Son birkaç yıldır Nazi Almanya’sı ve Hitler’le ilgili farklı kaynaklardan okumalar yaptım. Dönem her bakımdan ilgi çekici ve insanlık hallerini açıklamakta özel bir yere sahip olduğu için önceki yıllarda da etrafında dolandığım konulardı. I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmış, derin bir istikrarsızlığa yuvarlanmış, yoksulluk, işsizlik başta olmak üzere çeşitli ekonomik zorluklarla boğuşan Almanya’da böylesine baskın, etkin, neredeyse tüm Avrupa’yı işgal edecek bir kudret, zenginlik ve nihayet tarihte örneği az görünür zalimlik ve kıyım nasıl olabilmişti? Irka, ırk egemenliğine yaslanan, diğer milletleri köle, topraklarını Almanya’nın doğal hayat alanı olarak gören (lebensraum) bir abes ideolojinin arkasına milyonlarca insan hangi saiklerle katılmıştı? Olağan retoriğin sınırlarını aşan bir dili ancak kimi aşkın hareketlerin vecd içindeki önderlerinde örneği görülebilecek bir kendinden geçme halinde kullanan, anlatmaktan, anlaşılmaktan çok kitleleri büyülemeye yönelmiş Hitler’i ve insanlar üzerindeki etkisini düşünelim. I. Dünya Savaşı’nı çavuş olarak tamamlayan, hayalleri ile müktesebatı arasındaki derin uçurumun bile farkında olmayan bir kişinin on yıl sonra Almanya şansölyesi, nihayet tek karar vericisi olmasını hangi nedenlere bağlamak gerekir? Kendisini hususen Alman halkı için (aslında bütün dünya) görevlendirilmiş biri olarak görüp kişisel varlığını mistik bir bağlama yerleştiren, kararlı, inatçı, şüphesiz olağanüstü narsist bir Hitler figürü hangi şartlarda hayat bulmuştu? Sorular çok, aslında her sorunun arka planında, bir insanlık durumu olarak Hitler’in anlaşılmasının bundan sonra ortaya çıkabilecek benzerlerine karşı neler yapılması gerektiği çabalarının ve kaygılarının da olduğunu hatırda tutmak gerek.
Benim gördüğüm birinci ve en önemli hususlardan başta geleni, I. Dünya Savaşı’nın ardından Almanya’ya dayatılan ağır barış şartlarıdır. Alman halkını her bakımdan çaresiz, ümitsiz, kırgın ve öfkeli hale getiren bu sıra dışı süreç, çıkış için de olağan, rasyonel yollara yönelik çabaları zayıflatmakta bir kördüğümü iplik iplik çözmek yerine keskin kılıcıyla bir hamlede söküp atacak bir ‘durum’a yönelik ilgisini teşvik etmektedir. Nitekim 1920’li yılların bu elverişli ikliminde marjinal birçok siyasi hareket doğmuş (doğma cesareti bulmuş), bunlar kendilerine bir hayat alanı kurmak istemişlerdir.
İkincisi, toplumsal öfke temsil edilecek, bir hedefe yöneltilecek son derece önemli bir siyasi faktör olarak ortadadır. Adeta başarılı bir siyasi hareketin sağlam bir dayanak noktası, kaldıracıdır. Nazilik hareketi gelişirken bu öfkeden fazlasıyla yararlanmış, Alman halkına seferber edici bir düşman olarak Yahudileri, komünistleri göstermiş, kendilerini yokluğa mahkûm eden Avrupalı uluslara karşı bu iktidar ilişkilerini tersine çevirerek onları köle yapma teşvik edici motivasyonunu kullanmıştır.
Üçüncüsü, ağır toplumsal şartları yaşayan, işsizlik ve yoksullukla mücadele ederken daha dün denilecek bir zamandaki Bismark dönemi ihtişamını hatırlayan halkın bu durumdan çıkış arayan kolektif hikayesi sofistike ideolojilere, rasyonel çözümlemelere çok açık olmaz. Onlar anlatmaktan çok inandıran, açıklamaktan çok esinleyen, rafine yaklaşımlardan çok kudrete, güce, meydan okumaya dayanan, tutarlı olmaktan çok eklektik olsa bile toplumun sinir noktalarına dokunan bir ideolojiye daha kulak fazla kulak verir. Nazilik bir fikir değil, törenler, haykırışlar, kitle gösterileri, kendinden geçerek yaptığı konuşmalarla halkın kolektif profilinde en derinlerdeki tanımsız duygusal karmaşaya dokunan ve onu temsil eden ‘lider’in varlığıdır. Kitap değil kılıçtır. Rosenberg gibi düşünce tarihinde hiçbir yeri bulunmayan karanlık bir adamın Nazi ideolojisinin fikir babası olabilmesi bu bağlamda olağandır.
Yahudiliğe yönelik nefretin ideolojik olarak örgütlenmesi aslında ne Nazilik için ne Almanya ne de Avrupa için yenidir. Avrupa’nın tarihinde Yahudileri aşağılama, küçük görme, dışlama, katletme, ‘günah keçisi’ (Rene Girard) olarak görme uzun bir geçmişe sahiptir. Naziler bu nefreti, bu tarihi arka planı olan ‘elverişli’ malzemeyi, aslında kendi siyasetleri için yeni bir boyuta taşımışlardır.
Dördüncüsü, Hitler’in yükselişini onun kişisel hikâyesinden çok (elbette o da önemlidir) toplumun ortak hikâyesinden çıkartmak gerekir. Siyasi çatışmalardan yorgun, devlet otoritesinin zaafa uğraması nedeniyle yaygın kural ihlallerinden dolayı güvensiz, ekonomik şartların ağırlığı nedeniyle ezilmiş kitleler ‘kendilerini buradan çekip çıkartacak tam inançlı bir lider’ aramaktadırlar. ‘Kurtarıcı’ya ihtiyaç duyulan ortamlar öyle veya böyle bir kurtarıcının gelmesiyle sonuçlanır. Tahmin edilebileceği gibi kurtarıcı talebi histeriye dönüştükçe buna verilen kişisel cevap da benzeri bir kişisel profilde şekillenir. Kişinin yalancı, demagog, kışkırtıcı olması, insanlara sadece kullanışlı ve gerektiğinde kaldırıp atılacak emtia muamelesi yapması bile ortam dolayısıyla kurtarıcılığı tahkim eden bir niteliğe dönüşür. (Kimi Afrika kabilelerinde şefin zalim ve kıyıcı olması, sebepsiz kamusal teşhirle cinayet işlemesi ona halka önderlik etme ilahi konumunu kazandırır, ‘insan gibi’ davranma ise ‘bize benzeyen önder olamaz’ düşüncesiyle kabul edilmez.)
Hitler suçları nedeniyle her zaman tarih önünde yargılanacak, elli milyon insanın ölümüyle sonuçlanan muazzam bir savaşın en temel sorumlusu olarak her niteliğinin ardındaki kötülük üzerinden değerlendirilecektir. Bunda şüphe yok. Ancak sadece olumsuzlama esaslı kötü, basit, sıradan, deli, çılgın gibi tanımlara yaslanan bir analiz bize ne Hitler gerçeğini sunar ne de arkasına takılan milyonlarca insanın bu tutumunu açıklar. (Bundan sonraki potansiyel Hitler adayları için de uyarıcı olmaz.) Hitler aynı zamanda nitelikleri olan bir insandır. Nutuklarının bütünü tıpkı ideolojisi gibi tutarsızdır ancak coşku dolu bir inanca çağırır dinleyenleri. Büyüleyici bir hatiptir. Yeri geldiğinde öfkeli, yeri geldiğinde alaycı, yeri geldiğinde endişeli, yeri geldiğinde inançla kitleleri adanmaya çağırıcıdır. Kararlı bir kişiliği, sağlam bir iradesi vardır. Zaferlerle baştan çıkmasının sınırları olduğu gibi, en dramatik şartlarda da kaygı ve endişelerinin bir sınırı vardır ve her zaman kitleleri belli bir çizgide tutma temsiliyeti ve sorumluluğunu ifa etmek gibi özel ve zor bir takdimi başarıyla yapabilmektedir.
Hitler, kendini ilahi bir lütuf olarak gördüğü için ‘ne yapsa’ masumdur. Üst millet Almanları tarih önünde hak ettiği yere çıkartma en temel vazifedir ve bunun için şartlar ne gerektiriyorsa hiçbir insani değere, kurala, vicdana, merhamete asla alan tanımaksızın davranma hakkı mevcuttur. Çünkü tüm bu süreçlerin sonunda ‘ahlaki değeri en yüksek’ asil bir milletin mutlak dünya egemenliği vardır. Bu yaklaşımın Machıavelli’ye, Nietsche’ye yaptığı göndermeler hemen göze çarpacaktır. Söz verip yapmama, şantaj, baskı, güç gösterisi, acımasız uygulamalar, kitleler halinde kıyım, savaşı hiçbir kural olmaksızın yürütme buna dâhildir. İktidara geldikten sonra I. Dünya Savaşı ile çizilen sınırları adım adım genişletirken, Avusturya’yı ilhak ederken (Anschluss) Çekoslovakya’ya girerken, Polonya işgalini planlarken, batı cephesinde zırhlı birliklere dayalı yıldırım harekâtlarını yürütürken, nihayet Sovyet cephesini açıp orada savaşırken hemen hemen hiçbir kuralı kale almaz. (En uç örnek olarak, Sovyetlere karşı savaş kararını alırken bu savaşın iki rakip ideoloji arasında acımasız bir savaş olacağı ve hiçbir kurala dayanmaması gerektiği orduya bir talimat olarak verilmiştir. Rus topraklarının hasadı tam ve eksiksiz olarak Almanya’ya taşınacak, burada yaşayan Slavlar ise açlık üzerinden yok edilecektir.) Almanya’nın hayat alanlarında bulunan ‘yabancı’ nüfusun tasfiyesi, ya da toplama kamplarında milyonlarca insanın çoluk çocuk zehirli gazlarla katledilip fırınlarda yakılması, savaş esirlerinin kısa zamanda miadı dolacak esir işçiler olarak kullanılması bu manadaki sayısız örnekten öne çıkan bir kaçıdır. Canlılar dünyasında zayıfların moral olarak da ölmeyi, yok olmayı hak ettikleri, güçlü olanın ise tam bir özgürlükle davranmaya yetkili olduğu bir dünya tasarımı şüphesiz Hitler ve Nazilerin bu kanlı mücadeledeki hem büyük güç kaynağı fakat aynı zamanda büyük bir zaafıdır. Nitekim şartlar kötüleştiğinde Hitler, Alman halkı savaşı kazanacak kadar güçlü olmadığı için topyekûn tarihten silinmeyi hak etmiştir, diye düşünmektedir. (Bundan önce ise Sovyet cephesinde işler umduğu gibi gitmediğinde sadece askerlerin değil ‘her Almanın’ Alman halkının selameti için tam bir adanma ile lidere itaat etmesi ve onun tarafından verilen her emri tartışmaksızın yerine getirmesi talimatını düşünelim.)
Hitler totaliterlik, despotluk, acımasızlık, kıyıcılıktır ve aynı zamanda neredeyse mucizevi bir ekonomik kalkınma, işsizliğin çözümü, Almanya’nın bir toplumsal seferberlik ile kısa zamanda ayağa kalkıp Avrupa’nın en güçlü devleti olması siyasetinin koçbaşıdır. Hitler, her bakımdan tarihin en uç örneklerinden biridir. Sonradan rakiplerince onu andırdığı suçlamasına maruz kalanlar olmuştur, ancak ona benzeyen, ona yaklaşan, aynı mirası sürdüren ikinci bir insan çıkmamıştır. Yine de insanlık tarihinin en karanlık dönemlerinin mimarı bu kişiyi arka plandaki tiksinti uyandırıcı sahnelerin bağlamından mümkün mertebe kopartıp nesnel bir muhakeme ile görebilmek hepimiz için öğreticidir. Modernizm ve Holocausst’ta Baumann’ın dediği gibi, Nazilik özel bir insan türünün ürünü değildir, aksine bir insanlık halidir, Hitler de öyledir. O yüzden bu dramatik örnek üzerinden yapılacak genel insani çözümlemelerin daha adil, daha merhametli, daha insani bir dünya için faydalı olacağı muhakkaktır.