Yakup Barokas´ın kaleme aldığı ´Sıradan Bir Yahudinin Biyografisi´ kitabı Gözlem Yayınlarından çıktı. Aslında ne Yakup sıradan bir insan ne de yaşadıkları… Başlarda niyeti sadece iki ağabeysi, Albert ve Rıfat´ın yaşadıklarından kesitler aktarmakken, Barokas içeriğine kendi hayat öyküsünü de katarak, son derece içten, cesur, hataları ve başarılarıyla yüzleştiği bir kitaba imza attı.
Bu kitap salt otobiyografik bir eser değil; aliya gerçeğini, dönemin İsrail ile Türkiye’sinin şartlarını ve gazetemiz Şalom’u da odağına alan sosyolojik bir anlatı da aynı zamanda… Yakup Barokas ile kitabını konuştuk.
‘Türkiye Üzerinden Yasa Dışı Göç’, ‘Çocukluğumun Büyükada’sı: 1951-1971’ ve son olarak da ‘Sıradan Bir Yahudinin Biyografisi’… ‘Okur’ olmaktan ‘yazar’ olmaya giden yol nasıl başladı ve ilerledi?
Lise yıllarımda çok okur, ara sıra şiir, öykü, tiyatro oyunları yazardım. Bazıları ‘Saint-Joseph-Palmares’ lise yıllığında da yayınlandı. Sonradan yazarlığın ciddi, yetenek isteyen bir uğraş olduğunu anladım, vazgeçtim. Amatör bir gazeteci olarak sayısız köşe yazısı, başyazı, avukat olarak da pek çok dilekçe kaleme aldım. Anılarımı kaleme almaya başlamamda pandemi döneminin de katkısı oldu diyelim.
Kitabın başlığındaki ‘sıradan’ kelimesi aslında metnin içeriğiyle çelişiyor. Belki de kitabı göz ardı edebilecekken insanın merakını cezbediyor. Başlığa nasıl karar verdin?
Beni oldukça yönlendiren editörüm Gila Erbeş de kitabın içeriğinin hiç de ‘sıradan’ olmadığını belirtmişti. Bu sözcük başlıkta merak uyandırıyorsa ne ala!
Genç bir delikanlıyken engelli bir ağabeyin, Albert’in varlığını öğrendiğinde neler hissettin, anne-babanı, uzun yıllar onu yurtdışında aileden uzak tutmakla ilgili kararlarını yargıladın mı?
Yargılamamaya, bu düşünceyi kafamdan silmeye çalıştım. Günümüzde engelli çocukların ailelerinden ne büyük bir sevgi gördüklerine tanık oldukça, o dönemin koşulları ve çevre baskısının ne denli etkin olabileceğini güç de olsa anlamaya çaba gösterdim. Kitabı yazdıktan sonra, bir Yom Aşoa programı izlerken abim Albert’in de aslında bir Holokost kurtulanı olduğu gerçeğini idrak ettim. Kitabı yazmaya başlamamda da bu gerçek yaşam öyküsü çıkış noktam oldu. Başlangıçta sadece Albert Abimin yaşantısını kaleme almak istemiştim.
Biyografini büyük bir samimiyet ve açık yüreklilikle yazmışsın. Bu cesareti göstermek kolay oldu mu?
Her zaman çok paylaşımcı biri oldum. Hatta kimi anılarımı kaleme aldığımda Gila ve eşim Nelly’nin beni frenlediklerini söyleyebilirim. “Toutes les veritées ne sont pas bon a dire / Her gerçeği söylemek doğru değildir” anlamına gelen Fransızca bir deyiş vardır. Bu nedenle gerçekten açık yüreklilikle kaleme aldığım bazı ifadeleri değiştirdim, bazılarını da çıkardım.
Geçen yıl Adalar Yayınları tarafından yayınlanan anı türündeki kitabım ‘Çocukluğumun Büyükadası’ ve Gözlem’in yayınladığı ‘Sıradan Bir Yahudinin Biyografisi’ kitaplarıyla toplumumuzun bir dönemki yaşantısına ayna tuttuğuma inanıyorum.
Zorunlu da olsa keyfi de olsa göç etmek zor bir olay ve siz bunu iki kez deneyimlediniz, geri dönüşleri de göç olarak algılarsak dört kez de diyebiliriz. Bugün geriye dönüp baktığında konuyla ilgili ‘iyiki’lerin ve ‘keşke’lerin var mı?
Kitapta geniş bir şekilde kaleme aldığım yaşantımın Şalom ile ilgili bölümünde açık yüreklilikle keşkeleri ve iyikileri aktarmaya çalıştım. Göç hangi koşullarda olursa olsun, nereye olursa olsun çok yönlü, başlı başına zor bir olay. Diğer yandan da yaşamdaki tek düzeyliği kıran bir olgu. Bazen yol ayırımlarında şunun yerine bunu yapsaydım diye aklımdan geçtiği oluyor ama çarkı geriye çevirmek mümkün değil.
İlk aliyada İsrail’de 13 yıl yaşadıktan sonra tekrar Türkiye’ye dönüyorsunuz, üstelik büyük oğlunuzu geride bırakarak… Size bu zor kararı aldıran, kırılma noktası ya da bardağı taşıran olay(lar) neydi?
Çok zor bir karardı. İsrail’deki avukatlık serüvenim geri dönüş kararımda çok etkin oldu. Kendimi bir anda sanık sandalyesinde buldum. Merakı uyandırmak için anlatmayayım istersen. Otuzlu yaşlarımdaydım ve sosyal hayatın içine çok fazla daldım, belki de mesleğimi ihmal ettim. Meslek, geçim, aile ve sosyal hayat arasında dengeleri iyi ayarlamak gerekir.
Başka bir ülke, başka bir dil başka bir düşünme biçimini getirir; İsrail bu anlamda sizi nasıl etkiledi?
1980 yılında İsrail yerine Avustralya’ya da göç edebilirdim ama ailem uzak diye sıcak bakmadı. Yahudilik kültürüm pek yoktu. Tam bir değişime uğradım. İlk başta her ülkeden gelen, özellikle İran, Suriye ve Rusya’dan kaçan her yaşta insanla dil okulunda olmak çok farklı bir deneyimdi. 13 yıl sonra Türkiye’ye döndüğümde bir süre araftaydım. Ağzımdan yanlışlıkla İbranice kelimelerin çıkmasından korkuyordum.
23 yıl aradan sonra emeklilik döneminde çocuk ve torunlarımla birlikte olmak için yeniden İsrail’e taşındığımda bu kez lisana ve belli ölçüde kültürüne vakıftım. Ancak bir ülkeye tam uyum sağlamak için o ülkeye çocuk yaşta gelmiş olmak gerekir.
Hayatının iyi-kötü her döneminde sosyal ve çalışkan bir kişi olmuş gerek Türkiye gerek İsrail’de çeşitli dernek ve kurumlarda başkanlık yapmış, sorumluluklar üstlenmişsin. Bu her daim ‘elini taşın altına koyma’ duygusu nereden geliyor?
Gençliğimde hiçbir dernekte bulunmadım. Yetişkinlik dönemimde etkin olmamın nedeni belki girişken kişiliğimden, belki de tesadüflerden kaynaklandı diyebiliriz. Hukuk formasyonumun da bunda etkisi olabilir.
Ve Şalom yılları… Sanırım yaşamının değer verdiğin önemli dönemlerinden biri. Uzun yıllar genel yayın yönetmenliği ve başyazarlık yaptın, ayrıca farklı idari görevler de üstlendin. Şalom senin için neler ifade ediyor?
Şalom’da geçirdiğim uzun yıllar süresince üzüldüğüm, uyumadığım geceler oldu, ancak çok şey öğrendim, çok insan tanıdım. Bu sayede içinde yaşadığım topluma hizmet ettiğime inandım. Şalom benim için bir aile oldu. Hep Şalom ailesi tabirini yeğlemiş olmam boşuna değildir. Şöyle ki, Türkiye’ye dönüş yaptığım 1993 yılında yakınlarım ve çocuklarımdan ayrı düşmüştüm. Gerçekten Şalom aile hasretimi gideren bir bağ oldu. Şalom ailesi ile hep birlikte unutulmaz anlar geçirdik. Gerektiğinde çok ciddiydik, kimi zaman da maskaralıklar yaptık, güldük, eğlendik. Ne mutlu ki senin de aralarında bulunduğun bu dostluklar, yedi yıldır uzakta yaşamama rağmen hiçbir zaman kopmadı. Bir açıdan kitabım Şalom’un tarihinin bir kesitine tanıklık etmekte, ışık tutmaktadır.