Kakofoni…

Beş ay sonra dünyadaki varlığımın 50. yılını kutluyor olacağım. Ebeveynliğim de 22. yılında. Dile kolay 22 yıl önce evlat, abla, eş, öğretmen, arkadaş, vb sıfatlarıma ´anne´ sıfatı eklendi ve bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmadı!

Aylin GERON Yaşam
4 Ekim 2023 Çarşamba

İnsanoğlu sıfatları seviyor ve hızlıca kendini rolleriyle tanımlıyor; hatta hangisine daha çok yatırım yapıyorsa en çok onu biliyor kendiyle ilgili. Kendilerini işlerine adayanlar işyerlerindeki etiketleriyle geziyor birçok yerde. Bir restaurantta yemek yerken, yaz tatilinde ya da kuaförde o rollerini kapıya park edemiyorlar. En çok hobilerine ya da ilgi alanlarına yatırım yapanlar önce ona yer açıyor, onunla yaşıyor, onunla var oluyorlar. Klasik araba, seramik, mutfak sanatları, yoga, tenis, seyahat her ne ise ilgi alanı, sadece o.  

Benzer bir durum annelikte de yaşanıyor. Kendini çocuklarına adayanlar, özellikle işi bırakıp ya da kimi hayallerini erteleyerek bu role girenler, gittikleri her yere önce ‘anne’ olarak gidiyor. Çocuklar küçükken bu hoş görülüyor ve hatta çoğunluğun ‘iyi anne’ tanımı da bunu gerektiriyor. Ancak çocuklar ayrışmaya başladıkları zamanlardan itibaren ki buna ergenlik yılları diyoruz, en çok kendini erteleyenlerin zorlandığını görüyorum. Halbuki her şey gibi annelik de, görevlerimiz de, işimiz de, ilgi alanlarımız da, sıfatlarımız da değişiyor. Onlara sıkı sıkı bağlanan ve hayatı sadece o pencereden yaşayan tarafımız zorlanıyor bu değişimleri deneyimlerken. Sanki hep ‘müdür’ kalacakmış gibi, hep aynı hobilerle uğraşacak gibi ya da sanki hep kendi başına yetemeyen o minik evladın anası olacakmış gibi yaşarken bulabiliyoruz kendimizi. 

Ta ki bir şekilde o sabit sandığımız şey gidene kadar…

Sen kimsin?” sorusuna verdiğimiz yanıtlara bakarak kendimizde en çok nereye yatırım yaptığımızı fark edebiliriz. Koçluk seanslarımın ilk sorusudur. Ve öğrenciler de ebeveynler de çoğunlukla “Nasıl yani? Ben ne diyebilirim ki? Bu sorunun cevabını bilmiyorum,” gibi yanıtlarla geliyor. Bu çok zor bir soru çünkü kişinin kendini nasıl tanımladığı önceliklerini, seçimlerini ve kendisi için çizdiği yolu belirliyor. Doğru - yanlış yok, sadece bilinçli olmak önemli. Hayatı ‘müdür’ olarak yaşamak da, kendini sadece anne olarak tanımlamak da duygusal olarak donanımlı isen ve bu seçimin getirdiği seçişler kadar vazgeçişleri de kabul edebiliyorsan gayet uygun. Kimse kimsenin hayatı hakkında ahkam kesmemeli.

Yıllar önce aldığım bir eğitimde ‘Sen kimsin?’ sorusuna öğretmen ve anne dediğimi hatırlıyorum. Yanlış mı? Tabii ki değil ama şu an bakıyorum da öğretmenlik desen aktif olarak yapmıyorum; annelikte ise ‘uzaktan kumanda anneliğe’ geçtim. Çocuklarım evden uzakta.

Değiştim…

Ben o günkü ben değilim.

Değişim kaçınılmaz. Değişen sadece sıfatlarım değil. Ben, dünya görüşüm, kendimle ilişkim, çevremle ilişkim, ilgi alanlarım, yaptığım iş, hepsi değişiyor. Bir devinim halindeyim. Evren hareketi alkışlıyor. Tabii ki aynı kalamazdım. Ama kendime 23 yıl boyunca tanımladığım ‘öğretmen’ kimliğimi kenara almam çok zor oldu. Büyükada’da kulüpte, çocuk havuzunda da öğretmendim, ailece akşam yemek yerken de, markette alışveriş yaparken de... Bu öğretmen halim beni ben yapıyordu sanki… Halbuki şimdi bakıyorum da bana getirdiği hediyeleri kadar götürdükleri de olmuştur elbet. Sadece öğretmen Aylin kuralcı, düzenli, disiplinli, verimli, şekilci versiyonumu gösteriyordu; ya benim eğlenceli, dağınık, üşengeç versiyonum? Onu yok sayarsam nasıl tam olurum ki? Sadece alkışlanan taraflarım yok benim…

Peki o zaman ben kimim? Ben Aylinim. Hepsiyim.

Geştalt yaklaşımı “Bütün parçaların toplamından fazlasıdır” der. Ben de parçalarımdan fazlasıyım. Sıfatlarımın, etiketlerimin, rollerimin toplamından daha fazlayım. Çünkü bütünüm bana özel bir kombinasyon ve ortaya çıkan benim… Kısıtlanmaya gerek yok. Hiçbir rolüm diğerinden daha üstün değil.

Boş yuva

Şimdi sıra annelik ile ilgili olan tarafta. Dedim ya yaklaşık on gün kadar önce uzaktan kumanda anneliğe geçiş yaptım. Burası hiç bilmediğim bir yer.

Henüz…

Farklı bir his. Ev boşalıyor. Başa dönüş. Ancak artık o henüz anne olmamış zamanım kadar hayata karşı toy değilim. Kendimi daha iyi tanıyorum. Ama bu evin ‘boşaldığı’ gerçeğini değiştirmiyor. Literatürde boş yuva sendromu (empty nest syndrome) diye bilinen bir durumdan bahsediyorum. Çocukların üniversite okumak ya da kendi hayatlarını kurmak için evden gittiklerinde yaşanan hüzün ve yas halini anlatıyor. Klinik bir durum değil. Kimi ebeveyn birkaç haftada atlatıyor, kimisininki bir yılı buluyor ve maalesef atlatamayanlar bile var. Çoğunlukla annelerin yaşadığı bir durum. Çocukların yuvadan uçuşunun getirdiği boşluk hissini atlatmakta zorlananların en çok anneliğine yatırım yapanlar olduğu şaşırtmaz sanırım hiçbirimizi.

Üniversite seçimi, kariyer tasarımı çok detaylı çalıştığım bir süreç. Ebeveynler 10. sınıftan itibaren çocuklarının geleceğini tasarlamak üzere kolları sıvıyor. Hatta geç kalmamak adına bunu 9. sınıftan itibaren yapanlar da var. Büyük bir sektörden bahsediyorum. Danışmanlar, yurt dışı danışmanları, envanterler, diğer ebeveynler, Whatsapp grupları, sınavlar, AP, IB, IELTS, SAT IMAT, TOLC gibi sayısız kod adları ile biraz ürkünç olduğu kadar inanılmaz bir kakofoni! Çocuğu için her zaman her şeyin en iyisini isteyen ‘anne’ bu kakofoninin dışında kalamıyor tabii. Hocalara, danışmanlara, atölyelere bir koşuşturma başlıyor. Bu bir takım çalışması. Aynı çocukluk yılları gibi bir iş birliği içinde hedefe odaklı bir yolculuk başlıyor. Buraya kadarı gayet normal. Ben de bu adanmışlık isteyen sistemin bir parçasıyım ve gözlemlerim annelerin bazen çocuklarından daha çok kaptırdığını görüyorum kendilerini bu yarışa. Gençler 7 - 8. sınıftan itibaren kendilerini keşfetmeye, anne babadan ayrışmaya başlıyor. Bu ayrışmanın hüzünlü tarafını tamamlamak için kariyer tasarımı müthiş bir fırsat. Annenin evladına tek başına özene bezene bir gelecek tasarlaması bu ayrışmayı engelliyor. Dediğim gibi bir takım çalışması olmalı ve asıl iş (ki bu sadece ders çalışmak değil) genç tarafından yapılmalı. Servis verme işini abartmak kendini çocuğunun performansı üzerinden tanımlamaya da fırsat sağlıyor. Annenin burada sağlam ve köklenmiş durabilmesi ve kendini, geleceğini, tercihlerini sağlıklı bir şekilde önceliklendirmesi de boş yuva sendromunun yaşanma derinliğini etkiliyor. Çocuklar bizim değil; bizim eserimiz, ürünümüz değil. Bunu hatırlamakta fayda var. Ancak böylesi bir bilinçle kendine yatırım yapmaya devam eder insan.

Oğlumun yuvaya başladığı zamanı hatırlıyorum. Alıştıktan sonra (ki asıl zorlanan ben olmuştum) arabama binip “Eee n’oldu şimdi?” dediğimi kendime... O derin boşluk hissini çok net hatırlıyorum.  Kendime yatırım yapma kararını bilinçli verdiğim an!

“İşi bıraktın şimdi oğlun da seni bıraktı…”

Farkındalık berbat bir şeydir çünkü fark ettiğin andan itibaren ya değiştirmek için bir şey yapman ya da memnuniyetsiz yaşama okey olman gerekir. İkisi de bir seçim.

“Bu farkındalıkla ne yapacaksın?” Yine önemli bir koçluk sorusu.

Şimdi yıllar sonra oğlum da kızım da okullarına ve yeni şehirlerine hayatlarına yerleştiler…

Ben arabaya bindim

Eeee n’oldu şimdi?

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün