•Gazeteci yazar Sylvie Braibant, olağanüstü bir tarihin tanıkları olan onların yaşamlarını Kahire´den Varşova´ya ve Fransa´daki tüm güzergâhlarında adım adım iz sürerek, binlerce sayfa belgeyi tarayarak “Benzemezler” başlığı altında kaleme aldı. Her ikisine de tavizsiz bir yansızlıkla baktığı biyografik eserinde asıl amacı, Fransa´da tüm devlet erkânı tarafından uğurlanan ve hatta Türkçe Wikipedia´ya bile giren şanlı babasının yanında, savaş kahramanı annesi “Michla´yı silindiği bir tarihe yeniden yazmak”tı. •Mine G. Kırıkkanat - Cumhuriyet
Bu Haftanın “Takılanlar”ı
‘Makul argüman' yasasının çıkarılmasının ardından İsrail'de bir soru gündeme geldi: Yetkililer İsrail yasalarına veya hükümetin ve Knesset'in kararlarına uyuyor mu? Bu soru bazılarının bunu kaos olarak nitelendirdiği ölçüde kafa karışıklığına neden oldu.
Bu konudaki ilk çatışma dün (16 Ağustos Çarşamba günü) Ben Gvir ile Polis Genel Müfettişi arasında meydana geldi ve Ulusal Güvenlik Bakanı Shabtai'nin polisin hükümetin kararlarına değil İsrail yasalarına uyduğuna dair açıklamasını reddetti.
Polisten sorumlu bakan olarak hükümetin kararlarına göre hareket etmesini emretti. Aralarındaki anlaşmazlık genişledi ve siyasi ve güvenlik kurumları içinde fırtınalı bir tartışmaya yol açtı ve İsrail makamları arasında genişleyen uçurumu yansıtıyor.
Siyasi araştırmacı Nadav Eyal, "Bu, güçler savaşının hızla tırmanmasına yol açacak. Tahminler, ordu, Shin Bet ve Mossad liderlerinin polisin yasalara uymak yerine hükümet kararlarını yerine getirme konusunda benzer bir pozisyon alacakları yönünde" dedi.
Eyal, "Bu tür bir krizin ortaya çıkması durumunda Shin Bet, Mossad ve ordu, yasayı ihlal edecek şekilde çalışmayacak. Yasayı profesyonel hukuk danışmanları tarafından yorumlandığı gibi takip edecekler. Bir mahkeme kararı veya açık bir emir varsa, onu takip edecekler ve onunla çelişen herhangi bir emri takip etmeyeceklerdir. Polis, bu tür bir anayasal krizde merkezi bir unsurdur ve durum daha karmaşıktır" şeklinde konuştu.
Eyal, polisin 'politik meselelerden çok etkilenen zayıf bir kurum' olduğunu söyledi.
Ayrıca "Polis, günlük olarak yargı sistemiyle doğrudan etkileşime giriyor.
Bu nedenle, Shin Bet'in Başkanı ve Genelkurmay Başkanı'nın mahkeme kararlarını takip ettiğini bilen bir genel müfettişin, eski suçlu Itamar Ben-Gvir'den emir aldığını hayal etmek zor" ifadelerini kullandı.
Bu durumun Başbakan Benjamin Netanyahu'yu rahatsız ettiğini söyleyen Eyal "Mahkemenin yasayı iptal etme olasılığı artıyor. Netanyahu, devlet kurumlarının mahkemeyi takip edeceğinden korkuyor. Başka bir deyişle, kaybetmekten korkuyor" dedi.
(…) İsrail'in içinde bulunduğu durum ve ordunun durumunu araştırırken sunulan gizli raporlar nedeniyle, bakanlar ve yetkililer ordunun etkinliğinin düşüşü hakkında bir soruşturma komisyonu kurulmasını bekliyor.
Kabineden bir bakanın, "Bakanlar ve yetkililer, İsrail'deki mevcut koşullar altında, mevcut güvenlik gelişmeleri veya hükümet değişikliği olması durumunda, ordunun etkinliğinin düşüşü hakkında bir soruşturma komisyonu kurulabileceğine inanıyor" dediği bildirildi.Bakan, Kabine'nin çoğunluğun ordunun durumu ve etkinliğinin düşüşü hakkında tam olarak bilgilendirilmediğini söyledi.
Haaretz gazetesine verdiği demeçte, "Kabine üyeleri geceleri uyuyamıyorlar. Ordu tekrar tekrar hazır olmadığı konusunda uyardıkça, her şey tutanaklara kaydediliyor. Bu da her bakanın ve yetkilinin sorumluluğu üstleneceği ve böyle bir durumun siyasi geleceğine mal olabileceği anlamına geliyor" dedi. Bakan ayrıca, "Bu duruma devam edemeyiz" diyerek uyardı.
İsrail televizyonu Channel 12, Genelkurmay Başkanı'na yakın bir kaynağın, olası bir soruşturma komitesine hazırlık olarak siyasi düzey ve özellikle Netanyahu ile yaptığı tüm görüşmeleri belgelemesi tavsiyesinde bulunduğunu bildirdiğini aktardı. Bir askeri kaynak, ordu ve güvenlik güçleri liderlerinin ordunun hazırlığı hakkındaki uyarılarını yazılı olarak belgelediklerini ve soruşturma komitesi önünde görünmek zorunda kalabilecekleri bir duruma hazırlık amacıyla kamuoyuna çıktıklarını söyledi. Bu tartışmaların ortasında, eski güvenlik yetkilileri ve askeri uzmanlar Netanyahu'yu orduyu zayıflatmakla suçladı ve ordunun karşı karşıya olduğu durumdan sorumlu tuttu.
Emel Şehade
Erdoğan’ın tek şaşırtıcı hamlesi değil. Arap Baharı’ndan önce Arap ülkeleriyle arasını iyi tutmanın bir yolu olarak İsrail hakkında sert çıkışlarıyla övünüyordu. Mayıs 2010’daki Mavi Marmara olayı ikili ilişkilerde ilk kez kan dökülmesine neden oldu.
Siyasi ve diplomatik ilişkiler altı yıl boyunca askıda kaldı, ta ki dönemin ABD Başkanı Barack Obama normalleşme adımlarına aracılık edene kadar.
Bugüne gelindiğinde ise Erdoğan, önce İsrail Cumhurbaşkanı Herzog’u ağırladı ve şimdi de Başbakan Netanyahu’nun da bu yıl içinde Türkiye’ye gelmesi bekleniyor. Erdoğan, sadece İsrailli liderlerle görüşmekle kalmadı, aynı zamanda İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’daki operasyonlarına ilişkin söylemini de önemli ölçüde değiştirdi. Çoğunlukla, dışişleri bakanlığının yazılı açıklamalar yoluyla tonu belirlemesine izin veriyor.
Tülin Daloğlu
https://yetkinreport.com/2023/08/17/erdoganin-dis-politikasi-gercekten-degisiyor-mu/
Türkiye’de dinci faşizm hayatın her alanına sızmaya, saldırganlaşmaya devam ederken toplumu sarsan Münevver Karabulut cinayetinde katil Cem Garipoğlu’nun ailesinin, Yahudi kökenli, cinayetin de aslında bir ayin olabileceğine ilişkin iddia medyada, sosyal medyada yankılandı. Toplumdaki Yahudi düşmanlığı da pogromları, soykırımları besleyen “Siyon Yaşlıları Protokolü” hezeyanının dünyasını andırır biçimde su yüzüne çıktı.
Ergin Yıldızoğlu
https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ergin-yildizoglu/kosullar-mukemmel-2109444
Yahudiler Münevver Karabulut cinayetinde kendilerini bir anda sanık sandalyesinde buldular. Karabulut ailesinin avukatı Rezan Epözdemir’e göre fail Cem Garipoğlu’nun ailesi Yahudiydi ve Yahudilerde 18 yaşına giren bir erkeğin kendini ispatlaması için bakire bir kızı öldürmesi gerekiyordu. Bu deli saçması ve ırkçı iddiayı ortaya attığı için Epözdemir çok haklı olarak eleştirilince, bu kez de bu iddiaların mahkeme kayıtlarında yer aldığı söylendi.
Şimdi önümüzde daha büyük bir skandal var. Bu deli saçması hikaye mahkeme kayıtlarında nasıl yer alabilir? Hukukçu değilim ama tecrübelerim şunu gösteriyor. a) Savcılık iddianamesinde. Eğer iddianamede böyle bir şey varsa bu skandaldır. b) Tanık ya da sanık ifadelerinde. Böyle bir şey duruşmada söylendiyse de bunu gayet doğru imiş gibi “Mahkeme kayıtlarında var” diye ortaya atmak skandaldır. c) Mahkeme heyetinin bir yerden duyduğu bu deli saçmalarının araştırılması için karar çıkarması. Söylemeye gerek yok, bu da skandaldır. d) Dava sürecinde mahkemeye bu iddiaları içeren bir evrak sunulması. Aynı b maddesinde olduğu gibi, eğer varsa kerameti kendinden menkul böyle bir evrak, bunun “mahkeme kayıtlarında var” diye sunulması skandaldır. Velhasıl hiç tevil etmeye çalışmasınlar bu olay baştan sona antisemitizmdir.
Yetvart Danzikyan
Suudi Arabistan-İsrail normalleşmesine gelirsek, bunun Washington’da görkemli bir tören ve el sıkışılan tarihi fotoğraflarla gerçekleşeceğini düşünmüyorum. Suudi Arabistan’ın İbrahim Anlaşmalarına katılacağı da beklenmiyor. Ancak İbrahim Anlaşmalarından alınan dersler ışığında bu pazarlıkların içinde Filistin meselesinin daha net bir şekilde yer alacağını öngörüyorum. Yani bu konunun Netanyahu ve Friedman’ın belirttikleri gibi önemsiz olduğunu düşünmüyorum. Tam tersine, Suudi Arabistan gibi sembol bir ülkenin yapacağı anlaşmanın meşruiyeti için Filistin meselesinde elle tutulur bir gelişme şart. Son Arap Birliği Zirvesi deklarasyonunu ve bir kaç gün önce Suudi Arabistan’ın Ürdün büyükelçisinin ilk kez yapılan bir atamayla aynı zamanda Filistin Yönetimi ve Kudüs’ün (ikamet etmeyen) başkonsolosu olarak görevlendirilmesini Filistin meselesinin önemini İsrail’e hatırlatan bir mesaj olarak okuyabiliriz.
Ancak bir de labirentimiz mevcut. Her şey yolunda gitse dahi Suudi Arabistan bu başarının mimarının Biden olmasını istemiyor. Yani zamana yayıp ABD seçimlerini bekleyebilir. Biden ise bir yandan bu başarıya ihtiyaç duyarken, bir yandan da yargı reformu adına yapılanlar nedeniyle Netanyahu başbakanlığında bu normalleşmenin gerçekleşmesine gönlü razı değil. Netanyahu ise “bir başka ligin oyuncusu” söyleminden çoktan vazgeçti. Olası bir normalleşmeyi politik kazanç olarak değil üzerindeki iç ve dış baskıyı azaltmak için kullanmak isteyecektir. Her hâlükârda, Suudi’lerin talep edeceği Filistin meselesi ile ilgili en ufak bir iyileşmeyi, başında bulunduğu aşırı sağcı ve dinci koalisyonla gerçekleştirmesi imkansıza yakın. Oysa İsrail Dışişleri Bakanı Cohen’e göre normalleşmenin eli kulağında ve buna engel olan “İsrail toplumunu parçalayan protestocular.”
Son olarak, Suudi Arabistan- İsrail normalleşmesini bir sonuç olarak değil bir süreç olarak değerlendirmek gerekir. Bu normalleşme aslında Arap Baharı’ndan beri devam ediyor. O dönemki Sünni-Şii gerginliğinde İsrail, ortak İran tehdidi karşısında Sünni bloğun doğal bir üyesi kabul edilmişti. 2014 yılında dönemin İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman Suudi Arabistan ile gizli görüşmelerin başladığını duyurmuştu. 2020’deki İbrahim Anlaşmaları yeni bir dönemin kapılarını aralarken, Suudi Arabistan bu anlaşmalara olurunu vermiş ve hava sahasını İsrail’e açmıştı. Ortak İran tehdidi, Suudi Arabistan’ın bölgesel ittifakı önceleyen dış politikası ve Doğu Akdeniz’deki bölgesel işbirliği olanakları bu normalleşmeyi çoktan başlattı. Unutmamak gerekir ki, Suudi Arabistan uzun zamandır İsrail’in Orta Doğu’daki varlığını kabul ediyor ve barış için zemin yokluyor. Bunu hazırladığı 1982 ve 2002 barış girişimlerinden ve desteklediği İbrahim Anlaşmasından da görebiliyoruz. Hatta güçlü bir İsrail, ortak İran tehdidine karşı önemli bir avantaj oluşturuyor. Bu nedenle yargı reformu tartışması nedeniyle kutuplaşmış ve zayıflamış görünen bir İsrail sadece ABD için değil Suudi Arabistan için de ciddi bir kaygı kaynağı.
Karel Valansi
Açık ara en büyük engel İsrail tarafında bulunuyor. Washington ve Riyad’ın karşı karşıya olduğu muamma, böyle bir anlaşmanın özellikle ABD açısından ancak üçgen bir formda mantıklı olması. İki taraflı bir ABD-Suudi güvenlik anlaşmasının Washington’da siyasi olarak kabul görmesi son derece zor olacak ve üçlü bir anlaşmanın sağlayacağı gibi dönüşümsel, nesiller boyu ABD’nin stratejik konumunu güçlendirmesini sağlamayacak.
Soyut olarak bakıldığında, İsrail üçü arasında en hafif yük ile karşı karşıya. Muhtemelen istenen tek şey, işgal altındaki Filistin toprakları ile ilgili uluslararası hukuk ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına daha uygun bir şekilde hareket etmesi olacak. Filistin sorununu çözmesi veya işgali sona erdirmesi beklenmeyecek, sadece uluslararası hukuka aykırı olan yerleşim faaliyetlerini sınırlaması, ki bu uluslararası hukuk tarafından yasaklanmıştı veya ilhak edilmemiş toprakların hukuka aykırı işgaline girişmemeyi taahhüt etmesi istenecek. Buna ek, tartışmasız en çok kazanan İsrail olacak. Bu, en azından 1979’da Mısır ile yapılan barış anlaşmasından ve BM Genel Kurulu’na kabul edilmesinden bu yana en büyük diplomatik atılım olacak çünkü Suudi Arabistan ile ilişkilerin normalleşmesi, İsrail’in daha geniş Arap ve İslam dünyasıyla ilişkilerinin diplomatik ve ticari açıdan normalleşmesini neredeyse garanti altına alacak.
Ancak, Başbakan Binyamin Netanyahu ve büyük ölçüde ilhak yanlısı Likud ve birkaç küçük aşırılık yanlısı partinin liderliğindeki mevcut İsrail Hükümeti’nin işgal konusunda veya Filistinlilere karşı önemli tavizler vermesi pek olası görünmüyor. Bazı üst düzey İsrailli yetkililer işgal konusunda atılabilecek adımların asgari düzeyde kalacağını söylerken, bazıları da bu adımların kesinlikle söz konusu olmayacağını öne sürüyor. Wall Street Journal’da yayınlanan ve Washington’un Güney Kore ile yaptığına benzer bir ABD-Suudi güvenlik anlaşmasını savunan bir yorumda, İsrail Dışişleri Bakanı Eli Cohen Filistinlilerden ya da işgalden hiç bahsetmedi.
Friedman, her ne kadar geleceği konusunda ikna olmamış olsa da bu girişim konusunda hevesli olmasının ana nedenlerinden birinin, mevcut radikal İsrail Hükümeti’ni parçalayacak ve iki devletli bir anlaşma için azalan umutları yeşertecek olması olduğunu defalarca vurguladı. Mevcut koalisyonun Suudi Arabistan’ın işgal ya da Filistinliler konusunda talep edeceği tavizleri vermesi mümkün görünmüyor. Netanyahu’nun muhtemelen merkezci siyasetçi Benny Gantz ile ittifak yaparak yeni bir kabine kurması umut ediliyor.
Ancak Netanyahu hâlâ bir yolsuzluk davasıyla karşı karşıya ve mevcut koalisyonu kendisini olası bir hapis cezasından koruyabilecek sözde yargı reformu girişimlerini destekliyor. Bu tür adli değişikliklerin yeni ve daha ılımlı bir hükümet ile mümkün olmayacağı neredeyse kesin. Dolayısıyla, bu anlaşmanın uygulanabilir, makul ve hayati bir ulusal çıkar olduğu sonucuna varsa bile, böyle bir manevrayı engelleyebilecek kişisel ve siyasi mülahazalarla karşı karşıya. Yine de aşırılık yanlısı küçük partilerin olmadığı alternatif bir koalisyonun, birçok İsraillinin düşman olarak gördüğü Filistinlilere, İsrail üzerinde pratik bir etkisi olmayan, anlamlı tavizler vereceği kesin değil. Bugünün İsrail’inde ulusal moral, ülkenin işgal altındaki Batı Şeria’nın büyük bölümündeki emellerine yönelik herhangi bir büyük kısıtlamayı kaldırabilir mi? Knesset’te, ülke tarihindeki en önemli diplomatik başarılardan birini elde etmek için bile olsa, bunu yapmaya hazır, muktedir ve istekli herhangi bir potansiyel iktidar koalisyonu olduğu şüpheli.
Yine de Riyad’ın istediği güvenlik garantileri ve Washington’un istediği stratejik faydaların her ikisi de pratikte İsrail’in Filistinlilere ve işgale karşı esnekliğine bağlı ki olası herhangi bir koalisyon hükümeti altında bunların hiçbiri olmayabilir. Böyle bir anlaşma imkânsız değil çünkü Friedman’ın 27 Temmuz tarihli köşe yazısında da belirttiği gibi üç taraf için de büyük faydalar sağlayacak. Bu faydalar girişime önemli bir ivme kazandırıyor ve Biden yönetiminin bu girişim için neden karanlığa doğru cesur bir adım attığını açıklıyor. En büyük problem Riyad ya da Washington’da değil. Kuşkusuz en etkili Arap ve Müslüman ülkeden alınacak eveti bile yanıt olarak kabul etmekten aciz ilhakçı hırslara kapılmış olan İsrail’de.
Cansu Yiğit
https://harici.com.tr/israil-suudi-normallesmesinin-onundeki-en-buyuk-engel-filistin-degil-tel-aviv/
Şu yer yüzünde Yahudiler kadar bu tür iftiralara uğrayan çok az topluluk vardır herhalde. En bilinen iftira da İsa peygamberin çarmıha gerilişinde rollerinin olduğu iftirasıdır. Müslümanlar buna inanmaz, hatırlatayım, çünkü bir peygamberin çarmıha gerilerek öldürülmesi İslam inancına uymaz. Bu iftiralar bir döneme ait bir olgu da değildir üstelik, tarihin her döneminde rastlanır. M.Ö. 2. yüzyılda Apion'un Helenistik yazılarında da görülmüştür örneğin.
Bu iftiraların en korkuncu Kan iftirası’dır. 12. yüzyılda Birinci Haçlı Seferi'nin ardından daha da yaygınlaştığı bilinir. Yahudilerin, Yahudi olmayan Hıristiyan çocukların kanını matza (mayasız ekmek) pişirmek için kullandıkları yalanıdır bu. İlk Kan İftirası’na Ortaçağ Avrupasında 1144 yılında rastlandı denir. İngiltere'nin Norwich bölgesinde William adlı çocuğun bir ormanda bıçaklanmış cesedi bulununca kilise Yahudileri suçladı hemen. Daha sonra da çok rastlandı bu iftira örneklerine. İngiliz dilinin en iyi şairi Geoffrey Chauser da berbat bir Yahudi düşmanıydı. Ünlü kitabı Canterbury Öyküleri’nde bu iftirayı doğruymuş gibi yazar.
Yüzlerce yıl önce uydurulmuş bu iftirayı, Yahudileri şeytanlaştırmak için en iyi “değerlendirenlerin“ Nazi manyakları olduğunu söylemeye gerek yok. Herkes bilir çünkü. Avrupa’da Yahudilere yönelik zulüme kaynaklık etmiştir bu iftiralar. Oysa dinler tarihinden, dolayısıyla kutsal kitaplardan haberdar olanlar, Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat'ta her türden cinayetin açıkça yasaklandığını bilir. Kaldı ki Yahudi inancında kan tüketimi bile yasaktır. Tüketilmeden önce kesilen hayvanın tüm kanın akıtılması şarttır. İslam’a da geçmiştir bu uygulama.
İnanılır gibi değil gerçekten, tümü de Hıristiyanlık kaynaklı olan bu iftiraların haddi hesabı yok. Ortaçağı kasıp kavuran veba salgını sırasında da Yahudilerin kuyuları zehirledikleri iddiası ortaya atılmıştı. Hıristiyan bağnazları sözümona Kan İftirası’nın kurbanlarının mucizeler yarattığını da yaymışlardı. Biri çok ilginçtir. 1475 yılında Simon adında 2 yaşında bir çocuk Paskalya zamanında İtalya'nın Trent şehrinde kayboldu. Babası, Yahudiler tarafından kaçırıldığını, matza yapımı için öldürüldüğünü iddia etti. Bunun üzerine bölgedeki tüm Yahudi cemaati işkenceyle katledildi. İtalya’da, Almanya’da, Avusturya’da yüzlerce mucize atfedilen bu çocuğun adını taşıyan dini bir kült yayıldı. Dahası 16. Yüzyılda aziz ilan ettiler çocuğu. Neyseki Vatikan bu saçmalığı farkedip 1965 yılında azizlik ünvanını kaldırdı. Dinler tarihinin en ilginç vakılarındandır bu.
Döneminin ilerici kabul edilen Protestan Reformu'nun babası Martin Luther, 1453’de yazdığı Yahudiler ve Yalanları Üzerine adlı kitabında Yahudilerin Hıristiyan kanını kullandığını yazabilmiştir. İftiranın gücüne bakar mısınız?
Kan İftirası yirminci yüzyılda bile , tarihin görüp görebileceği en büyük kıyımı yaşayan Yahudilerin peşini bırakmadı. Pek bilinmez ama Nazilerin soykırımından sonra da aynı yalanla çok sayıda Yahudi katledildi. Polonya’da 1946’da yaşanan Kielce pogromu bunlardan biridir. Dokuz yaşındaki Henryk Blaszczyk adlı çocuğun Yahudilerce kaçırıldığı iddiası üzerine patlak verdi bu felaket. Tam 42 masum Yahudi katledildi. Sonra ne oldu biliyor musunuz? Çocuk iki gün sonra evinde döndü. O kadar insanın ölümüne, yüzlerce Yahudinin Polonya’yı terk etmesine yol açan alçakça bir iftiraydı bu da.
Onlarca örnek verilebilir ama burada keselim. Tatsızdır. Yahudilere yönelik tüm bu iftiralar Hıristyanlarca uydurulmuştur. Bu yüzden Müslümanlar kendileriyle gurur duyabilirler. Bu tür iftiralara kulak asmamışlardır çünkü. Zaten hem dini hem politik olarak Yahudiler ile Müslümanlar arasında çağlar boyunca sorun yaşanmamıştır. Bugün yaşananlar 20 yüzyılın ürünüdür, İsrail’in özellikle Filistin meselesindeki tutumu yüzünden topladığı bir öfke vardır kuşkusuz. İşte bu öfke bazı Müslümanları daha önce hiç rastlanmadık tutumlar almaya da itti. 2003 yılında Suriye ile Lübnan'da yayınlanan bir TV dizisinde, Yahudi halkını dünyayı yönetmek için komplo kuran, Hıristiyan çocukları öldüren, matzah pişirmek için kanlarını akıtan bir halk olarak gösterildi. Bu Müslümanların bugüne kadar asla yapmadıkları bir şeydi.
İsrail’e duyulan öfke, Yahudi halkına yöneltilmemelidir. Kendi adıma söylüyorum, İsrail’e karşı oluşumun nedeni, bu devletin Yahudi ahlakını temsil ettiğine inanmayışımdandır biraz da. Ama bu binlerce masum insanın katline yol açan iftiraları destekleyeceğim anlamına gelmez. Toplumumuz öyle bir nefret toplumuna dönüştü ki, olur şey değil. Şu yazım yüzünden bana neler söyleneceğini de biliyorum haliyle. “İsrail uşaklığı”mdan “kripto Yahudi”liğime kadar ne gelirse aklına faşistin söyleyecek elbette. Aşacağız bu günleri mutlaka.
Atılan iftiraları 1965 yılında Simon adlı çocuğun azizlik ünvanını kaldıran Papalık bile reddetmişken, günümüzde bir hukukçu(!) bu ilkel iftiralara başvurmaktan çekinmiyor. Büyük acılara yol açmış bir iftirayı bu kadar kolay dillendirmek anlaşılır gibi değil.
İftiracı şunu bilmeli; atılan iftira kişiyi de toplumu da dönüp vuracak bir bumerangtır aslında. O yüzden ağzından çıkanı kulağı duymalı insanın.
İnsanın diyorum tabii ki.
Mustafa K. Erdemol
Bir Youtube programında Yahudiler hakkında nefret söylemini aşan hikâyeler anlatılıyor... Popüler bir cinayet davasındaki cani ve ailesi "insan kurban eden Yahudiler" diye tarif ediliyor.
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de yükselen popülizmin, yabancı düşmanlığının tehlikeli bir noktaya evrildiğini düşünen bir gazeteci olarak itiraz ediyorum.
Faşistler sosyal medyada "Yahudi misin, sana ne?" diye soruyorlar. "Karen Valansi bunu beğendi" diye ironi yapan da var.
Arkadaşlar, Yahudi olsam sizce milyonlarca gence Google'da "Yahudiler insan kurban ediyor mu?" diye arattıran bu yayına tepki gösterir miydim?
Bakın, ekşi çöplük isimli sitede yayınla senkronize şekilde başlatılan antisemitizm seansına falan Yahudi cemaatinden, kanaat önderlerinden, gazetecilerinden herhangi bir tepki geldi mi ki?
Melih Altınok
Bir an takvimin yapraklarını geriye sardım. 23 yıl önce yine bir Temmuz günü o zaman flört ettiğim eşimle “Tamam mı devam mı?” konuşması yapıyorduk. Ailesi yabancı gelin istemiyor. Bizimkiler “Seni istemeyeni biz hiç istemezük!” diye gururla meydan okuyor. Biz iki zavallı ateş arasında kalmışız. Diyor ki kaçıp evlenelim. Karşı çıkıyorum. Ortada onursuz bir durum yok. Bir evin bir kızıyım. Niye ailemi mutlu günümü görmekten mahrum bırakayım? “Olmaz!” diyorum, ille de rızalarını alacağız, ikna edeceğiz. “Götür beni annenlere, tanışalım. Tanısalar severler belki,” diye diretiyorum.
Yaşın ve duyguların verdiği deli cesaretiyle atlıyoruz ilk vapura, ver elini Büyükada. Hem de bir Cuma akşamı. Tabii o zamanlar Şabat sofrasının anlamından bihaberim. Yaptığımızın nasıl zamansız bir emrivaki olduğunun farkında değilim. Neyse varıyoruz eve. Kapıyı müstakbel kayınvalidem açıyor. Bizi görünce tebessümü yüzünde donuveriyor kadıncağızın tabii. Yine de kibar bir şekilde bizi içeri buyur ediyor, eşimi ise kenara çekiyor konuşmak için. Canım kayınpederim, her zamanki yufka yürekli sevecen haliyle “Gel kızım,” diyor, “Onlar konuşsunlar, biz balkonda oturalım, hava güzel.” Uzaktan görüyorum, yemek masası kurulmuş ama yemekler daha ortada yok.
Ardından eşim yanıma geliyor, bu kez babası içeri gidiyor. Arka odada ateşli bir Ladino (Sefarad İspanyolcası) diyaloğu ardından “Bu akşam misafire pek hazırlıklı değiliz,” diyerek hep beraber iskeleye inip yemek yemeyi teklif ediyorlar. Bizim hikayemiz işte böyle başlıyor. En azından hayatlarımızı birleştirme yolunda ilk adımı biraz kızdır bastır şekilde de olsa öyle atıyoruz.
(…) Biz bu açıdan epey mücadeleci çıktık. Birbirimizin dünyasında olabildiğince yer açmaya çalıştık. Eşimin ailesiyle bir törene katılmak için birlikte ilk kez sinagoga gittiğim günü hala hatırlatırım. Neve Şalom’un tiyatro salonunun balkonunu andıran kadınlar kısmına girmemizle birlikte salondakilerin bana ve kayınvalideme bakıp, birbirlerinin kulaklarına eğilerek fısıldayışları dün gibi gözümün önündedir. Yıllar içinde fısıldaşmalar yerini el sallamalara ve kucaklaşmalara bıraktı. Arada tek tük yine oluyor ama o da daha çok son gelişmelere dair bilgileri nakletmek için. Bugün geriye dönüp bakınca küçük cemaat içinde yaşadıkları baskıyı daha iyi anlıyorum. Yine de bana kendimi yabancı hissettirmemek için ellerinden geleni yaptılar.
Selin Nasi
https://www.gazetepencere.com/araf-2/
Michla Gielman, kabuğu sert içi eşsiz lezzette bir elma ya da 150 santimetre çapında bir demir leblebi; velhasılı miniminnacık bir devdi. Onu görür görmez sevdim. Çocukları ve torunları, Bubele diye çağırırlardı. Ben de öyle dedim. İşçi kızı Michla’nın mütevazı Yahudi ailesinden pek çok birey, önce Polonya, ardından göçtükleri Fransa’da öldürülmüştü.
Michla Gielman, Almanya’nın Fransa’yı işgal ettiği yıllarda direnişe girdi ve binlerce Yahudiyi sahte kimliklerle temerküz kamplarına gönderilmekten kurtardı.
İskenderiye’de yetkin bir Yahudi ailesinden gelen Guy Braibant ise Fransa’nın en kallavi hukukçularındandı. AB idare hukukunun mimarı, Avrupa Temel Haklar Şartı’nı hazırlayan konseyin başkanıydı. Kuzenlerinden biri Mısır’ın Almanlar tarafından işgaline karşı komünist direnişi örgütleyen ve 1978’de öldürülen Henri Curiel, bir diğeri Sovyetlere çalıştığı anlaşılınca ömür boyu hapse mahkûm olup IRA’nın hapisten kaçırdığı ünlü MI6 casusu, asıl adı George Behar olan George Blake’ti... Hukuk profesörü Guy Braibant’la da 2002’de Radikal’de tam sayfa yayımlanan bir röportaj yapmak onuruna eriştim.
Michla ile Guy’ın yolları, 1948’de Fransız Komünist Partisi Paris hücresinin bir toplantısında kesişti. Proleterle patron aşkı gibi, mütevazı kızla zengin oğlan birbirlerine vuruldu. İki çocukları oldu. Her şey onları ayırıyordu, hiç benzeşmiyorlardı ama aralarında kurdukları köprü 39 yıl dayandı. 1987’de ayrıldılar. Guy 2008, Michla 2011’de vefat etti.
Gazeteci yazar Sylvie Braibant, olağanüstü bir tarihin tanıkları olan onların yaşamlarını Kahire’den Varşova’ya ve Fransa’daki tüm güzergâhlarında adım adım iz sürerek, binlerce sayfa belgeyi tarayarak “Benzemezler” başlığı altında kaleme aldı. Her ikisine de tavizsiz bir yansızlıkla baktığı biyografik eserinde asıl amacı, Fransa’da tüm devlet erkânı tarafından uğurlanan ve hatta Türkçe Wikipedia’ya bile giren şanlı babasının yanında, savaş kahramanı annesi “Michla’yı silindiği bir tarihe yeniden yazmak”tı.
Mine G. Kırıkkanat
https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/mine-g-kirikkanat/benzemez-birlesikler-2110476
Takılan tweetler
Bir kahramanı onurlandırmak: Portekiz Cumhurbaşkanı, Holokost sırasında diplomat Aristides de Sousa Mendes tarafından kurtarılan Yahudi mültecilerin ailelerine kapıları açtı.
Bu dikkat çekici toplantı, bir kişinin cesaretinin sayısız hayatı kurtarmadaki etkisini kutladı.
https://twitter.com/eurojewcong/status/1692054399135399996
23 yildir planlanan, bir turlu bitirilemeyen Tel Aviv bolgesinin ilk hafif rayli tren hattinin resmi acilisi bugun yapildi. Kirmizi hat olarak adlandirilan hat Bat Yam - Petah Tikva arasi calisacak (Sabat ve bayram gunleri haric..)
Israel gibi start-up nation, hi-tech ulkesi adlandirilan bir ulkenin merkezinde hafif rayli trenin kurulusundan ancak 75 yil sonra acilmasi da bu ulkenin utanci olsun. Burokrasi bahanelerine siginarak uygun ve modern toplu tasimayi vatandasina saglayamamak oldukca sikintili.
https://twitter.com/gbehiri/status/1692160919361462452
Yenilenen Bergama sinagogunu görmek insanın içini ısıtıyor...
Bergama Yahudi mezarlığını görmek ise içler acısı...
Birisi etrafındaki çiti tamir edip orada gömülü olan insanları onurlandırmak için biraz temizlik yapabilir mi?
https://twitter.com/mchitrik/status/1691806747260805159
The Gelibolu Havra (synagogue) on Havra Sokak, Gelibolu, Türkiye.
https://twitter.com/mchitrik/status/1692223395541233937
https://tamgaturk.com/yazarlar/m-bahadirhan-dincaslan/mayasiz-ayini-bir-komplonun-anatomisi/17580/
Türkiye’de “Türkiyelilik” zırvaları rağbet görürken kendine “Türk Musevileri” diyen dostlarımızı savunmak da bizim borcumuzdur.
https://twitter.com/OrhanGurgen1/status/1691829115723088168
Kolsuz bluzlu ve kot pantalonlu kızlar...
Şöför; üstünüzü örtün ve gidin arkaya oturun... diyor..
Bu olay nerede cereyan etmiştir ve şöför sözlerini nasıl tamamlamıştır?
Fikri olan?
https://twitter.com/AdelinaSfishta/status/1690992278431547392
İsrail’de demokrasi yanlılarının 33.hafta protestosunda,ana konu kimi belediye otobüslerinde şoförlerin kadınları en arkaya oturtmaya çalısması idi.Yahudi şeriatına göre kadınlar erkeklerle aynı yerde oturmaması gerekiyor.Şoförler bu gücü dincilerin de olduğu koalisyondan alıyor.
https://twitter.com/basyazar/status/1693020546735218872
Büyükelçimiz Irit Lillian ve İstanbul Başkonsolosumuz Rami Hatan'ın katıldığı törenle İsrail'in #Muğla Fahri Konsolosluğu görevine atanan Sn. Boğaç Çekinmez'i tebrik ediyor ve iki halk arasındaki ilişkilere katkı sağlayacak çalışmalarında başarılar diliyoruz. 🇮🇱🇹🇷
https://twitter.com/IsraelinTurkey/status/1691054285197336576
Yine herkes sessizliğe geçti antisemitizm falan filan unuttuk gitti. Bir aile Yahudi olmakla suçlandı, evet suçlandı. Her konuya yanlış bakmayı nasıl beceriyoruz arkadaş aklım almıyor. Bu aile bir kızın hunharca öldürülmesine karıştı. Oğulları kızı öldürdü, aile örtbas etmeye kalktı. Mesele gerçekten hangi dine inandıkları mı? Mesela bunlar sadece sarhoş olup öldürselerdi ne değişecekti Münevver açısından? Oh iyi Yahudiler öldürmedi ya boşver gitsin mi diyecektik? Ne kafa yaşıyoruz abi?
https://twitter.com/DLeilaErtug/status/1692558197926593019
İsrail bizim yardımımıza ilk koşanlardan biriydi. Maraş depreminde de yanımızdaydılar. Siyasal İslamcılar bir de linçlemeye kalktılar adamları. Nankörlük çok fena şey.
https://twitter.com/DLeilaErtug/status/1692105119700009023
Şalom gazetesinden Rezan Epözdemir'e manşetten tepki: Modern çağ 'kan iftirası'
'Osmanlı döneminde, padişahların fermanlarla yalanladığı kan iftirası antisemit kesimlerin başvurduğu komplo teorilerinin başında geliyordu'
https://twitter.com/artigercek/status/1691740931874017686
Fransa'da antisemit bir hristiyan dincisi dernek kapatıldı. Bu konuda yorum yapan Yahudi Müzesi Müdürü şöyle diyor:
"Fransa Yahudilerini yabancılarla eşitlemek sahtekarlıktır. Fransa'da antik çağdan beri Yahudiler var."
https://twitter.com/Kayahanuygur/status/1690667916314755072
Bu, İsrail ile Almanya arasındaki ilişkilerde bir dönüm noktasına işaret eden tarihi bir gün. İlk kez bir İsrail sistemi, Almanya ve tüm Avrupa üzerindeki havayı koruyacak. Yoğun diplomatik çabalar olmadan bu büyüklükte bir anlaşma mümkün olamazdı. Bu alanda Alman meslektaşlarımızla yakın işbirliği, İsrail ile Almanya arasındaki stratejik ilişkinin derinliğine bir örnektir.
İsrail'in Almanya büyükelçisi olarak, Yahudi halkının ulus devletinin kuruluşundan 75 yıl sonra Almanya'nın ve Avrupa'nın korunmasına yardım etmesinden gurur duyuyorum.
https://twitter.com/Ron_Prosor/status/1692090352713240627
Yeni evli Golda Meir ve eşi Morris Meyerson Chicago’da, 1918.
Photo: UWM Libraries
https://twitter.com/HumansOfJudaism/status/1693411539955450311
Kippa'mla dolaşırken kendimi hiç bu kadar güvende hissetmemiştim. Bazıları bana nereli olduğumu soruyor; "Venezuela'da doğdum ama ben de İsrailliyim" diye cevap verdiğimde birçok kişi "İsrail mi? Ülkeniz biz fakirken ve hiçbir şeyimiz yokken ordumuzun kurulmasına yardım etti. Bunun için çok minnettarız!"
#Singapore
https://twitter.com/maor_x/status/1693154545692500301
Ağa Takılanlar Öneriyor
https://www.aa.com.tr/tr/pg/foto-galeri/israilde-isiklar-festivali/13
https://www.dunya.com/kose-yazisi/israilli-startuplar-is-ve-parayi-ulke-disina-tasiyor/701656
https://www.bbc.com/turkce/articles/c14z42q4nzeo
https://ankarali-2001.blogspot.com/2023/08/protetolari-protesto-etmek.html
https://adanatorosgazetesi.net/selami-aleykum-ibraniceden-gelir-salom-aleyhemdir/
https://www.politikyol.com/kadim-sehrin-donusumu-kudus-kapisi-projesi/
https://haberisrael.com/2023/08/07/posta-kutusu-1142nin-karanlik-sirri/