Agatha Christie'nin silinen satırları

Bahar AKPINAR Perspektif
20 Eylül 2023 Çarşamba

İngiltere’de son zamanların önemli kültür olayları arasında tarihçi ve yazar Lucy Worsley tarafından yazılan Agatha Christie biyografisi dikkat çekiyor. Aylardır çok satanlar listesinde üst sıralarda olan bu kitap bir süre önce BBC’de üç bölümlük belgesel olarak da yayınlandı. Yakın dönemin en önemli tarihçilerinden olan, Historic Royal Palaces’ın baş küratörlüğü görevini de yürüten Worsley’in Agatha Christie biyografisi ve belgeseli bu gizemli yazarın sevenleri için kaçırılmayacak nitelikte. Bu yazıda, kendi halinde bir ev kadınıyken Guinness Dünya Rekorları Kitabı’nda uluslararası alanda 66 polisiye romanıyla tüm zamanların en çok satan kurgu yazarı olarak ilan edilen Christie’nin, Worsley biyografisinde yer almayan antisemit satırlarına bakalım istedim. 

Christie uzmanlarından Gillian Gill’in belirttiğine göre, Agatha Christie’nin antisemit ifadeleri yazarın ilk eserlerinde görülür. Gill, bu ifadelerin kötü niyetli olmaktan ziyade, düşüncesiz ve ahmakça olduğunu söyleyerek bu durumun dönemin genel antisemit bakışına uygun olduğunun da altını çizer: “Christie için Yahudiler, ahlaksız ya da tehlikeli olmaktan ziyade farklı, yabancı ve İngiliz olmayan; korkulan değil, tanınmayan insanlardı” diyen Gill’in bu açıklamasından hareketle Agatha Christie’nin antisemit satırlarının II. Dünya Savaşı öncesi dünya için sıradanlaşmış bir önyargının ifadesi olduğunu söylemek yanlış olmaz. 

Araştırmacı Jane Arnold'un 1987 tarihli ‘Yahudi Sosyal Araştırmaları’ makalesi Gill’i destekler niteliktedir. “Hiçbir Yahudi tamamen olumsuz olarak çizilmemiştir” diyen Arnold, Christie’nin ilk dönem eserlerinde yer alan Yahudi karakterlerin bazılarının çekici tipler olarak betimlenmesine rağmen çoğunlukla çirkin olarak tanımlandıklarını ve fiziki özelliklerinin betimlenmesine antisemit ifadelerin kullanıldığını belirtir. 

Eleştirmen Robert Barnard ise, Christie'nin bilhassa ilk romanlarında, “herhangi bir Yahudi karakterle alay edileceğinden, istismara uğrayacağından veya uğursuz olarak damgalanacağından  kesinlikle emin olabiliriz” tesbitinde bulunur. Bernard, Christie’nin 1932'de yazdığı ‘Son Evdeki Tehlike’ adlı kitabında başarılı bir sanat taciri olan Jim Lazarus’u, “Elbette bir Yahudi, ama bilinenin aksine son derecede düzgün bir Yahudi” diye tanımlamasını örnek olarak gösterir. 

Agatha Christie’nin çevresi genişleyip Nazizmin Yahudiler için gerçekte nasıl bir tehlike olduğunu kavramaya  başladıkça, düşüncesizce yer verdiği Yahudi karşıtlığını terk ettiği görülür. Jane Arnold da aynı görüşü destekliyor. Arnold Christie'nin hayatından biyografik bir referans vererek yazarın, 1933 yılında arkeolog olan kocasıyla birlikte Ortadoğu'da bir kazıya yaptığı ziyaret sırasında şahit olduğu olayların önemine dikkat çekiyor. Almanya'nın Bağdat'taki Eski Eserler Müdürü Julius Jordan ile tanışan çift için bu karşılaşma sadece bir insanla değil, Nazizm ile olması bakımından önemlidir. Konu Yahudilerden açıldığında Jordan, “Bizim (Alman) Yahudiler belki sizinkilerden farklıdır. Bizdekiler bir tehlikedir. Yok edilmeleri gerekir. Tek çözüm budur. Başka hiçbir şey işe yaramaz” dediğinde Christie duyduklarına inanamaz. 

Birleşik Krallık Ulusal Arşivleri Julius Jordan'ın Nazi Partisi lideri ve Irak'ın propaganda direktörü olduğunu açıklıyor. Bu açıdan bakıldığında Christie’nin Joseph Goebbels'in yerel eşdeğeriyle -dolayısı ile Nazizim propagandası ile de- tanışmış olduğunu söylemek yerinde olur. 

Bu karşılaşma ve takip eden savaş sonrasında Christie'nin kitaplarına Yahudi karakterlerin cinayet şüphelisi olarak tasvir edilmediğini görürüz. Benzer biçimde, Christie’nin düşüncesizce kullandığı antisemit ifadeler de son bulur. 

Christie'nin kişisel olarak bu konuda ne hissettiği hali hazırda tartışmalı bir konu olmaya devam ediyor. Yahudi kökenli İngiliz gazeteci Christopher Hitchens, 1960'larda Christie ve kocasıyla yediği yemekteki konuşmaların “Yahudi karşıtı havasının göz ardı edilemeyecek kadar ortada  olduğunu” söyleyerek yaşadıklarını “kesinlikle  nahoş bir durum” olarak tanımlıyor. Böyle anektodlar olsa da, cinayet romanlarının usta kaleminin bu konudaki gerçek düşüncelerini saklama konusunda mahir davrandığını söylemek yanlış olmaz. 

II. Dünya Savaşı'ndan sonra Christie'nin temsilcisi, Amerikalı yayıncısı HarperCollins’e savaş öncesi yazılmış romanların yeniden basımlarında mevcut Yahudi karşıtı ifadeleri silme yetkisi verir. Sessizce verilen bu izin geriye dönük bir imaj yenileme çabasıdır. Ne var ki bu düzeltmeler yazarın ülkesi İngiltere'de yapılmaz. Böylece Christie’nin satırları Atlantik’in iki yakasında farklı halleriyle araştırmacılara karşılaştırmalı bir okuma yapma imkanı verir. 

Ne var ki, HarperCollins’in yaptığı düzeltmelerin bazıları bir hayli sorunlu. ‘Ölüm Sessiz Geldi’ romanında Dedektif Hercule Poirot'nun bir karakterin kötü özelliklerini tanımlamak için kullandığı "elbette bir Yahudi" ifadesi, “elbette bir Roman” olarak düzeltilir. Karakterin kötü özellikleri bir Yahudi’den alınarak Holokost’ta katledilen bir başka ırka verilmesi hayli manidar. Agatha Christie “Kötü niyetli olmayan, düşüncesiz ifadelerden” pek kurtulamamışa benziyor. 

Adadaki rüzgarının yeniden estiği bu günlerde silinen satırlarını yeniden hatırlamış olduk. Seyretmek isteyenler Worsley’in Agatha Christie belgesini YouTube’da bulabilir. 

Yeni yılınızı kutluyor, sağlık, huzur ve güzelliklerle dolu olmasını diliyorum. 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün