Son zamanlara kadar uygulanan ‘karşılıksız takas’ (Yeterince veya hiç karşılık görmeyen hizmet) usulü senelerce özellikle kültür ve sanat etkinliklerinde hüküm sürmüştür. Örneğin Yeşilçam sinemalarında oyuncuların dışındaki arka plan teknisyenleri yad edilmezdi. Üniversitelerde hocalarının terfilerine destek olacak metinlerin çeviri ve araştırmalarını
yapan asistanların isimleri zikredilmezdi. Buna benzer misallerin arkası kesilmez.
Bu davranışlarda hakim olan düşünce ve his şudur: Ben, üst kademeden ayrıcalıklı bir kişiyim. Maiyetindeki çalışanlara bu işi havale etmekle zaten onları onurlandırmış oluyorum. Daha ne? Yani tabiri caizse angarya lütuf şeklini alıyor.
Bu durumu La Fontaine’in bir hikâyesiyle canlandıracağım: Günün birinde, aç kurdun oburluğu sırasında, bir kemik parçası boğazına takılı kalmış. Kurt, uzun gagalı leyleği çağırtmış ve boğazındaki kemiği çekmesini istemiş. Ameliye başarıyla sonuçlanınca, leylek mükâfatını talep etmiş. Kurt hışımla “Senin gibi basit bir kuşun boğazıma gagasını sokmasına müsaade etmiş olmam zaten bir lütuftur” deyip leyleği yemiş.
Bu olgudaki diğer faktörler: Derebeylik gücünün uzantısı, sömürü veya belli bir iş için seçilmiş olmanın yersiz gururunu hissettirmek. Mesela ilkokul çağlarında, öğretmenin seçtiği öğrenciye tahtayı sildirmesi veya yoklama kâğıtlarını toplatmasını imtiyaz gibi hissettirmesi, bir çocuk için kıvanç verici olsa da bir yetişkin için bu gibi işler sadece külfettir.
Ne mutlu ki bugün az da olsa çabalar değerlendiriliyor. Örneğin son çekilen başarılı Türk filmlerinde, sonda verilen jenerikte tüm katılımcıların adları yazılmaktadır. Ayrıca okuduğum son kitaplardaki kabarık teşekkür sayfalarını görmek beni mutlu ediyor.
Herhangi bir konuda bir şef’in maiyetindeki elemanının yeteneğini keşfetmesi ve çabasını fark etmesi bir erdemdir.
Kanaatim şu ki: Her kişi kendi değeri nispetinde karşısındakini takdir ve teşvik eder.