Geçen Mevsimin En İyi Oyunları -7

Sanat
9 Ağustos 2023 Çarşamba

‘Yıllar Sonra #tbt’

Kadıköy Boa Sahne yapımı ‘Yıllar Sonra #tbt, okul yıllarından beri dost, otuzlu yaşlarda beş arkadaşın, yıllar sonra bir akşam yemeğinde bir araya geldikleri gece yaşananları aktarır. Aralarında on yıla yakın zamandır görüşmeyenlerin de, ara ara iletişimi sürdürmüş olanların da olduğu grupta gece boyunca acı tatlı anılar hatırlanır, fotoğraflar karıştırılır, kıyaslamalar, karşılaştırmalar yapılır. Sohbetin orta yerinde gelen davetsiz misafirle gece yön değiştirir, geçmişten bugüne yaşananların, yanlış anlamaların sonuçlarının sorgulandığı kışkırtıcı bir yüzleşmeye dönüşür.

Günay Ertekin’in sağlam dramaturgisinin, Hüseyin Alp Tahmaz’ın 2005’te yazdığı oyunun güncellenmesine etkisi büyük. Bildik, hatta benzerlerini epey izlemiş olduğumuz öykü, gerilimin azar azar arttığı, karakter ve motivasyonları derinlemesine incelenmiş başarılı bir metne, Emrah Eren’in elindeyse müthiş heyecan verici bir yönetmenlik dersine dönüşmüş.

İzleyicileri, ortadaki yuvarlak yemek sofrasının etrafındaki dört amfiye oturtan Eren, seyirci ile oyuncu arasında duygusal bir interaktif bağ kuran, ekiple iç içe olduğu bir meydan sahnesi oluşturmuş.

Kulis kapısından seyirci girişine, olayların hep birlikte yaşandığı tek bir mekâna dönüşen oyun alanında, oyuncuların tüm izleyicilerle iletişim kurması için, ekibin sofranın etrafında sık sık yer değiştirdiği benzersiz bir sahne trafiği yaratılmış. Her bir kişinin müthiş inandırıcı olduğu kusursuz takım oyunculuğuyla yaşanmışlık duygusu daha da pekişmiş.

 

‘Şirreti Evcilleştirmek’

Döneminin erkek egemen bakış açısının ürünü Shakespeare, ikincil cins olarak gördüğü kadınları tam olarak aşağılamasa da epey tepeden bakar. Kemal Aydoğan’ın özgün adı ‘The Taming of the Shrew’in Türkçe tam karşılığı olan ‘Şirreti Evcilleştirmek’ başlığıyla sahnelediği oyununda, huysuz, aksi, geçimsiz, baş belası bir cadaloz olarak gördüğü Katerina da onunla iyi bir drahoma karşılığı evlenmiş Petruçiyo tarafından evcil bir hayvanmış gibi evcilleştirilip uysallaştırılır.

Aydoğan’ın, kadınların erkekler karşısındaki edilgen davranışına, babasının ‘söz dinleyen’, ‘boyun eğen’, ‘cici’ (ve de sinsi) kız kardeşi Bianca ile kendisi arasında ayırımcılık yapmasına isyan eden, Bianca’nın ikiyüzlü taliplerinden hazzetmeyen kişilikli Katerina’nın, Petruçiyo tarafından ‘yola getirilmesini’ hazmetmeyeceği aşikârdır. Usta işi bir ön oyun ve bir prologla, hem Shakespeare’in metnine sadık kalır, hem de ‘evcilleştirme’ olgusunu başarıyla tersine çevirir.

Shakespeare’in kadın düşmanı söylemini ustaya ihanet etmeden tersyüz edişiyle, metnin ruhuna sadık kalarak günümüze uyarlanması konusunda tiyatro dersine dönüşen müthiş keyifli yorumun oyuncu yönetimi müthiştir. En şirret ve uysal anlarında bile sağlam kişiliğini ustalıkla yansıtan kusursuz yorumuyla Melis Birkan’ın Katerina’sı olağanüstü. Timur Acar’ın, erkek egemen toplumu maçoluğuyla simgelerken, ‘sert erkeklikle’ dalga geçen usta işi Petruçiyo’su da müthiş keyiflidir.

‘Absürt Senfoni’

 

Serkan Abeş’in kurduğu Tiyatro Eksi Beş’in ikinci oyunu ‘Absürt Senfoni’nin usta işi metni, yaşamın dışında ‘Duran’, ‘Bekleyen’, ‘Bakan’ üç kişinin hikâyesi aracılığıyla yaşayabilmenin ve tiyatro yapabilmek için mücadele vermenin öyküsünü büyük başarıyla iç içe geçirir. Gerek hayatta gerek onun aynası olan tiyatroda başarmanın güçlüklerini hem müthiş eğlenceli bir tonlama hem çok ciddi bir bakış açısıyla irdeler.

‘Absürt Senfoni’nin en etkileyici tarafı, oyunu kişisel deneyimlerinden de esinlenerek yazan, yöneten, sahne ve ışık tasarımcısı, tek oyuncusu Serkan Abeş’in oynamıyormuş gibi doğal, ama üzerinde çok çalışılmış müthiş yorumudur. Her sözcüğü ustalıkla değerlendiren nefes kesici oyunculuğu yanında, samimiyeti, sevimliliği ve benzersiz sahne sempatisiyle ilk replikten itibaren izleyiciyle güçlü bir empati yaratır ve kurduğu bağı oyunun sonuna kadar daha da güçlendirir.

‘SıradanKarşılaşmalar’

‘Sıradan Karşılaşmalar, Onur Aydın’ın konvansiyonel teatral yapıyı günümüzün imkânlarıyla bir araya getirmek ve daha genç kitlelere ulaşmak amacıyla kurduğu Tiyatro Watt’ta yazıp yönettiği ilk oyunu.

35 yaşındaki Ayfer ile Sinan’ın, sıradan bir günde, olağan şekilde karşılaşarak hayatlarının kesişmesinin sıradan öyküsünü, iki yalnız insanın yaşamlarına kendilerinin ve birbirlerinin gözünden bakma çabalarını, hayatı ve sahneyi, gerçeği ve kurmacayı iç içe geçirerek aktaran Aydın, bilinçli olarak sıradan ve bildik olarak tasarladığı öyküyü son derece sıra dışı biçimde sahneler, müthiş farklı anlatımıyla müthiş özgün bir görsel, işitsel, teatral deneyime çevirir.

Başlangıç ve final jeneriğiyle doğrudan sinemaya gönderme yapan sahnelemede, filmlerde özel efekt çekmek için kullanılan yeşil fon perdesinde var edilen dekorlar izletilerek sinemanın hem büyüsü hem de yanılsama gücü yansıtılır. İnteraktif hikâye anlatıcılığı ile dramatik oyunculuk ustalıkla iç içe geçirilerek oyuncularla seyirciler arasında, izleyiciyi olayları ve kişileri sorgulamaya yönelten epik/ diyalektik bir ilişki kurulur.

 

‘Kızlar ve Oğlanlar’

 

1970’de Londra’da doğan Dennis Kelly’nin, dokunaklı bir öykü anlatırken aile içindeki anlamsız şiddete karşı bir manifestoya dönüşen sağlam ve etkileyici metni ‘Kızlar ve Oğlanlar’, bu sezon Oyun Atölyesi’nde, Muharrem Özcan’ın yönettiği Özlem Zeynep Dinsel’in oynadığı farklı bir yorumla sahnelendi.

Beklenmedik bir karşılaşmanın büyük bir aşka, tutkulu bir ilişkiye, başarılı bir evliliğe ve ebeveynliğe dönüştüğü ilişkinin, güç dengelerinin değişmesiyle giderek un ufak olup vahşice yıkıldığını izleyen seyirci beklemediği anda, kendini güvendiğini, tanıdığını sandığı birinin tanımadığı birine dönüştüğü, sevmekte olduğu ya da bir zamanlar sevdiğini insanları yok etmenin mümkün olduğu düşünülemez ve anlaşılamaz vahşetin içinde bulur.

Karşımızda durmaksızın konuşan, bir şeyler anlatan kadın, rahat ve doğalmış gibi davransa da bir şeyleri bastırdığı, asıl söylemek istediklerini bir türlü söyleyemediğini hissettirirken en beklenmedik anda, sesini yükseltmeden, hava durumu anlatan bir spikerin duygusuzluğuyla geçmişte yaşadığı korkunç trajediyi açığa çıkarır. Özlem Zeynep Dinsel, en ufak duygusal aşırılığa kaçmayan olağanüstü yorumuyla tokat yemiş gibi etkilenen seyircinin belleğine ve gönlüne, müthiş bir yıkım geçirmiş olan kadının acısını, bu acıyla yaşamayı ve ayakta kalmayı nasıl başardığın ustalıkla akıtır. Geriye dönüşlerin, oyunun tamamında olduğu gibi, hiçbir aksesuar kullanmadan, sadece aydınlatmadaki değişikliklerle duyumsatılması müthiş başarılıdır.

‘Kafes’

Kaan Songün’ün, Franz Kafka’nın yayımlanmış son eseri ‘Açlık Sanatçısı’ öyküsünden yola çıkarak tasarlayıp oynadığı ‘Kafes’, öykünün uyarlaması değil, yıllarca ilişkilerindeki acılardan beslenip, içine doğduğu pop kültürünün hazır kalıp duyguları eşliğinde açlığını gidermeye çalışıp, besteler yapan bir başka açlık sanatçısının, Songün’ün, Kafka ile birlikte var olma hikâyesi.

Kafka bir kafeste günlerce aç kalarak yaptığı gösterilerden beslenerek hayat bulan bir adamın, sanatını takdir edenlerin azaldığı bir dönemde yaşadıklarının anlatır; Songün, Kafka’nın metinlerinden yola çıkarak, günümüzün toplumsal şartlarında sıkışmış, kendini bulamamış bireyin kalabalıklar arasında eriyip gidişini ya da kendini zihninin içinde yarattığı bir kafese kapatışını, kendini ifşa ederek ortaya çıkarır.

Hissettikleriyle düşündüklerini, sözlerini yazıp, bestelediği şarkılar eşliğinde, fiziksel bir performans olarak izleyiciye aktaran Songün, üzerindeki her giysi parçasını çıkarırken sanki seyirciyle bedensel, ruhsal ve düşünsel mahremiyetini paylaşır.
Boş sahnede sönük mumlardan oluşan çemberin etrafında, saçı başı karışmış, üstü başı çamurlu, çıplak ayaklı açlık sanatçısının bedensel olarak hazırlandığı ön oyunla başlayan gösteri, yalın görünümüne karşın, dans tiyatrosunu, bedensel performansı, müzikali, hikâye anlatıcılığını, doğaçlamayı, interaktif oyunculuğu ustalıkla bağdaştıran, üzerinde müthiş çalışılmış, her performansta değişen ve farklılaşan bir iş. Songün bu katmanlı yalınlığa tüm enstrümanlarını kullanarak, imal ettirdiği, sadece çıplak elle çaldığında ses veren metal müzik aletinin yanı sıra oyunculuğu, bazen müzik eşliğinde, bazen da capella söylediği şarkıları, bedeni ve sesiyle ulaşır.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün