi yaşıyordu; sonrasındaki 20 yıl boyunca daha da azaldı. Ancak günümüzde Yunanistan anakarasından gelip yerleşen bir nüfusla adada aktif bir Yahudi diasporası bulunmakta ve Kahal Şalom Sinagogu faaliyetine devam etmekte. Ancak daha çok turistik amaçlı ziyaretlere ev sahipliği yapmaktalar.
Yazımın sonunda, doğruluğu herkesin kendi yorumuna bağlı bir anektot:
Mitolojiye göre, daha doğrusu Tevrat’a göre, yeryüzündeki kıtalar Nuh Peygamber’in üç oğlu Şem Ham ve Yafet arasında bölüştürülmüştü. Yafet’in soyundan gelenler, kendilerine tahsis edilen topraklara dağılmadan önce, Yafet’in torununun adı Yavan idi. Yavan İbranca İon yani Yunanistan demektir. Yavan’ın oğlunun adı ise Dodanim idi. İbranca D harfi Dalet (ד) ile R harfi Reş (ר), yazılışları birbirine çok yakın olan iki harftir. Samaritian Tevrat’ın yazımı esnasında Yavan’ın soyundan gelen Dodanim’in çocuklarının yerleştiği yerin adı yazılırken ismin başındaki D ile R harfleri karışmış ve Rodanim oğulları halkı Rodoslular ve yaşadıkları yere de Rodos denilir olmuş.