Kültür gezilerimizi bu kez Van- Doğubayazıt turumuzla taçlandırmak istedik. 19 Mayıs Bayramı hafta sonu ile birleşince bizim için ideal bir tur tarihi oldu.
Güzel yurdumuzun turistik nerdeyse tüm yörelerini gezmiştik. Pamukkale’den, Kapadokya’ya, Karadeniz yaylalarından, GAP’a, Ege kıyılarından Akdeniz sahillerine kadar birçok şehri gördük. Eşimle beraber Doğu Anadolu’da Van ve Ağrı’yı merak ediyorduk. Birkaç kez gitmek için heveslenip program yapmışsak da her seferinde ertelemek zorunda kalmıştık.
Hareket tarihi gün ağarmadan Sabiha Gökçen Havalimanına yollandık. İki saatlik bir uçuş sonrası Van Ferit Melen Havalimanına indik. Tur katılımcıları, toplam kişi 42 otobüse bindik, Gevaş’a doğru yol alıp Van Gölü sahilindeki Grand Deniz Restoranına meşhur ‘Van kahvaltımızı’ yapmaya gittik. İstanbul’da Van kahvaltısı yemiştik, ama yerinde yemenin zevki başka oluyor. Yöresel Van kahvaltısının özelliği nedir derseniz; sofrada bulunanları saymakla başlarım. Klasik peynirler, zeytinler, domates, salatalık ve yeşilliklerin yanında Van otlu peyniri, Van cacığı (un ve yumurtayla hazırlanan), Murtuğa (buğday-susam-mısırdan unla pekmez ve tereyağı katılarak hazırlanan), Kavut, kavurmalı yumurta, manda kaymağı ile servis edilen Karakovan balı, böğürtlen reçeli ile pide ve Van çöreği diyebilirim. Damak çatlatan bu yeni lezzetlerin keyfine harika bir havada, Van Gölü manzarasında, semaverde sunulan demli çay eşliğinde vardık.
Kahvaltı sonrası Bitlis’e bağlı Tatvan’a doğru yol aldık. Yolun bir noktasında bizleri bekleyen minibüslere doluşup, Türkiye’nin en büyük krater gölü olan Nemrut Krater Gölüne gittik. Üzerinde sıcak-soğuk göller ve buhar bacaları bulunan krater gölü hayli ilginçti. Buradan Bitlis’in bir başka ilçesi Ahlat’a yöneldik. Yöreyi ve tarihi Ahlat evlerini gördükten sonra Ahlat Selçuklu Mezarlığına gittik. Mezar taşları, kümbetleri ve anıt mezarlarıyla çok ilginç bir yeri gezdik. Akşam saatlerinde otelimize girebildik. Sabah uçuşumuzun ardından yorucu bir tur programı olunca, otelde ikram edilen akşam yemeğinden 1-2 çatal alıp odalarımıza çıkıp kendimizi yatağa attık.
Sabah dinlemiş, dinç bir şekilde uyanıp kahvaltıya indik. Açık büfede klasik ikramların yanında Van yöresine ait kahvaltılıklar da bulunuyordu. Güzel bir kahvaltı sonrası yeni günün turu için düştük yollara.
İnci Kefallerinin göçü
İlk durağımız bembeyaz tüyleri, bir gözü kehribar sarısı, diğer gözü gök mavisi olan Van kedilerini görmek için 100. Yıl Üniversitesi içindeki Van Kedi Evini oldu. Burada çok ilginç bir bilgi öğrendik; kediler su sevmemelerine rağmen meğer Van kedileri suya girerlermiş. Kimileri yem satın alıp beslemeye odalara girerken, kimilerimiz dışardan izlemeyi tercih ettik. Küçük hediyelik eşya dükkânından bir şeyler satın alıp otobüslere geri döndük.
Yeni hedefimiz, ismini 4. Murad’dan alan Muradiye Şelalesiydi. Yolumuzun üstündeki dağların eteklerindeki nehirde, İnci Kefallerinin göçünü izledik. Nehrin tam ters yönüne zıplayan İnci Kefallerini izlemek hem heyecanlı hem de çok ilginç geldi hepimize. Kısa bir fotoğraf molası verdikten sonra yakındaki Muradiye Şelalesine vardık. Brezilya-Arjantin sınırında gördüğümüz İguazu Şelaleleri gibi olmasa da görüntüsü anımsattı. Bulunduğumuz noktadan şelalenin harika manzarası hem mutlu etti hem de heyecanlandırdı bizi. Kafeden aldığımız kahveler eşliğinde manzaranın tadını çıkartmaya çalıştık.
Doğubayazıt’a giderken, yol üstünde Çaldıran ilçesinden geçerek, Tandürek Sıradağlarının manzarasını izleyip öğlen yemek molamızı Ararat Restoran’da verdik. Ağrı Dağının muhteşem görüntüsü karşısındaki restoranın müdürü, tavsiye ettiği yemekleri tanıttı bizlere. Adeta şov yaparcasına... Keyifli yenen yemek sonrası lokantanın bahçesinden Ağrı Dağının muhteşem görüntüsünü fotoğraflamaya çalıştık.
İhtişamlı İshak Paşa Sarayı
Sırada Doğubayazıt’ın simgesi İshak Paşa Sarayı’na geldi. Uzaktan bile muhteşem görünen saraya yaklaştıkça heyecanımız arttı. Yapımına 1685 yılında başlanan ve 1784'te tamamlanan saray, içinde cami, türbe, kütüphane, mahzenler, koğuşlar, harem ve selamlık bölümleri barındıran büyük bir yapı. Osmanlı İmparatorluğu döneminde inşa edilmesine karşın genel olarak Selçuklu mimarisi izleri taşısa da, Batı’nın barok, rokoko, Doğu’nun Gürcistan ve İran mimarisinden de etkilenmiş. Fevkalade bilgiler paylaşan arkeolog rehberimizin anlattığına göre Ermeni mimarların yapıda emeği bir hayli çokmuş. Girişi, avlusu, kapılarındaki işlemeler, duvarlarındaki freskler, tek kelimeyle muhteşemdi.
Dönüş yolunda Doğubayazıt’ın kaçak eşyalar satan pasajda bir saatlik alışveriş molası verildi. Otele dönüş yolunda da, Van merkezdeki Akdamar Peynircilik dükkânı önünde durup yöresel lezzetlerin alışverişi için kısa bir mola verdik. Yorgun ama bir o kadar da mutlu otelimize döndük. Akşam yemeğimizi otelde yedikten sonra, cumartesi akşamımızı Van sokaklarında değerlendirdik. Otelimiz Royal Palas’a yakın Sanatçılar Parkından başlayıp gecelere aktık. İstanbul’un Bağdat Caddesini, Abdi İpekçi’yi aratmayacak Van’ın üç-dört caddesini gezinirken gördüğümüz kafe ve canlı müzik yapan barlar gerçekten bizleri modernliği ve halkı ile çok şaşırttı. Yalnız başına iki-üç kadın barlarda eğlenirken sokaklarda tek başlarına yürüyüp ulaşmak istedikleri yere giden kadınları görmek bizleri şaşırttığı kadar çok da mutlu etti. Caddeler cıvıl cıvıl, kafe ve restoranlar doluydu. Günün yorgunluğu daha geç saate kalmamıza mani oldu. Gece yarısına varmadan otele döndük.
Son günümüze, Van denince akla gelen en önemli yapılardan olan, Van Gölü ortasındaki adada bulunan Akdamar Kilisesi turuyla başladık. Orijinal adı AhTamar olan kilisenin hikâyesi klasik, sonu buruk biten aşk hikâyeleri gibi biraz hüzünlü. Adaya sahilden kalkan tekneyle ulaştık. Sabah çok bulutluydu, yağacak derken adaya güneşli bir havada ayak bastık. Adanın tepesine tırmanıp muhteşem mimariye sahip kiliseyle karşılaşınca hepimizi büyülendik. Rehberimiz, kilisenin tarihçesi, mimarisi ve hikâyesini hoş anekdotlarla aktardı. Dönüş yolunda şarkılar ve halaylar çekerek sahile vardık.
Ada dönüşü, Urartuların başşehri Tuşba’yı kuş bakışı gören Van Kalesi ziyareti ile devam ettik gezimize. Eskiden şehirleri koruyan sur ve kaleler vardı; bu şehrin de kalesi hemen şehrin girişinde uzun bir surla çevrelenmiş olarak ziyarete açık. Kale ve surlar, 1800 metre uzunluğunda, 120 metre genişliğinde ve 80 metre yüksekliğinde. Lutipri'nin oğlu Sarduri tarafından MÖ 840-825 tarihleri arasında kurulmuş. Van Kalesini cepheden gören meydanda Süleyman Han Camini ziyaret ettik. Van turumuz genellikle sağanak yağmur altında geçti. Ancak şansımıza yoldayken bardaktan boşanırcasına yağan yağmur, otobüsten inip mekânları gezmeye başladığımızda günlük güneşlik hale geliyordu. Gezgin şansımız burada da yüzümüze güldü.
Öğlen yemek molası, birçok misafirin daha gelmeden adını not aldığı Urartu Han Restoran’da verildi. Yörenin hemen hemen tüm et çeşitlerinin sunulduğu lokantada bizim gibi dışarıda et yemeyenler için alternatif yiyecekler bulamadığımızdan ana cadde üzerindeki bir başka yere yöneldik.
Kısa ancak çok tempolu ve yorucu Van-Doğubayazıt turumuzun sonuna gelmiştik. Akşamüzeri Van Havaalanına giderken yeni bir coğrafya ve kültürle tanışmanın huzur ve mutluluğu içindeydik.
Bir Tutkudur Seyahat…