Gerçek Oppenheimer'ın Yahudilikle karmaşık ilişkisi

Asimile olmak için elinden geleni yapsa da, J Robert Oppenheimer´ın dini tüm kariyeri boyunca sürekli konu oldu.

Dünya
23 Ağustos 2023 Çarşamba

Derleyen: Roksi Levent

J Robert Oppenheimer, 1942'de en yakın arkadaşını ziyaret etmek için New Mexico'ya gittiğinde, insanların onu Yahudi köklerini dikkatlice gizleyen bir isimle çağırmalarını istedi. İsminin Robert Smith olduğunu söyledi. Bu onun kimliğini gizIemeye çalıştığı ilk girişimi değildi.

Hayatı boyunca, J. Robert Oppenheimer'daki J harfinin hiçbir şeyi temsil etmediğini savundu. Ama aslında ediyordu.

Kendisine “dünyaların yok edicisi” diyen ve Christopher Nolan’ın en son filmi Oppenheimer'ın baş kahramanı olan J Robert Oppenheimer, adını babası Julius'tan almıştı, ancak Yahudi köklerini gizlemek için hayatı boyunca bu ismi saklamıştı.

Asimile olma eğiliminin geçmişi çok eskiye dayanıyordu. Oppenheimer’ın babası New York’taki, Reformist Yahudiliğin bir çeşit ‘sekülerleşmiş versiyonu’ olan Etik Kültür Hareketinin bir üyesiydi.

Stevens Institute of Technology'de bilim tarihçisi olarak görev yapan Alex Wellerstein, Etik Kültür Hareketi’nin kurucularını “Reformist Yahudiliğin temel etik ilkelerini aldığınızı ve sonra bir şekilde tüm dini unsurları bir kenara attığınızı düşünün. Etik Kültür Hareketi’nin kurucuları tam da bunu yaptı” şeklinde tanımlıyor.

Wellerstein, Oppenheimer’ı anlatırken, “Herhangi bir düzeyde, Oppenheimer’ın dini bir sıfatı olduğunu düşünmüyorum” diyor. Ancak böyle bir isimle, kimliğinden gerçekten kaçmanın da mümkün olamayacağını sözlerine ekliyor.

Bu gerçek Nolan’ın filminde de yansıtıldı. Yönetmen bunu, Oppenheimer'ın ABD Atom Enerjisi Komisyonu'nun orijinal üyelerinden Lewis Strauss ile ilk tanışmasını tasvir eden sahnede netleştirdi. Strauss, 1954'te McCarthy duruşmaları olarak anılan ve televizyonda yayınlanan duruşmalarda Oppenheimer'ın güvenlik iznini elinden almıştı.

Filmde Nolan, Yahudiliği açıkça Oppenheimer ile Strauss arasındaki düşmanlığın merkezine koyuyor. Duruşmada Strauss kendi ismini güney aksanıyla ‘Straws’ olarak telaffuz ediyor. Oppenheimer ise duruşmada isminin Oh-ppenheimer ya da Ah-ppenheimer olarak telaffuz edilmesinin bir fark yaratmayacağını söylüyor ve ekliyor: “Nasıl telaffuz edilirse edilsin, benim bir Yahudi olduğumu biliyorlar.”

Strauss dininden hiçbir zaman utanmadı ve kimliğini gizlemeye çalışmadı. Amerikan kültürüne asimile olan Oppenheimer’ın aksine Strauss Yahudi kimliğine derinden bağlıydı ve 1938-1948 yılları arasında Manhattan’daki Emanu-El Sinagoguna başkanlık yaptı.  

İki erkek arasındaki farklılıklar yalnızca inançları ile ilgili değil, aynı zamanda sosyal sınıfları ile de ilgiliydi. Nolan filmde buna yer vermedi. 20. yüzyılın başlarında ABD’deki Yahudi toplumu yekpare değildi; hem asimilasyonu savunan orta sınıf göçmen ve işçi sınıfından hem de daha dindar olan ve Yidiş konuşan Yahudilerden oluşuyordu.

Strauss Güney’de büyümüştü. Wellerstein onun için, “O kendi kendini yetiştirmiş ve eğitmiş biriydi. Geldiği yere sıfırdan gelmişti. İsmini değiştirmesine rağmen Yahudiliği’ne sıkı sıkı bağlı kalmıştı” diyor.

Strauss’un aksine, Oppenheimer New York’un Yukarı Doğu Yakası’nda yaşayan varlıklı ve asimilasyonu savunan bir ailedendi. Aile, Almanya’dan ABD’ye Yahudi göçmen akını yaşandığı dönemde ilk gelenlerdendi. İlk gelen göçmenler ‘saygın’ görünmek istiyordu; bunun için Yahudiliklerini öne çıkarmamaya özen gösteriyorlardı. Özel Hıristiyan ortaokul ve liselerine kabul edilmeyince, kendi okullarını kurdular. Julius da oğlunu böyle bir okula gönderdi.

Oppenheimer’ın asilimasyoncu eğilimleri gözden kaçmadı. Hatta, hayatı boyunca  Yahudi olmayanlar tarafından bu tavrı alkışlandı. 24 Haziran 1925’te Harvard Üniversitesi’nde okurkenki danışmanı Percy Bridgman Oppenheimer’ın Cambridge’deki Cavendish Laboratuarında çalışmak için başvurusunu destekleyen tavsiye mektubunu yazdı.

Mektupta şöyle yazıyordu: “İsminden de görüleceği gibi Oppenheimer bir Yahudi’dir, ancak ırkının olağan özelliklerini taşımaz. Uzun boylu, güçlü karaktere sahip genç bir adamdır.” Bridgman mektubunda Oppenheimer’ın “olağanüstü bir asimilasyon gücüne sahip olduğunu” da vurguladı.

Oppenheimer’ın Harvard Üniversitesi’nde okuduğu dönemde, okula kabul edilecek Yahudiler için kota koyma tartışmaları süregeliyordu. Wellerstein, Oppenheimer’ın bu tartışmalardan “açık bir şekilde etkilendiğini” anlatıyor. “Burada daha fazla Yahudi’ye ihtiyacımız var mı? Burada çok fazla Yahudi mi var?” gibi tartışmalar ortamı gerçekten düşmanca bir hale getiriyordu. Wellerstein’a göre, bunun Oppenheimer’ın kimlik duygusu üzerinde çok büyük bir etkisi oldu.

Cambridge’de durum daha iyi değildi. Hatta, daha da kötüydü. Wellerstein bunu da şöyle anlatıyor: “Amerika’da Yahudi olmak ne kadar zorsa, Cambridge’de bir o kadar daha zordu.” Bunaltıcı ve yıldırıcı  bir antisemitizmle karşı karşıya kalan ve deneysel fizik için uygun olmadığının -en azından o zamanlar- farkına varan Oppenheimer’ın psikolojisi bozuldu. Ancak Cambridge’den ayrıldıktan sonra Almanya’da birlikte çalıştığı Einstein’ın aksine, bu ayrımcılık onu yolundan vazgeçirmedi. Bunun yerine Oppenheimer yine en iyi yaptığı şeyi yaptı: asimile olmaya çalıştı.

Wellerstein’a göre bu Oppenheimer’ın kilit özelliğiydi. Kimlik bunalımı onun ABD hükümetinin onayına neden bu kadar muhtaç olduğunu anlamada önemli bir ipucuydu. Nolan, filmde Oppenheimer’ın güvenlik duruşmasına katılmasının nedeni olarak suçu Hiroşima'ya odaklasa da, Wellerstein aynı fikirde değil. “İç çatışmasının gerçekte ne olduğunu anlamamışlar. Hatta, iç çatışmasını yanlış tanımlamışlar.”

Wellerstein, Oppenheimer’ın sürekli olarak yeterli olmadığını ya da yeterince kabul edilmediğini düşündüğünü, güvenlik iznini de “Merak etme bizden biri olamayacak kadar Yahudi değilsin” diyen en önemli tavsiye mektubu olarak gördüğünü söylüyor.

Ancak öyleydi. Ve üst sınıf bir aile ortamında yetiştirilmesi ve siyasetle hiçbir şekilde ilgilenmemiş olması bile -güvenlik duruşmasında 1936'ya kadar dünya siyasetine ve siyaset gündemine hiç dikkat etmediğini söylemişti- onu antisemitizmden koruyamadı.

Christopher Nolan, Oppenheimer’ın hayatı boyunca karşı karşıya kaldığı antisemitizmi filminde gerektiği biçimde ele alamadı. Wellerstein şöyle diyor: “Oppenheimer’ı bir insan olarak daha iyi anlamak istiyorsanız, insanları, özellikle de Yahudi olmayan insanları rahatsız eden daha derin konulara girmelisiniz.” Bu konular da antisemitizm ve Yahudi kimliğinin karmaşık doğası.

Manhattan Projesine önderlik eden bilim insanlarından altısı Yahudiydi. Etnik kökenleri, Nazi işgali altındaki Avrupa'da değil de Amerika'da bomba inşa etmelerinin temel nedeniydi.

Wellerstein bununla ilgili olarak, “Bomba geliştirme projesi bağlamında Avrupalı fizikçilerin Yahudilikleri konu olmadı. Ancak Yahudi olmaları bu projede yer almaya onları iten başlıca nedenlerden biriydi, zira birçoğu Hitler yüzünden Avrupa’dan kaçmıştı” diyor.

Yahudilik ve ırk konusu ile ilgili hassas tartışmalara girmek, Nolan'ın rahatça yaptığı şeyler arasında değil. Oppenheimer'ın sosyal sınıfı, inancı, etnik kökeni ve karakteristik özellikleri birarada hikayesinin bir kısmını oluşturuyor ve bu unsurlardan birini bu denklemden çıkarmak ya da unsurların sert yönlerini yumuşatmak hikayenin eksik olduğu suçlamalarına neden olabiliyor.

Wellerstein’a göre Amerika’da yaşayan Yahudi mülteciler savaşın gidişatından Amerikalılar’dan daha fazla korkuyor ve endişe duyuyordu. Hatta Nolan’ın da filminde açıkça vurguladığı üzere,  Avrupa’daki Yahudilere empatiyle yaklaşıyorlardı. Savaşın kaybedilme riskini çok ciddiye alıyorlardı. Bu nedenle ilk baştan Manhattan Projesini ileriye taşıyan da onlar oldu.

Bilim dünyası ile din arasında köprü görevi görmeyi amaçlayan bir kuruluş olan Sinai and Synapses’in başkanı Rav Geoff Mitelman, “Bana sıklıkla o dönemde (II. Dünya savaşı) neden bilim adamlarının çoğunun Yahudi olduklarını sorarlar. Neden Yahudilerin bugün de bilimi bu kadar kolay benimsediklerini, hatta bazen Yahudilikten bile daha fazla benimsediklerini de sorarlar.”

Bu konuda Oppenheimer’ın yakın arkadaşlarından Isidor Rabi’nin bir açıklamasını aktarıyor Rav Mitelman. “Oppenheimer okuldan eve döndüğünde annesi ona o gün okulda ne öğrendiğini sormazdı. Onun yerine, ‘Bugün okulda iyi bir soru sordun mu?’ diye sorardı.” Rav Mitelman bunu şöyle açıklıyor: “Bu Yahudi geleneğinin temel unsurlarındandır. Her zaman daha iyi sorular bulmaya çalışırız.”

Kaynak: The Jewish Chronichle, 26 Temmuz 2023, The Real Oppenheimer’s Complicated Relationship With Judaism

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün