Meina'da bir anma töreni -1

Holokost´tan onlarca yıl sonra, İtalya´nın bir sayfiye kasabasında, katledilen-katleden, kurtaran-kurtulan aile yakınları bir araya geldiği tarihi bir anma töreni…

Metin DELEVİ Dünya
4 Ekim 2023 Çarşamba

Meina, İtalya’nın kuzeyinde, Milano’ya 75 kilometre uzaklıkta, Maggiore (Majeur) Gölünün güneybatı sahilinde şirin bir sayfiye kasabasıdır. 24 Eylül sabahı, ‘İtalya’da Holokost’un Başlangıcının 80. Yıldönümü Anma Törenine’ katılmak üzere kasabanın Belediye Başkanı beni otelimden alıp törenin yapılacağı Kültür Evine götürdü. Salon tıklım tıklım doluydu. Dinleyiciler arasında yalnız Yahudiler değil, çok sayıda kasaba ve çevre sakinleri, hatta diğer illerden gelenler de vardı. Törene geçmeden önce niye orada bulunduğumu kısaca aktarmak istiyorum.

2012 yılında Corry Guttstadt’ın kitabındaki kısa bir paragraftan, Meina’da Meina Hotel’in sahibi Türkiye kökenli Alberto Behar ve ailesinin TC Milano Başkonsolosu Nebil Fuat Ertok tarafından Nazilerin elinden kurtarıldığını öğrenmiştim. Konu ilgimi çekmiş ve araştırmaya başlamıştım. İki-üç aylık bir araştırmadan sonra, olayı detaylıca öğrenmiş ve peşinden Şalom’da aktarmaya çalışmıştım. (Yazılar ve konu ile ilgili detaylı bilgi için https://www.salom.com.tr/arsiv/haber/84247/hotel-meina ve https://www.salom.com.tr/arsiv/haber/84306/hotel-meina-2-cevresindeki-katliamlar-ve-sonuclari yazılarıma göz atabilirsiniz.) Ancak bununla yetinmedim. Mademki Behar Ailesi hayatta kalmıştı ailenin fertlerine ulaşmak istedim. İlk araştırmamda, konu hep, olayı 14 yaşında yaşamış ailenin kızı Becky Behar’ın ağzından anlatılıyordu. İtalya’da Becky Behar’ı aramaya başladım. Ancak genç kız Becky’nin evlenip soyadının değişebileceğini hiç düşünmemiştim. Behar soyadının Ottolenghi’ye dönüştüğünü keşfetmek bir buçuk senemi aldı, o da YouTube’da tesadüfen izlediğim bir video sayesinde! Bu videoda, bir kadın annesi Becky Behar Ottolenghi’yi ve Meina ile çevresindeki katliamı anlatıyordu ama kendi adı hiç belirtilmemişti. Ancak İtalya Ottolenghi aileleri bol bir ülke. Uzun lafın kısası, İtalya’daki tanıdıklarım sayesinde bu sayıyı dört-beşe düşürdükten sonra teker teker bu kişileri telefonda aradım. Üçüncü telefonum, Rossana Ottolenghi, Alberto Behar’ın torunu ve Becky Behar’ın kızı çıktı. Bundan sonra kendisiyle uzun yazışmalarım oldu. Bir süre sonra kendisine Başkonsolos Nebil Fuat Ertok’u Yad Vaşem’e ‘Uluslararası Dürüst’ olarak teklif etmeyi önerdim. O da büyük heyecanla kabul etti. Belgeler, kitaplar, tanıklıklar, filmler, gazete kupürleri vs. içeren oldukça kalabalık bir dosya hazırladım ve Kudüs’teki Yad Vaşem Holokost Müzesine Rossana’nın imzasıyla gönderdim. Bir süre sonra nedense, Yad Vaşem’de bulunan Alberto Behar’ın tanıklığında ve diğer belgelerdeki özetle “Dopo l’arresto iniziale poterono salvarsi per l’intervento diretto del Console della Turchia /İlk tutuklamanın ardından Türk Konsolosunun doğrudan müdahalesiyle kurtarılabildiler” cümlelerine rağmen dosya kabul edilmedi. Rossana ile yazışmalarımız devam etti, her sene Meina’da yapılan anma törenlerine çağırdı. Bu yaz başında, bu senenin 80. yıldönümü anması olduğunu ve mutlaka gelmemi söyledi. Bir süre sonra da törenin programını gönderince gerçekten gitmem gerektiğini anladım.

Törenin önemi

Törene dönersek; niye gerçekten gitmem gerekiyordu? Uzun süredir bu konularla ilgilenmeme rağmen aynı ortamda katleden-katledilen-kurtaran-kurtulan aile yakınları bir araya gelecek ve buna ilk kez şahit olacaktım.

İlk konuşmacı Maite Billerbeck oldu. Billerbeck, Meina katliamını gerçekleştiren SS birliğinin komutanı yani katliam emrini veren ve bizzat gerçekleştiren Hans Röhwer’in kız kardeşinin torunu yani küçük yeğeniydi. Röhwer, 1964’e kadar Almanya’da hayatını sakin bir şekilde sürdürdü. 1963 yılında Almanya adaleti Maggiore Gölü katliamının detaylarına ulaştı ve Röhwer ve birliğin diğer dört SS subayı 24 Ekim 1968’de tutuklanarak Osnabrück Mahkemesi önüne çıkartıldı. 61 gün süren mahkeme sonunda Röhwer ve bir arkadaşı 22 kişiyi katletmek suçuyla müebbet hapse mahkûm oldular. Mahkeme, diğer SS üyelerini katliama yataklık suçundan üçer yıl hapse mahkûm etti. Mahkûmlar 1970 yılında temyiz peşinden Almanya Yüksek Mahkemesine başvurdular. Olayın 1943’te gerçekleşmesinden ve Almanya’da geçerli olan Nazi suçlarının 1945 yılından itibaren geçerli sayılmasından Yüksek Mahkeme davayı düşürdü. Röhwer, katliamın hesabını vermeden ve cezasını çekmeden 1995 yılında evinde öldü.

 

Almanların sorumlulukları

Maite Billerbeck’in konuşmasına kulak verelim:

“Bayanlar, Baylar,

Konuşmama, Mayıs 1945'te Mauthausen Toplama Kampından kurtarıldıktan sonra, Şoa'dan kurtulan biri olarak, öldürülen milyonlarca masum kişi için adalet arayışını hayatının ana amacı yapan Simon Wiesenthal'den bir alıntıyla başlamak istiyorum:

‘Hiçbir Alman bu sorumluluktan kaçamaz. Suçu kendi eliyle işlememiş olsa bile, yine de bir utanç yükünü omuzlarında taşımaktadır. Alman halkının bir üyesi olarak, bu suçu, ilk istasyonda trenden inecek bir yolcu gibi, bir başkasına yükleyip omuzlarından atamaz. Kimin suçlu olduğunu açıklığa kavuşturmak tüm Almanların görevidir. Ve suçsuzlar, kendilerini suçlulardan soyutlama ihtiyacını derinden hissetmelidir.’

Wiesenthal bu sözleri 1970 yılında kaleme aldığı ‘The Sunflower: The Limits of Forgiveness / Ayçiçeği: Bağışlamanın Sınırları’ adlı kısa hikâyesinde bir Nazi-SS katilin annesine hitaben kullanmıştır.

Ben 1943 yılında gerçekleştirilen Maggiore Gölü katliamının baş faili Hans Röhwer’in soyundan geliyorum. Daha doğrusu ablasının torunu yani büyük yeğeniyim.

Kendimi bildim bileli, Simon Wiesenthal'in bahsettiği suçluluk duygusunu yaşadım ve ayrıca Alman doğduğum için bu utancı hissettim. Bu his, ailemden bir üyenin Maggiore Gölü katliamını gerçekleştiren taburun komutanı olarak ciddi bir şekilde suçlu olduğunu öğrenmemden yıllarca önce oluşmuştu. Ve evet, kendimi suçludan ve işlediği suçtan uzaklaştırmaya derin bir ihtiyaç hissediyorum, ama aynı zamanda hissettiğim suçluluk ve utançla başa çıkmanın bir yolunu bulmaya ya da daha iyisi onları daha verimli bir şeye dönüştürmeye de derin bir ihtiyaç duyuyorum.

Ama neye dönüştürmeliyim? Ve nasıl?

Travmatik bir mirasın yükünü taşıyan hem faillerin hem de mağdurların mirasçılarının nesiller arası aktarımın sonsuz döngüsünden ve suçluluk yükünden nasıl kurtuluruz? Bu soru uzun zamandır kafamı kurcalıyor.

Aleida Assmann, 1995 yılında kendisine yöneltilen ‘Ayçiçeği /Sunflower’ kitabını yorumlama ve Şoa’nın insanlık suçu ışığında failler ile kurbanlar arasında uzlaşmanın mümkün olup olamayacağı sorusu üzerine cevaben olası bir uzlaşmayı şu şekilde anlatıyor.

Aleida, Jozef Mengele tarafından seçilen, işkence dolu akıl almaz tıbbi deneylere tabi tutulan ancak hayatta kalabilen ikiz kardeşlerden Eva Mozes Kor’u anlatmakla başlıyor. Mengele’nin asistanı olan ancak tıbbi deneylere katılmayan Hans Münch’ün dayanılmaz suçluluk hisleriyle mücadelesinden de söz ediyor. Eva Mozes Kor 1995 yılında Münch ile birlikte Auschwitz’in kurtarılmasının yıldönümü törenine katılıyor. Orada Münch’ün suçunu itirafını yüksek sesle okuyor. Bu konuşmanın peşinden herkesi şaşırtan bir cümle söylüyor: ‘Ben kendi adıma tüm Nazileri affediyorum.’ Bu olaydan sonra Eva Mozes Kor, kendisine karşı işlenmiş suçların canlı tanığı olarak katıldığı tüm toplantılarda bu cümleyi tekrarladı.

Bayan Assman’ın sözlerine dayanarak, bu örnek Auschwitz’den sonra bağışlamanın mümkün olabileceğini gösteriyor. Ancak aynı zamanda uzlaşmanın yeni bir şekil ve anlam kazandığını da görüyoruz. Çünkü kişisel suçluluk faillerden alınıp dolaylı olarak torunlara, gelecek nesillere aktarılıyor. Özür, affetmenin ardından gelmek zorunda değildir ancak bu, onu anlamsız bir seçenek haline getirmez. Ancak mağdurlarla ilişkiyi kökten değiştirme gücüne sahiptir. Çünkü artık Almanların korkunç katliamları gerçekleştirenlerle olan, korkutucu bir sessizlikle sürdürülen, işbirliğin sonunu getirmektedir.

Umudum, failin kişisel suçluluğunun gelecek nesillerden ayrılmasıdır; örneğin ben, bir katilin soyundan biri olarak, bunu dolaylı olarak hissedeceğim ve bunu sorumluluk ve hatırlama biçiminde kabul edeceğim. Bu sayede af talebinin, yukarıda bahsi geçen sessizliğin kırılması anlamında mağdurlarla ilişkilerde bir değişikliğe yol açmasını umuyorum.

Elbette bu, geçmişi unutmaya, silmeye ve suçtan arınmaya yol açmamalıdır. Bu olmazsa olmaz bir şarttır. Ancak bu sayede, bu sürecin ortak bir hatırlamaya ve hatta belki de faillerin halefleri tarafından suçların kabulü ve hatırlanmasıyla elde edilecek içsel bir özgürleşmeye diğer taraftan da travmatik bir geçmişi olan ve hayatta kalan kurbanlarda psikolojik bir rahatlamaya yol açmasına izin vermenin mümkün olabileceğini umuyorum.

Bu nedenle biz, hayat arkadaşım ve eşim, müzisyen ve besteci Andreas Peer Kähler ve psikolog ve psikoterapist kişiliğimle ben, kar amacı gütmeyen bir dernek kurduk: Verein zur Förderung der Erinnerungskultur /Hatırlama Kültürünü Destekleme Derneği. Öldürülen Yahudileri ve Nazi zulmünün diğer kurbanlarını uygun etkinliklerle hatırlamayı ve anmayı amaçlıyoruz. İnsan hakları, barış ve demokrasiyi vurgulamak diğer bir amacımız. Bu konuların bilinçli olarak genç kuşaklara da ulaşması gerektiği için proje çalışmalarımıza gençleri de dâhil ediyoruz. Tarihi, psikolojik ve sanatsal yönleriyle ele alınacak ilk anma etkinliğimiz, 1943 yılında Maggiore Gölü'nde katledilen Yahudiler anısına 8 Ekim 2023 tarihinde, Berlin'deki Mendelssohn Remise'de gerçekleştirilecek. Hepiniz bu ilk faaliyetimize içtenlikle davetlisiniz.

Bayanlar ve baylar, sevgili Rossana,

Bulunduğumuz kasabada ve bölgedeki diğer öldürülen insanlar için sizinle birlikte yas tutuyorum ve Adolph Hitler SS Leibstandarte Birliğinin zulüm kurbanlarını derinden anarak sizlere katılmak istiyorum. Burada olmama ve konuşmama izin verdiğiniz ve samimi ilginiz için çok teşekkür ederim.

Konuşmamı şu sözlerle tamamlamak istiyorum:

Geriye dönüş ve geçmişteki zulmün telafisi mümkün değil ama vurgulamak isterim ki faillerin suçluluğunun tanınması, mağdurları anmak, onların sesi olmak, onları duyurmak, demokrasiye, insan haklarına saygılı olmak, ırkçılığa ve Yahudi karşıtlığına karşı durmak çok önemlidir. Genç nesiller neler olduğunu bilsin ve hatırlamayı unutmasınlar!

Teşekkür ederim.”

Tüm konuşma boyunca gözyaşlarını hâkim olmaya çalışan Maite konuşma bitince artık gözyaşlarını tutamadı. Büyük ihtimalle ilk kez, ailesi ve halkı adına büyük bir kalabalık önünde özür diliyordu. Dinleyiciler de, böylesine samimi ve içten gelen bir özür ve konuşma için konuşmacıyı uzun süre alkışladı. Bu arada Maite kızlarının anma günü için hazırladıkları tabloyu gururla gösterdi ve kasaba belediyesi yetkililerine teslim etti.

(Devam edecek)

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün