Uzun yıllar serbest mali müşavir olarak mesleğini icra eden Salvo Yeşua Loya, aynı zamanda değerli çalışmalara imza atmış başarılı bir fotoğraf sanatçısı… Bayrampaşa Göz Hastanesinde açtığı ´Gözler´ başlıklı sergisi 17 Ekim´e kadar sanatseverleri bekliyor. Loya ile fotoğrafçılık üzerine konuştuk.
Fotoğraf serginizin konusu gözler. Serginizi Bayrampaşa Göz Hastanesinde açmanız da ayrıca anlamlı. Neden hep gözler? Sizin için özel bir anlamı var mı?
Yaşamda rastlantılar vardır. Eşim Cağaloğlu İKİ Lions Kulübü üyesidir. Hastanenin esas adı Göz Nurunu Koruma Vakfı Bayrampaşa Göz Hastanesi ve Lions destekleriyle kuruldu. Gerek göz doktorları gerekse hastane yönetimi çok değerli kişilerden oluşur. 1984 yılında açılan ve topluma hizmet veren bu kuruluş, Türkiye’deki ilk göz hastanesidir.
Bir gün hastane yönetimi benim fotoğrafla ilişkimi öğrendi ve aynı konuyu (Gözler) bir sergi halinde sunmamı istedi. Burada not etmem gereken, bu çalışmamı daha önce Ersin Alok’un tavsiyesi ile Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakültesi önerdi. Kullandığım fotoğrafik yöntem ilgi çekti. Sonuçta, Beşiktaş Akaretler yokuşunda Yıldız Teknik Üniversitesi Yüksel Sabancı Sanat Merkezinde Prof. Mehmet Bayhan’ın katkıları ile gerçekleşti. Açılışta öğrenciler geniş bir mekân olan sergileme alanını doldurdular. “Yabancı bir hoca geldi” diyen seslerini halen unutamam. Kısa bir süre için hoca olmuştum.
Sanırım kullandığım fotoğraf yöntemini açıklamam gerekir; bu sergime mahsus fotoğraf dünyasının bildiği ‘sandviç’ tabir edilen yöntem. Bu yöntemde birden fazla diapozitif görüntü üst üste koyulup tek bir fotoğrafa dönüştürülür. Elde edilen yeni görüntü kişiyi düşünmeye yönlendirir. Başlarda tablolara isim veriyordum. Ancak şimdilerde akademik çevreler, bu konuda izleyiciyi düşüncesinde özgür kalmasını öneriyor.
Biraz geçmiş sergilerinizden bahsedelim; işleriniz hangi galerilerde yer aldı? Sergi temaları farklı mıydı?
‘Bir Kültür Mozaiğinde Gezintiler’ başlıklı ilk sergimi 1993 yılında, Şalom’un sergi mekânında açtım. O tarihte, konusunda bir ilkti. Bir belgesel niteliğindeydi. Öyle ki, İsrail’den özel olarak gelen Prof. Bezalel Narkiss’i unutamam. Yanında bir meslektaşı ile gelmişti.
Çok sayıda fotoğrafım başka karma sergilere eşlik etti. ‘Gözler’ konulu sergim Edirne’de, Trakya Üniversitesi’nin de davetine mazhar oldu ve Türkan Sabancı Kültür Merkezinde izleyenlerle buluştu. Eğitim döneminin açılışında kurdelesi Sakıp Sabancı tarafından kesildi.
Bu ana kadar sergilerimin tümü izleyenin karşısına bir tema ile çıktı. Şöyle ki, konuşmadan sadece düşünme yolu ile otuz kadar fotoğraf sanki tek bir fotoğrafmış gibi izleyeni etkiler. Eğer vaktiniz olur da sergiyi izlerseniz, klasik sergilerden farklı olduğunu söylemem gerek. Belki de göz unsurunu kullanarak bir ilki denedim.
Fotoğraflarınızı yalnız kendiniz için saklamamanızı, insanlarla paylaşmanız gerektiğini söyleyen bir dostunuz var. Niçin öyle bir öneride bulundu?
Bu kişi ömrünü fotoğrafa adayan Ersin Alok. Fakat doğrusunu söylemek gerekirse, aynı şeyi eskilerden bir isim olan müteveffa Sayın Yılmaz Kaini için de söylemeliyim. Bu tür insanlar toplumda sessiz olan kişilere biraz da yol göstericidir. Onlar da sessiz kahramanlardır.
Fotoğrafla uğraşmak insanın duygu ve düşünce yapısını tekâmül ettirir, yani geliştirir diye düşünüyorum. Bu görüş sinema sanatı için de geçerlidir. Çünkü onun da temelinde fotoğraf yatar.
Bir fotoğraf sanatçısının fotoğraf çekerken dikkat etmesi gereken hususlar neler?
Umarım bu bir imtihan sorusu değildir. Sanırım duymuşsunuz, sanatçı olunmaz, ancak olmaya çalışılır. Bu aynı zamanda bir aşk gibidir. Sadece mantıkla olmaz. Bir konuda zaafınız varsa neler yapmazsınız ki… Tabii eğitim işin temelidir de diyebiliriz. Bu sergi için hazırlanırken eserlerin baskını yaptırmak istediğim firmaya “Dia pozitif baskı yapıyor musunuz?” diye sordum. Yüzüme baktı ve “Dia pozitif nedir?” diye sordu.
Fotoğrafçılık neden bir sanat?
Sadece fotoğrafçılık değil; kendi benliğimizi kullandığımız her şey sanattır. Son zamanlarda şeflerin yemek pişirme yarışmaları çok revaçta. Her şef bir sanatçıdır bana göre. Tabii şef burada bir sembol.
Diğer taraftan ünlü Kodak firması iflas etti. Yani fotoğrafçılık ölüyor mu? Bugün herkes elinde telefonu varsa resim çekiyor demektir. Resim çekerek ne yapmak istiyoruz. Güneş batarken cep telefonuna gelen görüntüyü gösterip sizden olumlu bir cevap bekleyen çok kişi var. Oldu mu? Olmadı. Öncelikle “Ne kadar emek verdiniz?” diye sormak gerekmez mi? Hem sevecek, hem de emek vereceksin; duyduğuma göre sadece güneşin doğuşu ve batışını çekerek yarışmalara katılım kabul edilmiyormuş.
Fotoğraf sanatına el atmak isteyen gençlere neler söyleyebilirsiniz?
Fotoğraf üzerine nokta koymadan önce fotoğraf, insan ve zaman üçgeni üzerine düşünmek gerek. Karanlık kutuya bir küçük delik açarak karanlık odayı asıl keşfeden Leonardo Da Vinci’dir. Karanlığın bu anlamda keşfi ve kullanılması sanki aydınlığa ulaşmak için karanlıktan geçilmesi gerektiğini çağrıştırır gibidir. Bilimin, tekniğin ve sanatın fotoğrafta olduğu kadar hiçbir buluşta bu kadar birlikte olmadıklarını söyleyebiliriz. Bugün yaklaşık 200 yıllık bir geçmişi olan fotoğraf makinesi salt görüntünün kayda geçirilmesi, belge olma sürecini aşarak tıpkı bir ressamın fırçası gibi değişik düşüncelerin ifadelendirilmesinde de kullanıldığını görmekteyiz. Başka bir deyişle, aygıtı işleten her zaman ya da hiçbir zaman tamamıyla usta olamayacağı bir oyunu oynamaktadır. Suzan Sontag’a göre bir şeyi fotoğraflamak, ona sahip olmak demektir. Bu da insanın kendisi ile dünya arasında bilgi, dolayısıyla güç olarak hissedilen belli bir ilişki kurması anlamına gelir. Fotoğraf tarihi, doğru bakma ve görmeyi öğreterek, insanlık tarihinde yerini almıştır. Diğer bir anlatımla; içinde yaşanılan süreçte etkileşimler insanların dışavurumlarına yön verir. Tiyatro, müzik, bale, resim gibi fotoğraf da duygu ve düşüncelerin ifadesi için de kullanılabilir. Fotoğraf bir anlatım dilidir aynı zamanda. Çok kere sayfalar dolusu sözcükle ifade edilen (belki ifade edilemeyen şey), bir tek kare ile gerçekleştirilebilir. Fotoğrafın dünden bugüne olan yolculuğunda bu aleti kullananı ‘sanatçı’ yapar mı? Sadece bir alete dokunmuş olmak, deklanşöre basmak kişiyi sanatçı yapmayacağını akla getirmeliyiz. Bu dokunuşla başlayan sürece insan doğasının katılması ile farklı bir sürecin (bitmez bir yolculuğun) başlayacağı söylenebilir. Belirli bir boyuttan yaklaşırsak eğer ‘sanatçı olunmaz’ olsa olsa ‘sanatçı olmaya çalışılabilir’ şeklindeki yaklaşım daha sağlıklı bir düşünce tarzı olabilir. Sanatta ulaşmak bir ütopya sayılmalıdır. İnsan devamlı arıyor. Bu arayıştaki her adım atışında, ufuk çizgisinin daha uzağa gittiğini fark eder. “Ulaştım” dediği an ya da ulaştığını sandığı an, başkaldırının sona ermesi demektir. Bu da doğal olarak ‘sanatçı’nın sonu olur.
Fotoğraf bir anlamıyla belli bir zaman diliminin sabitleştirilmesidir. Zaman denilen süreç durmaksızın gelecekten geçmişe intikal etmektedir. Fotoğraf ise bu ‘an’ı bir dilim gibi kesip tespit eder. Yakalanan süreç ölümsüz sayılabilir. O artık ‘var’dır. Belgelenmiştir. Sontag’ın deyişi ile “Ona sahipsiniz”.
Heraklitos (MÖ 540-580), Efesli filozof, kâinatta hiçbir şeyin durağan olmadığını, her şeyin zaman süreci içinde değişime uğradığını söyler. “Bir nehirde iki kez yıkanılmaz” diyerek evrendeki bu süreci anlamlı bir şekilde ifade eder.
Umarım sizi yormadım, gençlerin işi zor, fakat ortam zevkli!