‘Gabo İllias’
İnsan ister Yozgat’ın bir köyünde ister İstanbul’da bir öğrenci yurdunda, ister Kolombiya’da bir kasabada olsun hep karanlığın pençesindedir. ‘Gabo İllias’, yaşadıklarına rağmen hayallerine tutunan bir genç adamın, 29 yaşındaki metro güvenlik görevlisi İlyas’ın aracılığıyla izleyiciyi, sıradan bir adamın aklından geçen sıra dışı şeylerin yolculuğuna çıkartır.
Yerin beş kat altında görünür olmaya çalışırken babası saydığı Gabriel Garcia Marquez yani Gabo; İlyas’ın yolculuğu boyunca onu izler, yol gösterir; ancak yerin altından yeryüzüne çıktığında İlyas bu dünyada yalnız olduğunu anlar.
Elçin Gürler’in Yozgat'tan Kolombiya'ya uzanan bir kompartımandan aidiyetsizlik, kaybolmuştuk ve ironiler üzerine usta işi eleştirel metni, yerel öğelerle de zenginleştirilerek küçük çapta bir Anadolu destanına dönüştürülmüş özgün ve çok etkileyici bir çalışma.
Tamer Can Erkan’ın yalın sahnelemesinin can damarı Lütfi Can Bulut’un izleyiciyle rahatlıkla interaktif iletişime giren, duru, dengeli, samimi ve inandırıcı yorumu. Oyun boyunca hiç aksamayan dozunda Yozgat şivesi de çok başarılı.
'Kopenhag’
Noyan Ayturan ile Melike Saba Akım tarafından kurulan tartışma platformu Hausbühne’nin ilk yapımı ‘Kopenhag’, İngiliz oyun yazarı Michael Frayn’ın belirsizlik, bellek, nezaret ve perspektif temalarını konu edinen, bilimin ve sosyal hayatın temeli olan ‘belirsizlik’ labirentinde modern fizik, felsefe ve ilişkilere dair bir oyun.
20. yüzyılın en büyük atom fizikçilerinden, Hitler için atom bombası yaptığı iddia edilen Werner Heisenberg 1941 yılında Nazi işgali altındaki Danimarka'ya giderek, yarı-Yahudi eski arkadaşı, hocası dahi fizikçi Niels Bohr ve eşi Margrethe’yi ziyaret eder. II. Dünya Savaşı'nın gidişatı ve milyonlarca insanın kaderi, yanlış anlaşılmalar ve belirsizliklerle dolu bu görüşmenin sonucunda belirlenir.
Oyunda, Heisenberg, Bohr ve Margrethe’ın huzura kavuşamayan ruhları, zamanda ve uzamda mevcut olmayan bir arafta ya da bir atomun içinde, hayattayken yanıtlayamadıkları bir sorunun cevabını, ararlar: “Heisenberg Kopenhag'a neden geldi?”
Oyunu çeviren Noyan Ayturan, dramaturg Melike Saba Akım’ın desteğiyle metni çok sayıda karakterden ve bolca bilimsel ayrıntılardan ayıklayarak özüne indirger. Yönetmen olarak oyuncularını tamamen boş, aksesuarsız ve dekorsuz bir sahneye yerleştirir. Ayşe Sedef Ayter’in yarı loş ışık tasarımıyla bir gerçeküstü arafa dönüşen oyun alanında, Umut Beşkırma, Yaman Ceri ve Burcu Ger, yalın ve son derece uyumlu bir ekip yorumuyla anlatıyı ara verilmeyen 75 dakika sürede aktarırlar.
‘Rem’
1991 doğumlu Uğur Kanbay, yazıp yönettiği ve oynadığı yeni tek kişilik oyunu ‘Rem’le hem müthiş bir aktör olduğunu hem çok başarılı bir yazar ve yönetmen olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.
Kanbay’ın metni oyun içinde oyun, çok katmanlı, çok zamanlı, çok öykülü bir çalışma. Bir yandan, annesi pavyonda konsomatris, babası çekip gitmiş, babaannesinin yanında büyümüş oyuncu adayı Umut’un çocukluğundan 20’li yaşlarına öyküsüne, diğer yandan konservatuar sınavına hazırlanmakta olan Umut’un hikâyesini sahneleyen yönetmen / Profesör’ün karakteri Umut’a yorumlattığı prova sürecine odaklanıyor. Arka planda krizde bir Türkiye, enflasyon, Taksim olayları, Beşiktaş maçı sonrası müthiş patlama…
Kronolojinin rahatlıkla kırılabildiği içi içe geçmiş anekdotlardan oluşan öykü karmaşık, ancak ustalıklı kurgusuyla tüm karışıklığına karşın anlaşılır, berrak, akıcı.
Parlak sahnelemesinde, dekor, ışık tasarımı ve aksesuarlarıyla hem gerçekçi hem gerçeküstü bir dünya yaratan Uğur Kanbay’ın modern bir meddah gibi Umut’u, annesini, babasını, babaannesini, kardeşi Efe’yi, yönetmeni, öğretmeninden prova mekânına gelen çocuğa tüm yan karakterleri, kişiden kişiye ustalıkla ayrıştırarak canlandırması müthiştir. Büyük inandırıcılıkla, gürül gürül yaşayan kalabalık bir dünyayı bir başına var eder.
‘La golondrina / Kırlangıç’
2016'da ABD Orlando'da Pulse Bar’daki 49 kişinin öldüğü terör saldırısından esinlenen ‘La Golondrina / Kırlangıç’ geçen sezon Oyun Atölyesi’nde prömiyer yaptı.
1973 Barselona doğumlu Guillem Clua, yaşananlardan doğrudan etkilenen iki kişinin aracılığıyla, Orlando Pulse Bar’da ya da Paris Salle Bataclan’da ya da Nice'deki mesire yerinde ya da Barselona Las Ramblas’da yaşanan benzer olayların yarattığı korkuların yükünü, nefretin sonuçlarını, manen yok olmamak için oluşturulan stratejileri anlamaya ve anlatmaya çalışır.
Metnin melodramatik yapısını koruyan klasik sahneleme yeğleyen yönetmen Birkan Uz ‘Kırlangıç’ın her türlü ötekileştirmeye ve ayrıştırmaya karşı tavrını, travma sonrasının çarpıcılığını ve güncelliğini oyuncuların doğal yorumlarında yansıtmayı tercih ediyor.
Ellilerinin ortalarında bir kadınla oğlu yaşındaki iki karakteri 1980 doğumlu kadın oyuncu ile 1991’da doğan genç erkeğin canlandırması kâğıt üzerinde inandırıcı gelmeyebilir ama, yaşından genç duran Uğur Kanbay sahnede rahatlıkla yirmilerinde Raul’e dönüşürken, Selen Öztürk, beden dili, konuşma tarzı, duruşu, kendini bırakmamak için oluşturduğu tavizsiz katılığıyla müthiş inandırıcı bir Amelia yaratıyor. Birbirini tamamlayan, izleyicinin düşüncelerine ve duygularına ulaşabilen, melodramın ağdalı tuzağına düşmeksizin duygusal ve dokunaklı kusursuza yakın yorumları, metni de rejiyi de aşıyor.
‘Tatavla’da Son Dans’
Sumru Yavrucuk, Şaban Ol’un ‘Eleni ve Gül’ adlı oyunundan yola çıkarak yeni yapımı ‘Tatavlada Son Dans’ı uyarlamış, dramaturgisini yönetmen Berfin Zenderlioğlu ile birlikte yapmış.
Tatavlada Son Dans günümüzde, hâlâ 6-7 Eylül’ün izlerini taşıyan yıkık dökük bir evde, o günlerin dehşetini yaşamış iki Rum kadınının gitmek ve kalmak arafındaki yaşanmışlıklarına, toprağa tutunmalarına odaklanır.
Çocukları yurt dışına göçerek yeni yaşamlar kuran Eleni (Sumru Yavrucuk), ne kentsel dönüşümden faydalanmayı ne de İstanbul’u ve Türkiye’yi bırakıp gitmeyi düşünür. Can yoldaşı Gül /Rose (Deniz Çakır) gitmek ister ama, kimsesi kalmamış Eleni’yi yalnız bırakmamak için kalır.
Zenderlioğlu oyunu, iki müzik aletinin aynı değerde olduğu, iç içe geçen seslerinin tek bir tını oluşturduğu nefis bir keman piyano sonatı olarak yönetir. Anonim Rum halk şarkısı ‘to yelekaki’ ile giriş yapan keman / Yavrucuk, anılarında kök salmış gidenlerin hasretiyle yanıp tutuşan, bir o kadar da gittikleri için onlara hırslanan birinci temayı, piyano / Çakır, daha gerçekçi, yüksek sesli, kimi zaman daha da trajik ikinci temayı izleyiciye ustalıkla yansıtırlar. 6-7 Eylül’de yaşananlar birer coda / solo ile iki farklı dramatik zamanda seyircinin ta yüreğine akıtılır. Final, artık iyice yalnızlaşmış kemanın a capella söylediği ‘to yelekaki’ ile gelir.
Bazı olaylar, anımsanması çok huzur bozucu da olsa, unutulmamak, tekrar tekrar hatırlanmak zorundadır. Bunu bağıra çağıra değil, neredeyse fısıldayarak, hem de kadın elinden çıkma çok etkileyici bir kadın oyunuyla yapmak büyük başarı.
‘Otello! Seyircili İntikam Provası’
Her gün gözümüzün önünde taciz edilen, yaralanan, sakat bırakılan, hakarete uğrayan, öldürülen onca kadından birisinin yaşadığı türden bir olay, en beklenmedik anda yaşamımıza sızdığında bu durumla nasıl başa çıkacağımızı irdeleyen müthiş başarılı oyunu ‘Othello! Seyircili İntikam Provası’nda Beliz Güçbilmez konuyu klasik tiyatro üzerinden sorgularken, güncel tiyatronun nerelere gittiğini de araştırır.
Hikâye anlatıcılığını, oyunculuğu, seyirciyle hiç kopmayan interaktif iletişimi ustalıkla iç içe geçiren yönetmen Yarkın Ünsal, bu oyun içinde oyunu çarpıcı ve son derece çağcıl bir bakışla yorumlar. Tüm karakterleri canlandıran, eldiven ya da şapka değiştirircesine büyük rahatlıkla kişilikten kişiliğe geçen Meltem Erkurtulgu ve İpek Sarılar olağanüstü bir ikili oluştururlar. İpek’in yumuşak inişle Desdemona’dan Ophelia’ya geçişi, Ophelia’nin ölüm sahnesini nefis bir a capella türküye dönüştürmesi müthiş etkileyici.