Tarihi mekanları, canlı sokakları, inanılmaz mutfağı ve Anadolu misafirperverliği ile Diyarbakır, ülkemizin mutlaka görülmesi gereken şehirlerinin başında geliyor.
GAP gezimizin son ayağı Diyarbakır’dı. Gaziantep, Urfa, Adıyaman, Mardin’den sonra uçağa Diyarbakır’dan binip İstanbul’a dönecektik. Turumuzun son günü oluşundan Midyat dönüşü Diyarbakır’da fazla zamanımız yoktu. On Gözlü Köprü’de mola verip soluklandıktan sonra, Diyarbakır’ın eski şehrine Mardin kapıdan giriş yapıp Diyarbakır surlarının burçlarına tırmandık. Şehri tepeden panoramik izledik. Daha sonra Cahit Sıtkı Tarancı’nın müze evini ziyarete gidip, Gazi Caddesinde dolandık; birkaç han, cami, kilise, kervansaray gezdikten sonra sokak lezzetlerinden tadıp günü sonlandırdık. Biraz hızlandırılmış olmuştu GAP turundaki Diyarbakır gezisi. Tadı damağımızda kalmış şehri çok fazla yaşayamamıştık.
Kültür Bakanlığı’nın düzenlediği, Kültür Yolu Festivali kapsamında, Diyarbakır şehrindeki ‘İnançların Dili’ konserine Sinagog İlahileri Korosu olarak davet alınca daha evvel iki kez geldiğim bu şehri daha kapsamlı görme şansım olabilir düşüncesiyle bir taraftan konserin repertuarını gözden geçirirken, diğer taraftan Diyarbakır’ın görülmesi gereken yerler listesini hazırlıyordum. 12 yıldan fazla kapı komşuluğu yaptığımız Diyarbakırlı dostlarımıza vefa borcu olarak şehirde kendi isimlerine yaptırdıkları Muazzez Beran Orta Okulu’nu ziyaret etmeyi planladım. Gezginler Kulübü kurucu başkanımız Prof. Orhan Kural her gittiği şehirde sosyal sorumluluk projesi bilinci ile konferanslar verir, yazdığı kitaplardan hediye götürürdü. Ben de onun yolunda gidip üyesi olduğum Gezginler Kulübü yönetiminden yazdığı kitaplardan 10-12 adet rica edip okula hediye vermek üzere yanımda götürdüm.
Sabahın ilk ışıklarıyla Diyarbakır Havaalanına indik. Müzik grubumuzu otele götürecek servis aracı, tarihi eski şehirdeki otelimize transferimizi sağladı. Odalarımız henüz hazır olmadığından bizi önce kahvaltıya aldılar. Bu arada okulu yaptıran Muazzez Abla’yı okul müdürünün adresini öğrenmek için aradığımda, kaldığım yerden beni alarak okula götürmeleri için gereken organizasyonu 15 dakika içinde planladı. Biz kahvaltımızı bitirene kadar özel araç bizleri okula götürmek üzere otelin kapısına geldi. Şehrin yerleşim bölgesindeki Kayapınar mevkiinde bulunan okula 20 dakikada vardık. Müdürü odasında ziyaret edip kitapları okul kitaplığına hediye ettikten sonra kahvelerimizi içip tekrar dönüşe geçtik.
Saat 11.30 olmuştu. Muazzez Abla yemek için Hancı Lokantasını tercih etmemizi önermişti. Bize mihmandarlık yapan Naci kardeşim adeta bir rehber gibi kısa bir Diyarbakır turu yaptırdıktan sonra bizi gitmek istediğimiz Hazreti Süleyman Cami ve Türbesine bıraktı. Hancı Lokantasına gitmek için otelin önünde saat 13.00’te buluşmak üzere ayrıldık. Daha evvel geldiğimizde görmediğimiz, gezmediğimiz yerleri tercih ediyorduk tabi ki.
Hanlar, bahçeler, minareler
Türbenin kafesi, panoramik olarak Hevsel Bahçeleri manzarasını görüyordu. Uçsuz bucaksız müthiş bir görüntü şöleni sunuyordu kafe. Yorgunluk kahve ya da soğuk limonatalarınızı içerken, göz hafızanız adeta bayram yapıyor bu arada. Otele yavaş yavaş dönerken, yol üstündeki, Dört Ayaklı Minare, Sülüklü Han, Hasanpaşa Hanı, Ulu Cami, uğradığımız mekânlar oldu. Buralara yemek sonrası, akşam ya da ertesi gün yaparız diye şöyle bir göz atıp çıktık. Saat tam 13.00’te mihmandarımız otelin önünden bizi alıp Hancı’ya götürdü. Berat & Muazzez Beran ailesini iyi tanıyan lokanta personeli tam bir Güneydoğu kültürü, adabı ve ilgisiyle karşıladı bizleri. Hava sıcaklığı 25 derecelerdeydi. Lokantanın açık kısmında oturduk. Sipariş vermemize fırsat bırakmadan şef garsonumuz masamızı adeta bir düğün sofrası gibi donattı. Ortaya gelen salata ve yeşillikleri saymayayım, onlar aksesuar. Dışarda et yemediğimi duyan şef hemen kaşarlı pide yaptırdı. Yemek sonrası çaylarımızla birlikte sütlü Nuriye tatlısı geldi. Sıra hesap istemeye gelince “Beranların misafirlerinin parası burada geçmez” deyip hesabın ödendiğini belirtildi. Diyarbakırlı dostlarımız Beran Ailesi ile teklif yoktur aramızda ama bir kez daha mahcup olduk. Yemek sonrası otelin de üzerinde olduğu en işlek turistik cadde Gazi Caddesinde gezinip bir iki hediyelik eşya dükkanına girdik.
Yol üstündeki çayhanelerde soluklanıp tavşankanı çayları yudumladık. Sabaha karşı saat 15.30’tan beri ayakta idik. Otele dönüp sauna sonrası masaj yaptırıp yorgunluk atmak istedik. Çok iyi geldi; tüm yorgunluğumuzu almış, inanılmaz gevşemiştik. SPA sonrası odada dinlenip akşam yemeği ve programı için saat 20.00’de sözleşip ayrıldık. Öğlenki muhteşem yemekten sonra akşam çok da aç değildik. Yol üstü lezzetlerden atıştırıp saat 21.00’deki ‘Anadolu Ateşi’ grubunun Dağ Kapı Meydanındaki gösterisini izlemeye gittik. Gösteri sonrası gezine gezine etrafı izleyerek otele döndük.
Müthiş canlı şehir Diyarbakır
Gecenin o saatinde sokaklarda şarkılar söyleyip halay çekenlerden tutun da, seyyar satıcılardan ciğer dürüm yiyenlere, Diyarbakır’ın ünlü burma kadayıf ve baklava tatlısından yiyip ağızlarını şenlendirenlere, yol üstündeki banklarda oturup sohbet ederken adım başı karşılaşacağınız kuru yemişçilerden sıcak sıcak aldıkları tuzlu ay çekirdeği çıtlatan halk çok candan, çok samimi. Eskiden Diyarbakır’a doğunun Paris’i derlermiş. Herhalde bundan dolayı olsa gerek. Paris gibi Amsterdam gibi, NY gibi canlı, hareketli, adeta uyumayan bir şehir. Ama bizim uyku vakti çoktan gelmiş neredeyse geçiyordu bile.
Sabah kahvaltıya dinlenmiş dinç bir şekilde indik. Açık büfe kahvaltı masası Güneydoğu Anadolu ürünleriyle donatılmıştı. Tulum ve otlu peynir, siyah - yeşil ve ızgara edilmiş zeytinler, çeşit çeşit reçel ve tahin pekmezin yanında sundukları helva, hele hele menemenin acısı ve domatesin lezzeti 10 numaraydı. Bizden bir gün sonra gelen grup arkadaşımızı otelde bekleyip devam ettik Diyarbakır turuna. Saat 15.00’te konser vereceğimiz diğer gruplarla otelde buluşup yürüme mesafesindeki Surp Giragos Kilisesine gittik. Kısa bir prova sonrası, kilisenin bahçesinde konser saatini beklemeye başladık. Kalabalık yerli halkın yanında, şehri gezmeye gelen turist gruplar da izlemeye gelmişlerdi. Çok beğeni toplayan konseri, izleyiciler coşkuyla ayakta alkışlayarak teşekkürlerini sunarken, birçok Diyarbakırlı halk müziği sanatçısı da bizleri tebrik edip kutladılar. Konser sonrası tüm grup çok methini duyduğumuz Ciğerci Xale Meheme’ye gittik. Dışarıda et yemeyen bendeniz ortaya getirdikleri yeşillikleri lavaşa sarıp yedim. Öyle yeşillik deyip geçmeyin. Her birimize ayrı ayrı çoban salata, gavurdağı salatası, mangalda karamelize edilmiş soğan, roka ve maydanoz gibi yeşilliklerin yanında közlenmiş acı dolmalık biber ve közde kabuğu ile pişirilmiş baş soğanlar ikram ettiler. Lavaşa yerleştirdikleri bu malzemeleri bir şiş ciğerle taçlandırdılar. Ben ise bu karışımı sade olmasına rağmen büyük bir keyif alarak boş mideme indirirken göz zevkimle birlikte, burnum, ellerim, damağım, kısacası beş duyu organım da zevkten dört köşe olmuştu. Ev yapımı buz gibi ayran da dürümlere eşlik ediyordu. Yemek sonrası kasaya ödemeye giden beni yine bir sürpriz bekliyordu. Ciğer ya da kuşbaşı şiş yemediğimi duyan görevli et mi yedin ki senden para alalım deyip Anadolu alçak gönüllülüğü ve misafirperverliği ile beni uğurladı. Tüm grup yemek sonrası yol üstündeki en meşhur ve bilindik Diyarbakır tatlıcılarının birinde burma kadayıf ile baklava çeşitleri yiyip damak çatlatma törenimizi sonlandırdık.
Bu güzel yemek faslı sonrası Sülüklü Han’da kahvelerimizi çaylarımızı yudumlarken halkın genellikle ev yapımı Süryani şarabı içmesi dikkatimizi çekti. Gençler sohbet edip eğlenirlerken beyaz peynir eşliğinde şarap içmeleri ilginç gelmişti bizlere. Harika ve otantik bu ortamdan çok keyif almıştık. Ertesi sabah İstanbul’a dönecektik. Konser ve iki günlük hızlandırılmış turistik gezi bizleri yormuş, çoğumuz odalarımıza yönelip dinlenmeyi uygun bulduk. “Konser bahane gezmek şahane” sloganımla bir seyahati daha sonlandırmış, farklı bir coğrafyanın anılarını heybeme doldurmanın keyfini yaşıyordum.
Bir Tutkudur Seyahat…