Şampiyonlar Liginde Galatasaray’ın geçen hafta Old Trafford’da Manchester United’i 3-2 mağlup ettiği maçı herhalde futbolseverler izlemiştir. Manu’nun kim olduğunu anlatmaya gerek yok. Manu eski Manu değildir ya da Galatasaray’ı hafife aldı gibi taraftar muhabbeti ve analiz yapmaya niyetim yok. Maçın hemen ardından İngiliz televizyonu Galatasaraylı bir oyuncuyla röportaj yaptı. Oyuncunun adı Wilfried Zaha. Neden onunla röportaj yaptılar? Wilfried Zaha Fildişi Sahilleri’nde 1992 yılında doğmuş. Sekiz kardeşiyle birlikte bütün aile İngiltere’ye geldiğinde dört yaşında. Londra’nın Crystal Palace futbol akademisine katıldığında ise sekiz yaşında. 2004’te Palace genç takımına seçilmiş ve o günden beri 2013-2015 arasında sadece iki maça çıkabildiği başarısız bir Manchester United kiralama sezonu dışında hep Palace kulübünde kalmış. Elbette hep Premier League oynamış fakat asla bir Şampiyonlar Ligi maçına çıkamamış çünkü Palace hiç şampiyon olamamış ve Şampiyonlar Ligi görmemiş.
İşte Zaha maç sonu röportajında buna vurgu yapıyor. Bugün 31 yaşında. Birkaç yıl önce 55 milyon Euro değer biçilmiş (bugün 22 milyon Euro) ve hala Avrupa’nın yıldızı, Premier League dışında bir kariyeri olmayan böyle bir yıldız Galatasaray’a nasıl transfer oldu diye İngilizler merak ediyor. Zaha, Manu maçında çok önemli bir golle mağlup duruma düşen takımının golünü atıp can suyu verdi ve belki de bu moralle Galatasaray maçı kazandı. Zaha’nın golünden sonra Manu antrenörü Erik ten Hag’ın nasıl kulübeye çöktüğü de görülmesi gereken bir sahneydi.
İşte 31 yaşındaki Zaha burada önemli bir şey söyledi:
“Bu benim için bir hayalin gerçekleşmesi demek. Şampiyonlar Liginde oynamak ve gol atmak... On yıl Premier League’de oynadım fakat Şampiyonlar Ligi göremedim. Bu gece, büyük bir gece. Stada gelirken bile otobüste Şampiyonlar Ligi marşı çalıyordu.”
Futbolda bir sporcunun görüp görebileceği zirve Şampiyonlar Ligi finali ve elbette şampiyonluk. Bu ligde oynayan bir takımın oyuncusu olmak, işin manevi tarafını bir tarafa bırakırsak, maddi olarak da büyük bir kazanç ve sporcunun pazar değerinin yükselmesi demek. Bu hem futbolcunun hem de kulübünün transferde daha çok kazanması anlamına gelir. Zaha gibi yaşı 30 olan bir oyuncu daha kaç transfer yapar bilinmez ama 18-20’lerde bu fırsatı bulan oyuncular için önemli vitrindir. Hele de Old Trafford’da Manchester United karşısında şans bulan genç sporcular için paha biçilmez bir vitrin.
Konumuz futbol değil ama futbol da sadece futbol olarak görülmemeli, işin toplumun damarlarına işleyen boyutları var.
Futbolun Şampiyonlar Ligi varsa bütün sporların da benzer zirve organizasyonları var.
COCO GAUFF…
19 yaşında dünya 3 numarası. Son US OPEN şampiyonu. On yaşında izlediklerinde bütün tenis otoritelerinin dikkatini çekmeyi başarmış. Nerede izlemişler bu çocuğu? Florida’da Junior Orange Bowl 12 yaş turnuvasında beş tur geçip yarı final oynadığında. Çeyrek finalde Leylah Fernandez’i mağlup etmiş. Aynı yıl USTA 14 yaş seçme turnuvasında şampiyon olmuş, bakın yine on yaşında.
11 yaşında yine Junior Orange Bowl ve yanında Eddie Herr 12 yaş oynamış. İlkinde yarı final, ikincisinde final. 12 yaşında Junior Orange Bowl kazanmış. 13 yaşında artık ITF JR serileri başlarken Fransa’ya göndermişler ve ünlü Les Petit AS 14 yaş yarı finalinde kendini göstermiş. Dönüşte US Open JR finalinde Amanda Anisimova’ya kaybetmiş.
Bunun devamı zaten görülüyor. Oyuncu bütün önemli ve dünyanın izlediği Junior serilerine katılmış, başarılı olmuş ve herkes görmüş ki Coco Gauff diye bir çocuk yakında dünya kortlarında rüzgar gibi esecek. Sponsorlar gelmiş, en iyi şartlar sunulmuş, bunca sponsor işin içine girince başarının artması için en iyi tesislerde en iyi koçlar sporcunun yanında yer almış.
Aynı yol haritasını üç Grand Slam kazanmış dünya 2 numarası Polonyalı 22 yaşındaki tenisçi Iga Swiatek’te de görüyoruz. 13 yaşında aynı yoldan Junior Orange Bowl ve Eddie Herr arkasından Grand Slam Junior serilerinde üst turlar ile şampiyonluk.
Bu şablon bütün yıldız sporcuların kariyerine uygulanmış. 10-12 yaş civarında sporcular dünyanın en gözde turnuvalarında vitirine çıkıp kendini gösterme fırsatı bulmuş. Elbette 12-14 yaş junior turnuvaları değil Grand Slam Junior serileri asıl hedef. Buralarda oynamak oyuncuya birkaç özellik katıyor. En önemlisi sporcunun kendine güveni artıyor çünkü baştan sona profesyonelce organize olmuş, dünya yıldızlarının zamanında raket salladığı kortlarda yeni yıldızları arayan gözler önünde sahneye çıkıyor oyuncu. Rakiplerinin hepsi olmasa da çoğu o günlerin ve geleceğin yıldız adayları. Mücadele üst düzeyde, maç gibi maçlar, rakip gibi rakipler. Oyuncu başka bir sınıfa katılıyor ve orada kalmak için başka bir mücadele vermek zorunda.
20 yıl kadar önce Ankara’da ODTÜ kortlarında bir 14 yaş Türkiye klasman turnuvası. Elemeler cumartesi-pazar oynandığı için ana tablo oyuncuları pazar günü turnuva ortamına geliyordu. Bir grup sporcu aynı anda tesise girdiğinde hemen yakınımdaki birkaç eleme oyuncusu arasında şöyle bir cümle geçti “Ana tablo geldi!” Sanki onlar yukarıda başka bir sınıftaydı. Bu peşin hüküm elemeden çıkan bir oyuncunun seri başı ile karşılaşmasında 1-0 geriden başlamasına bile neden olabiliyor. Fakat bir Junior Grand Slam şampiyonu oyuncunun ana tabloda oynayacağı ilk tur maçı bile rakip için endişe verici olabilir. Grand Slam turnuvalarında üst turları zorlayan underdog dediğimiz sürpriz oyuncuların kariyerine bakın yukarıdaki şablon ya da yol haritasını göreceksiniz. Büyük junior turnuvalardan geçmiş bir oyuncunun kazanacağı tecrübe ve mental güç profesyonel seriler için büyük bir avantajdır.
BAŞARI ŞARTI
Bu şablondan bahsederken başarıda oyuncunun temel yeteneklerini ıskalamayalım ama saf yeteneğin de başarı getirmediğini de bir kenara yazalım. Eddie Herr ya da Junior Orange Bowl oynadığı için oyuncuyu yıldız kategorisine sokma hatasına düşmeyelim. Tenis gibi bireysel sporlarda başarının şartı doğru antreman ve turnuva planlaması ile desteklenmiş atletik yetenek ve bolca sporcu disiplinidir. Atletik yapı ve fiziksel performans da tek başına yetmiyor. Neredeyse bütün sporcular artık benzer fiziksel yapı ve kondisyonda, hemen hepsi bütün vuruşları üst düzeyde çalışıyor fakat maçı sadece biri kazanıyor, hangisi? Mental olarak kim daha güçlüyse o! Oyunun kırıldığı puanda kim yerlerde sürünüyorsa ve kim geri dönemiyorsa bilin ki maçı kaybetmiştir. Kaybettiği maçlardan sonra kim daha hızlı toparlanıp sonraki turnuvada daha iyi olmak için çalışıyorsa o kazanacaktır.
İşte 10-12 yaşlarında Şampiyonlar Ligi’nde raket sallayan, kortun tozunu yutan çocuk belki bir Coco Gauff, Iga Swiatek ya da Carlos Alcaraz olmayacak ama özgüveni gelişmiş, sporcu disiplini kazanmış ve mental olarak güçlü birey olarak hayatını şekillendirecek, ayakları üzerinde sağlam duracaktır. Önündeki beş yılda o ligin oyuncusu olabilirse ve de başarıyı yakalarsa buyurun size bir yıldız. Olmadıysa da iyi bir üniversite hayatıyla spora devam etme şansı ve belki de sonrasında yeniden profesyonel hayata dönüş. Bu da başka bir şablon ve örnekleri çok.
Futboldan tenise, Zaha’dan Gauff’a ve şampiyonlar liginden grand slamlere kısa bir yolculuk oldu.
Yıldız tenisçinin yol haritası böyle ya da buna benzer bir şey. 12 ve 14 yaş popüler ve izlenen turnuvalarda boy göstermek, üst turları oynamak ve şampiyonluk; 13-18 arası Grand Slam Junior üst turlar ve aynı dönemde Grand Slam oynayabilmek; 18 sonrası da yine Grand Slam ana tabloda yukarı tırmanabilmek. Kolay mı? Teniste başarı zaten kolay değil!
Peki bizim tenisçilerimiz bu şablonun neresinde? Maalesef hiçbir yerinde.
Çünkü bizim tenis sporcularımız bu şablonu takip etmiyor ya da edemiyor. Böyle bir şablon maddi olarak yıkıcı ve sponsora ihtiyaç var. Belki aile, belki federasyon desteği ya da ikisi birden.
Siz bir Türk Coco Gauff ya da Iga Swiatek ya da Carlos Alcaraz’ı 8-9 yaşlarında keşfedebiliyor musunuz?
O çocuğa bu vizyonu kazandırabiliyor musunuz ya da sizin bu vizyona sahip spor yöneticileriniz var mı?
O çocuğu bu şablona oturtacak teknik altyapınız var mı?
O çocuğu Şampiyonlar Liginde tutacak teknik direktörleriniz, kondisyonerleriniz ve mental antreman yaptıracak koçlarınız var mı?
Bu yoldan geçmiş ve bu ya da benzeri şablonu uygulayarak başarılı olmuş sporcularınız yani bir sportif mirasınız ya da hafızanız var mı?
Yoksa ne kadar ekmek o kadar köfte…