Roosevelt milyonların yaşamını kurtarabilir miydi?

II. Dünya Savaşı´nda ABD´ye göç etmiş bir ailenin küçük çocuğu olarak, bu ülkede yaşayan Marjorie Perloff, savaş döneminde ABD´nin mültecilere tutumunu anlatıyor. Stanford Üniversitesinde İngilizce profesörü olan Perfoff, Yahudiler için daha fazlasını yapmadığı için eleştirilen Roosevelt yönetimini değerlendiriyor.

Eti VARON Dünya
16 Ağustos 2023 Çarşamba

Ken Burns, Lynn Novick ve Sarah Botstein’ın yönetmenliğini yaptığı ‘ABD ve Holokost’ başlıklı PBS belgeseli ilk gösteriminin gerçekleştiği 2022 Eylül’ünden bu yana oldukça fazla ilgi gördü ve genelde olumlu eleştiriler aldı.

New York Review of Books (New York Kitap Yorumları) için yazdığı ‘Kurtaramadığımız Milyonlar’ adlı makalesinde Ruth Franklin filme konu olan belgelerin peşine düşerek onları genişletti. Burns’ün ekibi gibi Franklin de Roosevelt yönetiminin gerekeni yapmadığını, II. Dünya Savaşı’nda ölüm kamplarında çürüyüp gidenleri kurtarmanın mümkün olabileceğini iddia etti.

İlk örneği, etkileyici bir örnek olan, çok bilinen Anne Frank’ın ailesinin hikâyesi oldu. Yaşananları anlatan Anne’ın babası Otto dışında tüm aile fertleri Bergen-Belsen Kampında yaşamlarını yitirmişti.

Burns’un filmi ABD’deki unutulmaz Nazi yanlısı faaliyetleri yansıtan kareleri de içeriyor ancak bunların yanlış yönlendirdiğine inanıyorum. Nazilerden kaçan ve ABD’ye göç eden 91 yaşında, dönemin hayatta kalan son Yahudilerinden biri olarak, bu konuya açıklık getirmeye çalışacağım. Öncelikle ve en önemlisi mülteci olmanın en büyük sorunu, Burns ve Franklin’in anlattığı gibi sadece ABD’ye giriş değil, Avusturya’dan çıkabilmekti (ya da Almanya, Hollanda, vb).

1933’te Hitler Almanya’da başa geçtiğinde Naziler mümkün olduğunca çok Yahudi’nin ülkeyi terk etmesi konusunda istekliydi. 1934-35 yıllarında, dönemin sayılı zenginlerinden olan Nathan Straus Jr. sponsorluğunda Frank Ailesi ABD’ye vize alabilirlerdi. Ancak o yıllarda bile kimsenin Almanya ve kontrolünde olan ülkelerin dışına para ya da eşya çıkarması yasaktı.

Her ne sebepten olursa olsun ABD muhtemelen çok uzak ve yabancı görünüyordu. Otto Frank işlerini yoluna koyacağı ümidiyle ailesini daha sonra Almanya’nın istila ettiği Hollanda’ya götürmüştü.

1941 Temmuz’undan itibaren Nazi Almanya’sı Nazilerin istilası altındaki tüm ülkelerde ABD konsolosluklarının kapanmasını emretti. 1945 yılında savaşın bitimine kadar sadece ABD’ye değil, herhangi başka bir ülkeye dahi yasal göç imkânsızdı. Böylece Otto Frank’ın durumu da imkânsız hale geldi.

Nazi işgalinden ABD’ye göç

1938’in mart ayında Viyana’yı terk ettiğimde yaklaşık altı buçuk yaşındaydım. Şanslı olanlardan biriydim ama bu sadece şans değildi. Baba tarafından dedem bir İsviçre bankasına para yatırma öngörüsünde bulunmuştu. Babamın kız kardeşi ve ailesi, dört kişilik ailem ve büyükbabam dâhil olmak üzere dokuz kişi olarak Nazilerin Avusturya’yı 12 Mart’ta ilhakından bir gün sonra ülkeyi gizlice terk ettik. 13 Mart’ta tek sınırı açık ülke İsviçre’ydi. Macaristan sınırı kapanmıştı bile. Elimizde dört valiz, geride eşya, kitap, giysi, aile fotoğrafları kısaca her şeyimizi bırakarak, gece treniyle Zürih’e hareket ettik. Geride bıraktıklarımızı bir daha görme imkânımız olmadı. İnnsbruck sınırında trenden indirildik, yetişkinler arandı ve ellerindeki tüm nakde el konuldu.

Zürih’e gelince vize için başvuruya başlayabildik. Franklin’in söyledikleri doğruydu. Bir sponsorumuz olmak zorundaydı. Bizim durumumuzda birkaç sene önce Almanya’yı terk edip ABD’ye göç etmiş olan Mannheimlı kuzenimiz vardı. Vize için üç ay bekledik. Bu zaman zarfında önceleri küçük bir pansiyonda sonra da bir İtalyan’la evlenip Roma’ya yerleşmiş olan teyzem Susi’nin yanında idare ederek yaşadık. 1938 Ağustos’unda Veendam’dan Hoboken’e bir gemiyle gittik. Yolculuğun en korkutucu bölümü hatırladığım kadarıyla Roma’dan Rotterdam’a olan tren yolculuğumuzdu. Her sınırı geçtiğimizde trenden inmek ve polis karakoluna gidip devam etmek için izin kâğıdı almak zorundaydık. Herhangi bir noktada Viyana’ya geri döndürülebilirdik.

Gidişimizden sonraki iki ay içinde ebeveynlerimin hemen hemen bütün arkadaşları ve akrabaları Viyana’dan çıkabildiler zira vizeye hemen müracaat edebilmişlerdi. Gerçi Avusturya’dan çıkabilmek oldukça maharet istemişti. Kabul etmeliyim ki bu göçmenler orta sınıfa mensuptular ve ekonomist, sanat tarihçisi, psikanalistlerdi. Hepsi, aile doktorumuz Otto Gersuny dahil olmak üzere, Queens’de yerleştiler. Çoğu zengin değillerdi ve Yeni Dünya’da yaşayabilmek için çok mücadele ettiler.

Annem tarafından 30 yıllık diplomatlık yapmış olan dedem, tek geliri olan emekliliğini alabileceğini ümit ederek özellikle geride kalmıştı. 70 yaşındaydı. Almanya’nın Avusturya’yı ilhakından birkaç ay sonra tam tersi oldu. Naziler hem dairesini hem de emekliliği dâhil elinde ne kaldıysa hepsini gasp etti. Dedem ‘Sound of Music’ hikayesindeki gibi Alp Dağlarını tırmanarak İtalya’ya kaçtı. İngilizler kendisine kısa süreli bir vize teklif etti. 1939’dan sonra diğer ‘düşman yabancılar’ gibi kampa kapatılabilirdi. Ancak büyük bir olay gerçekleşti.  Manhattan’da New School’un başkanı, University of Exile’ın kurucusu ve akademik vizelerle yüzlerce profesörü, entelektüelleri transfer eden Nebraskalı siyasal bilimci Alvin Johnson dedemi de ekonomist olarak listeye dahil etti. Dedem, 1947’ye kadar felsefeci Felix Kaufmann ve Alfred Schütz ile birlikte New School’da öğretmenlik yaptı. Hannah Arendt de meslektaşıydı.

Roosevelt’e gelince her türlü hatasına rağmen o savaş yıllarında ailenin kahramanıydı.

Gerçekten de Alvin Johnson, Franklin’in hakkında yazmış olduğu Yahudilerin kurtarıcısı Varian Fry ile birlikte anılması gereken bir kişilik.

Savaş başladıktan sonra Almanlar ve Avusturyalılar artık Yahudilerin terk etmesine izin vermedi. 1941 Ekim’inde sistematik olarak Viyana’dan ve Almanya’nın her bölgesinden Yahudilerin toplu halde sürülmesine başlandı. 1938’de Viyana’da yaşayan 190 bin Yahudi’den sadece beşte biri, 35 bin kişi hâlâ oradaydı. Bu kişilerin çoğu Viyana’dan Doğu Avrupa’daki gettolara sürüldü. Minsk ve Riga’ya yollananlar varışlarından kısa bir süre sonra vuruldu. Geride kalanlar ise önce Terezin oradan da Auschwitz veya Dachau’ya yollandı. Fransa’da Paris’in dışındaki kamp Drancy idi. Picasso’nun en iyi dostu şair Max Jacob, Drancy’de öldü. Georges Perec’in ailesi orada tutukluydular.

Ken Burns 1930’lar Amerika’sının, Charles Lindbergh/ Coughlin’un başı çektiği topluluğun kötücül antisemitizmini haklı olarak açığa çıkarıyor.

Burns, göçmen gemisi St. Louis’in, ABD’nin kendi sularına girişini reddedişinin ardından Küba sularına geri dönüşünün, yürek parçalayıcı karelerini gösteriyor.

Roosevelt’in hataları

Roosevelt’in faşist Breckinridge Long’un dışişlerinde başkan vekili olmasına izin verişi büyük bir hataydı. Daha da beteri bilinen bir Nazi sempatizanı, Almanya’nın savaşı kazanması için can atan Joseph Kennedy’yi İngiltere’ye elçi atamasıydı. Ancak Roosevelt Büyük Buhran sonrası izole edilmiş bir ABD’nin başkanıydı ve 1900’lerde göç edip Amerikalı olmuş Yahudilerin çocukları bile çok fazla bir şey yapmıyordu. Hatta ünlü Yahudi Partisan Review grubu Almanya ile savaşa girmenin aleyhinde aktif olarak yorumlarda bulunuyordu. Hitler ile Stalin arasında 1939’da imzalanan saldırmazlık paktı fikirlerinin değişmesine neden oldu. Böylesi bir iklimde Roosevelt’in ne yapabileceğini açıklamak zor. 1939-1941 arası, her sene Alman vatandaşlarına verilen 27 bin vizenin yeterli olmadığı doğru. Daha hevesli bir başkan belki daha fazlasını yapabilirdi ancak savaş çıktığında artık elleri kolları bağlanmış oldu. Roosevelt’in politikası savaşı bir an önce kazanmak ve kurbanları kurtarmak üzerine kuruluydu. Tren raylarını veya Yahudileri kamplara taşıyan trenleri bombalamak da önerilmişti ancak sonunda kaç kişinin hayatının kurtulabileceği açık değildi. Başka bir gerçek de kampların hemen hemen hepsinin doğuda oluşuydu. Askerlerin hiçbiri oralarda değildi zira oraları Rusya bölgesiydi.

Her halükarda Burns ve Franklin’in, ‘Roosevelt hükümetinin Yahudileri kurtarmak için yeterli çabayı göstermedikleri’, bizim de güney sınırımızdaki göçmenlere yardım için gerekeni yapmadığımız tezini şok olmuş halde karşılıyorum.

Burns’un düşüncesine göre Holokost kıyas kabul görmez değildir. Birçok ‘Holokost’tan biri olarak değerlendirilmelidir. Franklin, “Yahudilerin Holokost’ta işkenceye uğramaları ve belgeleri olmayan göçmenlere karşı ABD’nin şimdiki tutumu hezimettir” diye yazıyor.

Hezimettir ama kim için? Avrupa Yahudileri sadece eziyete maruz kalıp baskı görmedi. Sistematik olarak ve alenen öldürüldüler. Üstelik söyledikleri ya da yaptıkları herhangi bir şey için değil (bazıları yeni patronlarını sevindirmeye bile çalıştılar) sadece Yahudi oldukları için katledildiler; nokta.

Aklımızda tutmalıyız ki her ne kadar Almanya savaşı kaybetmiş olsa da Hitler Avrupa Yahudilerinden kurtulma hedefinde büyük ölçüde başarılı oldu. Çoğu Avrupa ülkesinde artık Yahudiler kalmadı gibi. Örneğin Almanya’da yüzde 5,8 Müslüman yaşarken, yüzde 0,03 Yahudi bulunuyor. Bugünün Avrupa’sında çok Yahudi olmamasına rağmen antisemitizm gittikçe yükseliyor. Kişisel bir notumla bitirmek istiyorum. Ken Burns’ün izleyicileri ve okuyucular Rahip Coughlin’in antisemit düşüncelerinin savaş öncesi ve savaş zamanı bir norm olduğu çıkarımına varsalar da ben kendi deneyimimi aktarmak isterim.

Bronx’ta, aşağı orta sınıfın, özellikle İrlandalı ve İtalyan Amerikalıların yaşadığı mahallelerde gerek öğrenciler gerekse öğretmenler bana nazik ve cömertçe davrandı. Doğrudur, sınıf arkadaşlarım neden resimli kitaplardaki Hollandalı küçük kızlar gibi tahta ayakkabı giymediğimi sordu. Ama ikinci sınıfta kolayca arkadaş edindim ve İngilizceyi çok çabuk öğrendim. Senelerce ailem fakirdi. Babam mesleğini ABD’de kullanamadı. İlk işinde haftalık 27 dolar alıyordu. Bu da şimdinin 340 dolarına eşitti. Yeni gelmiş bir mülteci için iyi olduğunu düşünüyorduk. Sonraları Columbia’da ekonomi profesörü olan annem ise günlerini temizlik, yemek ve çamaşırla geçiriyordu. Ne çamaşır ne de bulaşık makinemiz vardı.

Roosevelt’e gelince o ailenin kahramanıydı. Ebeveynlerim ondan sonra hiçbir başkan hakkında böyle düşünmedi.

Joseph Kennedy’nin oğlu John 1937 yazını, 20 yaşında bir Harvard öğrencisi olarak Almanya’da geçirmiş, döndüğünde ailesine ülkenin düzenli oluşunu, disiplini ve gelişmişliğini anlatarak tüm bu durumun Hitler sayesinde olduğunu anlatmıştı.

Gerisi hikâye, daha doğrusu okullarımızda hiç de anlatılmayan Rus devrimi, iki dünya savaşı içeren 20. yüzyılın hikâyesi…

Kaynak: Tabletmag.com, 22 Haziran 2023.

 https://www.tabletmag.com/sections/arts-letters/articles/could-roosevelt-have-saved-millions-from-holocaust

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün