Ester Angelidis'in görgü tanıklığının hikâyesi

Ester Skinios Angelidis, Yanya´da dünyaya gelmiş Yahudi bir ailenin kızıydı. Artık yaşamaktan umudunu kesen Ester, Nazi işgalindeki Yanya´da geleceğini tam olarak öngöremiyordu. Diğer dindaşları gibi, o da Nazilerin kurbanı olacaktı. Şans eseri hayatta kalan Ester, sonraki yıllarda yaşadıklarını anlatan, çocuklarına vasiyet niteliğinde aşağıdaki mektubu kaleme aldı.

Sara YANAROCAK Kavram
23 Ağustos 2023 Çarşamba

“Bu benim Yunanistan’ın Yanya sürgünüyle ilgili hikâyem (1944)…

Sevgili çocuklarım, hikâyem, 25 Mart 1944’te Almanların bizi Yunanistan’ın Yanya şehrinden nasıl yakalayıp sürdüklerini anlatıyor.

Bir gün Almanlar hapsettikleri Doktor Eriko Levi’yi serbest bırakmıştı. Sabahtı ve üzerimizden çok alçaktan uçan uçakları görmek için pencereden dışarı eğildim. Eriko’nun eve geldiğini gördüm. SS/Gestapo’nun Yunan polisini çevresini, daha sonra içinde okul bahçesinin de bulunduğu tüm mahalleyi kuşattığını gördüm. Bu süre zarfında hava kuvvetlerinde görevli Almanlar, bize yardım etmek istedi. Ama Almancayı çok az bildiğimiz için birbirimizi tam olarak anlayamadık. Bu nedenle yakalandık ve Almanlar bizi Yanya’daki Arachtos Nehrinin kıyısında topladı. Bizi kamyonlara bindirip Larissa şehrine sürdüler. Larissa’da kamyonlardan indik ve bizi bir alaya ait bir avluda toplayarak sıraya girmeye zorladılar. Tüfeklerle donanmış bir Alman asker grubu, elimizdeki altınları onlara vermemiz gerektiğini yoksa bizi öldüreceklerini söyledi. Bizde hiç altın yoktu ancak bazılarında vardı. Larissa’daki Almanlar bize çok eziyet etti; pek çok insan kendi mezarını kazmaya zorlandı. Birkaçı da Larissa yolunda idam edilmişti.

Birkenau’da yaşam

Almanlar bizi Larissa’dan tren vagonlarıyla Birkenau’daki toplama kampına götürdü. Kampa ne kadar zamanda gittiğimizi hatırlamıyorum. Polonya’ya vardığımızda, bizi içeri alıp, toplama kamplarının kapılarını kapattılar, böylece halktan hiç kimse duvarların ardında neler olup bittiğini göremedi. Bizi tren vagonlarından indirmeye başladılar. Fırınlara gönderilecek kişileri kamyonlara yüklediler. Kamplara gidecek olan bizler ise yürüyerek gitmek zorunda kaldık. İçeri girdikten sonra tamamen çıplak olarak bir duş odasına yerleştirildik. Almanlar bütün gece bizi orada çıplak olarak bıraktı. Ertesi gün kayıt için kişisel bilgilerimizi istediler. Kollarımıza bir numara dövmesi yaptırdığımız kampın başka bir bölgesine taşındık. Hepimiz gözyaşlarına boğulduk, acılar içindeydik. İstesek de istemesek da yemek zorunda olduğumuz için, bayat bir çorbayı içmek zorunda kaldık.

Bu dönemde kamplardan dışarı çalışmaya gönderiliyorduk. Yürüyerek birkaç kilometre kat ederdik ve akşam işten döndüğümüzde Almanlar zayıf ve bitkin olanları seçip fırınlara götürürdü. Birkaç kez işten döndüğümüzde kampın dışında, silah saklayıp saklamadığımızı görmek için bizi tamamen soydular. Almanlar bizi tekrar tekrar aşağılardı ve birkaç gece bizi kampın dışına çıkarıp ve orada silah gizlediğimizden şüphelendikleri için kontrol edildik. Birçoğu bu yaşantıya direnmeye çalıştılar ama yakalanıp idam edildiler. Direnirsek ne olacağını bize göstermek için geçtiğimiz kapıların önünde asılı duranları, orada uzun süre tuttular.

Dürüstçe söyleyebilirim ki, buradan canlı çıkmayı hiç beklemiyordum. Buna rağmen hayatta kaldım. Savaş sona ermek üzereyken, biz kalanlar Birkenau’dan Almanların kestiği odunları taşımak zorunda olduğumuz Bergen Belsen’e yerleştirildik; fırınları çalıştırmak için kullandıkları yakacak odunları… Tarihin en kötü toplama kamplarından birine götürülmüştük. Artık sonun yaklaştığını birbirimize söylüyorduk. Ama bu sefer de hayatta kaldım.

Yine taşındık. Bu sefer Polonya yollarında bir hafta yürümek zorunda kaldık. İnsanlar yola çıkıp bize yemek vermek istedi ama Almanlar izin vermedi. Sadece bu da değil, yürüyemeyenleri ateş edip vurdular. Üstelik üstümüzden uçan bombardıman uçakları her yere bombalarını atıyorlardı.

İngilizler tarafından kurtarıldık

Sonunda ‘Berlinka’ya vardık ve 500 kız sıkışık bir odaya yerleştirildik. İhtiyaçlarımızı gideremiyorduk, su yoktu, hiçbir şey yoktu. Bir şeyler yemek için, patates kabuğu bulmak için mutfağa gittik, çok açtık. Bu kamptan İngilizler tarafından kurtarıldık. Arkadaşlarımın birçoğu açlıktan öldü. Birçoğu da İngilizlerin verdiği çok fazla yiyeceği yedikleri için, uzun yıllar çektikleri oruç gibi beslenmeden sonra ishal olup öldüler. Bunca açlıktan sonra vücut fazla yiyeceği kaldıramamıştı. İyileşmek için bir hastaneye götürüldük. Bir ay burada kaldık ve sonra karantinaya alındık. Daha sonra arkadaşlarımın birçoğu ülkelerine geri döndü. Evraklarımı son dakikada tamamladım ve İsveç’e gitmek istediğimi söyledim. Bu yüzden bugün hâlâ buradayım.

İsveç’e gidiş

6 Temmuz 1945’te tekneyle Helsinborg’a İsveç’e geldim. 50 yılı aşkın bir süredir buradayım. Almanlar beni Yanya’dan aldıklarında 23 yaşındaydım. Şimdi 75 yaşındayım. Helsinborg’da birçok kişi bizi karşılamak için toplanmıştı ama biz utanmıştık çünkü çok kirliydik. Açlıktan iskelete benziyorduk. Kızıl Haç bizimle ilgilendi, banyo yapmamıza izin verildi. Pirelerden kurtulmak için üzerimize ilaçlı pudra sürdük. Buradan Malmö’ye geçtik. Hasta olanlar hastanede, diğerleri ise karantinada oturmak zorunda kaldı. Ben tifüs oldum ve hastanede yattım. Oldukça hastaydım ve sadece 35 kilo ağırlığındaydım.

İsveç’e geldiğimde sık sık çok ağlardım. Yapayalnızdım ve kimseyi tanımıyordum. Beni inanılmaz üzen şey ise, toplama kampında ailemden ayrılmış olmamdı. Annem, babam, kız kardeşim, erkek kardeşim… Ablam ve eşinin 3 yaşında çocuğu ve 8-9 aylık bir bebekleri vardı. Annemin ablasının ailesi dört kişiydi. Annemin erkek kardeşinin ailesi yedi kişiydi. Annemin Girit’te yaşayan bir kız kardeşi vardı onlar üç kişiydiler. ABD’de, Atina’dan soyadlarını bilmediğim birkaç kuzenim vardı. Onlara ne oldu bilmiyorum.

İsveç’te benimle ilgilenen ve bana destek olan kocamla tanıştım. Tanıştıktan sonra 1946’da nişanlandık; 1950’de evlendik. Yavaş yavaş düzenimizi kurduk. Üç kızımız oldu. Toplama kamplarından sonra yaşadığım bu hayat, çok hoş bir şekilde farklıydı. Kızlarımız büyüdü, çocukları ve torunlarıyla kendi ailelerini kurdular. Maalesef eşim ilk torununu göremedi, çünkü 1969’da araba çarptığı için vefat etti. 1969 yılından itibaren üç kızımla dul kaldım. Bu nedenle hayatımda çok şey yaşadım. Bu benim hikâyem lütfen unutmayın.”

Ester Angelidis, Göteborg,1997

(Mektubun çevirisini yapan torunu: Theo Papaioannou)

1922 yılında Yanya’da doğan Ester, 22 Eylül 2002 yılında, 80 yaşında iken İsveç’te yaşama veda etti.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün