Nuh Arslantaş
Ağustos ayının son günü Mısır’da Başbakan Mustafa Kemal Medbûlî’nin de iştirak ettiği mütevazı bir törenle restorasyonu tamamlanan Ben ʿEzra Sinagogu’nun açılışı yapıldı. Başında Ahmed İsa Ebû Hüseyin’in bulunduğu Turizm ve Eski Eserler Bakanlığı’nın (Vezâretü’s-Seyâha ve’l-Âsâr) himayesinde gerçekleşen bu restorasyon, Mısır’da devlet tarafından restore edilen ikinci sinagog özelliği taşımakta. 2020 yılında da İskenderiye’deki İlyâs Peygamber (Eliyahu ha-Navi) Sinagogu üç yıl süren ve milyon dolarlar harcanan bir projenin ardından yeniden ziyarete açılmıştı (https://www.timesofisrael.com/egyptian-synagogue-once-home-to-famed-cairo-geniza-completes-extensive-renovation/)
Ben ʿEzra Sinagogu, Mısır’da Arapça kaynaklarda ‘Eski Mısır’ (el-Mısru’l Atîka), Yahudi kaynaklarda ise ‘Tsoʿan Mitsrayim’ olarak zikredilen Fustât’ta bulunuyor. Yahudi ve İslam tarihinin önemli kaynaklarından meşhur Geniza dokümanları bu sinagogun müştemilâtında keşfedilmişti.
Fustât, İslam fetihlerinden sonra Mısır’da kurulan ilk şehirdir. Hz. Ömer zamanında bölgeyi fetihle görevlendirilen ʿAmr ibn el-ʿÂs tarafından o sırada Bizans’ın askeri üssü olan ‘Babylon’un (İslam kaynaklarında ‘Elyûne’) hemen yanında kurulmuştu (643 yılı). İslam kaynaklarında yer alan bilgiye göre ʿAmr, çadırını burada kurduğu için şehrin adı “Fustât” olarak isimlendirilmiştir. Hz. Ömer, Ptolemeler ve Romalılar döneminde Mısır'ın başkenti olan İskenderiye’nin bölge başkenti olmasını kabul etmediği için ʿAmr, şehrin inşasına girişmişti.
Fustât/Eski Kahire
Hıristiyanlar ve Yahudiler Fustât’a şehrin kuruluşundan hemen sonra yerleşmişti. Fetih sürecinin tamamlanıp normal hayata dönülmesinin ardından Fustât hızla gelişerek birçok göçmeni kendine çeken büyük bir şehir ve ticaret merkezi haline geldi. O dönemde Yahudiler sadece Fustât’ta değil, Mısır’ın değişik şehirlerinde de ikamet etmekte idiler, ancak Mısır’da Yahudi nüfusun en yoğun olduğu yer Fustât’tı. Şehir, İslam hakimiyetinde zamanla Yahudilerin cemaat idaresinin de merkezi haline gelmişti.
İslami dönemle beraber Mısır’da Yahudiler sadece dini serbestlik kazanmakla kalmamış, sosyo-kültürel hayatları yanında ekonomik hayatlarında da tamamen serbest hareket ederek büyük bir değişim ve dönüşüm yaşamışlardı. Emevîlerle başlayıp Abbâsîlerle hız kazanan muazzam sosyo-ekonomik dönüşümle birlikte İslam dünyasının değişik yerlerinden, özellikle de Irak bölgesinden pek çok Yahudi Fustât’a gelerek yerleşmişti. Zimmî hukuku gereği Müslümanlar diğer dini grupların İslam şehirlerine yerleşmelerine herhangi bir engel çıkarmamıştı. Mısır’a gelen bu Yahudiler ilk dönemlerde Irak bölgesindeki tarihi yeşivalarla irtibatlarını devam ettirmişlerdi. Hem İslam hem de Yahudi kaynaklarda Fustât’taki bu cemaatten ‘Iraklılar Cemaati’ (Kenîsetü’l Irâkıyyîn) olarak bahsedilir.
10. asırdan itibaren Mısır Fustât Yahudileri, cemaatler nezdinde Bağdat Yahudileri kadar etkin olmaya başlamıştı. Jeo-stratejik konumu itibariyle doğu ile batının geçiş noktasında bulunması sebebiyle şehir Yahudileri o dönemdeki çoğu cemaatle irtibat halindeydi. Fustât’ın önemli bir ticaret güzergâhında bulunması sebebiyle ticari açıdan da gelişip zenginleşmişlerdi. Tudelalı Benjamin 12. asırda şehirdeki Yahudi cemaatinin sayısını 7 bin olarak vermektedir. O dönemde Mısır’daki toplam Yahudi nüfusunun 15-20 bin civarında olduğu düşünülürse, bölgedeki Yahudi nüfusunun yarısı ya da üçte biri gibi çok büyük bir yekününün Fustât’ta yaşadığı anlaşılmaktadır.
Fustât’ta Samirîler (Şomronim) ve Karaîler de yaşamakla birlikte şehir nüfusunun çoğunluğunu Rabenik geleneğe bağlı Yahudiler oluşturmaktaydı. Bunlar Kasru’ş-şemʿ ve el-Musâsa adı verilen semtte, sinagogları etrafında ikamet etmekteydi. Bu semtler Müslüman bürokrat ve zenginlerin de ikamet ettiği yerlerdi aynı zamanda. Cemaat Talmudik geleneğe göre bütün kurum ve kuruluşlarıyla tam teşekküllü bir yapılanmaya sahipti.
Fustât’ta Rabenik Yahudiler başlangıçtan itibaren takip ettikleri geleneğe göre Filistin (Kenîsetü’ş-Şâmiyyîn/Minhag Yeruşalmî) ve Bâbil (Kenîsetü’l-Irakıyyîn/Minhag Bavlî) cemaatleri olarak teşkilatlanmışlardı. Fâtımîlerin Mısır’a hakim olmasından sonra Kuzey Afrika’dan gelerek Fustât’a yerleşen Mağripli Yahudiler de müstakil bir cemaat (Kenîsetü’l-Mağribiyyîn) olarak yapılanmışlardı. 12. asırda şehri gezen Yahudi seyyah Tudelalı Benjamin, Fustât’taki Rabenik Yahudiler arasında Irak geleneğine bağlı olanların, İspanya Yahudilerinde olduğu gibi, haftada bir cüz okuyarak Tevrat’ı yılda bir kere hatmettiklerini; Filistin geleneğini takip edenlerin ise her cüzü (paraşa) üçe bölerek günde bir bölüm okumak suretiyle, üç yılda bir Tevrat hatmi yaptıklarını belirtir. Benjamin, hatim töreninde (Simhat Tora) farklı geleneğe bağlı da olsa, bütün cemaatlerin sinagogda bir araya gelerek müşterek kutlama yaptıklarını da ilave eder. Fustât, 969 yılında Kahire’nin [anlamı: Düşmanlarını kahreden, ezip geçen] kurulup Fâtımîlerin hilâfet merkezi olmasından sonra yine kültür ve ticaret merkezi olarak kalmaya devam etmişti. Bu tarihten sonra şehir ‘Eski Kahire’ (el-Mısru’l-Atika/Old Cairo) olarak isimlendirilmeye başlayacaktı.
Mısır-Fustât Yahudilerinin 10. yüzyılda sosyo-ekonomik açıdan gelişmeleri, bir sonraki asırda onları müstakil bir cemaat olmaya sevk etmişti. O güne kadar Irak’taki re’sü’l-câlûtluğa (exilarchate) bağlı olan bu Yahudiler, cemaatler üzerindeki prestijlerini de kullanarak vergilerini kendileri toplamak ve medreselerinde (yeşiva) yetiştirdikleri öğrencilerle diğer cemaatler üzerinde nüfuz kurmak istemişlerdi. Bu teşebbüste İslam dünyasında yaşanan siyasî rekabetin de etkili olduğu belirtilmelidir. Abbâsîler yanında Fâtımîlerin ayrı bir güç olarak yükselmesi, halifelik ilan edip Filistin ve Mısır gibi iki önemli coğrafyayı hakimiyetlerine almaları, Yahudi cemaatlerini de etkilemişti. Fâtımîlerin takip ettiği siyaset neticesinde Mısır ve Kuzey Afrika cemaatlerinin, 10. asırdan sonra bir taraftan uluslararası ticaret sayesinde zenginleşmeleri, diğer taraftan da yoğun nüfus hareketliliği sebebiyle birdenbire gelişerek müreffeh hale gelmeleri, Irak’taki tarihî merkezlerin dikkatini buralara çekse de kendilerine bağlı kalmalarını sağlayamamıştı. Hakimiyetlerindeki Yahudi cemaatlerinin Abbâsîlerle irtibatını koparmak isteyen Fâtımîler, başındaki kimseye ‘nagid’ adını verdikleri bir kurum ihdâs etmiş ve Abbâsîlerdeki re’sü’l-câlûtluk kurumuna alternatif bir cemaat idaresi tesis etmişlerdi. Böylece İslâm dünyasındaki Bağdat ve Kahire merkezli halifeliklere benzer bir yapılanma, Yahudi cemaatlerinin teşkilatlanmasına da yansımıştı. Bu durum Irak’ta Talmudik dönemden beri faal bulunan tarihi kurumların zayıflamasına ve neticede çöküşüne zemin hazırlamıştır.
İslam kaynaklarında nagid’lik kurumundan, ‘reîsü’l-yehûd’luk (Yahudi cemaat reisliği) olarak bahsedilir. Reîsü’l-yehûd’un görevi de hemen hemen gaon ya da yerel cemaatlerdeki dayanların görevleri gibiydi: Yahudileri bir arada tutmak; dini ve hukuki meselelerde çözüm üretmek ve cemaat arasındaki davalara bakmak, evlilik ve boşanma işleri ile gıda denetçiliği (kaşerut) ve cezalandırma (herem) gibi meselelerde karar vermek. Reîsü’l-yehûd’un tayini, kendi cemaatinin seçiminden sonra yapılırdı. Kurum, kuruluşundan itibaren beş kuşak boyunca, saray tabibi Yahuda ben Saʿadya (1064-1078) ve ailesi tarafından idare edilmişti. 1583 yılına kadar ‘nagid’ olarak isimlendirilen cemaat liderleri, bu tarihten itibaren ‘çelebi’ olarak isimlendirilmeye başlamıştı. Bu tarihte İstanbul’dan nagid olarak atanan bir hahamla 16. asırda Mısır Yahudi cemaatinin önde gelen alimlerinden Rav Betsalel Aşkenazi arasında yaşanan otorite krizi, ikincisinin lehine sonuçlanmış; İstanbul’dan gönderilen Rav görevden azledilmişti. İlk dönemlerde Osmanlı şehzadeleri için kullanılan çelebi tabiri, 14. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar kültürlü yüksek tabakaya mensup olanlar, ilmiye ricâli, divan şairleri, kalem erbâbı, Dîvân-ı Hümâyun kâtipleri gibi genel olarak okumuş, bilgili kimseler ile gayrimüslimlere verilen bir unvan özelliği taşımaktadır.
Ben ʿEzra Sinagogu ve Geniza Dokümanları
Yukarıda da ifade edildiği üzere Geniza Dokümanları Fustât’ta Ben ʿEzra Sinagogu’nda bulunmuştu. 882 yılında, Tolunoğlu Ahmed (868-884) zamanında 56. Kıptî patriği Michael’den, yapılacak askeri bir seferin ihtiyaçlarına katkıda bulunması istenmiş, 20.000 dinarlık meblağın temininde zorlanan patrik cemaate ait St. Michael Kilisesi’ni Yahudilere satarak gerekli parayı temin etmişti. Kiliseden dönüşen bu sinagog Rabbânî Yahudilerden Irak geleneğine (Minhag Bavlî) bağlı Yahudiler tarafından satın alınmıştı. Geçtiğimiz ay sonunda Mısır Başbakanı tarafından açılan sinagog, Ben ʿEzra olarak bilinen bu sinagogdur. Sinagog uzun yıllar hizmet etse de Yahudi nüfusun Fustât’tan Kahire’ye taşınmasından sonra atıl duruma düşmüştü. 1670’lerde Fustât’a bizzat giderek incelemelerde bulunan Mısırlı Yahudi tarihçi Yosef ben Yitshak Sambari (1640-1703), Ben ʿEzra’nın artık harabe halinde olduğunu nakleder. Sinagogun gelişen süreçte ne durumda olduğu bilinmemekle beraber, mevcut binasının büyük ölçüde 1890'larda inşa edildiği düşünülmektedir.
Fustât’ta 1004 yılında bir Karaî sinagogu; 1025 yılında da Filistin geleneğine bağlı bir Rabenik sinagogu daha inşa edilmişti. Müslüman tarihçi el-Makrizî (ö. 1442) Mısır’ın topografyası ve tarihi hakkında kaleme aldığı eseri el-Hıtat’ta ‘Kenîsetü’ş-Şâmiyyîn’ olarak kaydettiği, Filistin geleneğine mensup cemaate ait bu sinagog da Kasru’ş-şem’de idi. Aynı kaynakta sinagogun ahşap kitabesinde sinagogun milâdî 20 yılları civarında yapıldığı şeklinde bir bilgi olduğu belirtilir ki, bu bilgiden Fustât’taki en eski sinagogun bu olduğu, çeşitli dönemlerde de yenilenerek hizmet vermeye devam ettiği anlaşılmaktadır. Sinagogda Katip ʿEzra (ʿEzra ha-Sofer; bazı İslam kaynaklarında ‘Üzeyir’) tarafından yazıldığına inanılan, ‘Sefer ʿEzra’ olarak bilinen bir Tevrat tomarı (Sefer Tora) da bulunmaktaydı. Bunun yukarıda bahsi geçen Ben ʿEzra Sinagogu ile hiçbir ilgisinin olmadığı belirtilmelidir. Mısır’da İslamî dönemde yazılmış en eski ve ilim âleminde ‘Tevrat’ın Halep Nüshası’ (The Aleppo Codex of the Bible) olarak şöhret bulan nüsha da Fustât’ta, Filistinliler Sinagogu’nda (Kenîsetü’ş-Şâmiyyîn) bulunmaktaydı. Bir Geniza dokümanında Tevrat’ın bu nüshasından Arapça olarak ‘el-Mushafü’l-Câmʿi’ [Tam Tekmil (Tevrat) Mushaf(ı)] olarak bahsedilmektedir. Mısırlı Yahudi tarihçi Sambari, 1670’lerde Kahire merkezden gelen Filistin geleneğine bağlı cemaatin değişik dinî gün ve bayramlarda sinagogda ibadet ettiğini kaydeder.
Fustât’taki Ben ʿEzra Sinagogunun dikkat çeken bir yönü de meşhur Geniza Dokümanlarının burada keşfedilmesidir. Dokümanlar, 882 yılında Yahudiler tarafından satın alınarak sinagoga dönüştürülen St. Michael Kilisesi’nin tavan arasında bulunmuştu. Herhangi bir sinagogun, İbranice yazılmış dini kitapların saklandığı odasına veya bir başka bölümüne ‘Geniza’ adı verilmektedir. İslâm ve Kıptî geleneğinde olduğu gibi Yahudi geleneğinde de içinde dini konularla ilgili yazıların bulunduğu kağıtların/kitapların imha edilmesi hoş karşılanmamıştır. Şimdiye kadar sadece Fustât’ın (Eski Kahire) bir sinagogu ile el-Besâtîn beldesinin bir kabristanının genizaları keşfedilebildi. Bu ikisi ilim aleminde ‘Kahire Genizası’ olarak şöhret buldu. Ancak her Yahudi cemaatinin bir genizasının olduğu bilinmektedir. En meşhuru Fustât olmakla beraber günümüze Kahire, İskenderiye, el-Mahalle ve Dimyât gibi Mısır’ın diğer bazı şehirlerinin genizalarından da birtakım belgeler ulaşmıştır. Ancak sayıları yüz binleri aşan belgeler yığını geçen ay sonunda yeniden açılan Ben ʿEzra Sinagogu’na ait.
Geniza Dokümanları 1896’da Solomon Schechter (1847-1915) tarafından keşfedildi. Schechter, sinagogun kadınlar bölümünün üst katındaki bir duvarın arkasındaki tavan arası benzeri bir açıklıkta Yahudi cemaatinin bin yıla yakın bir süredir biriktirdiği yüz binlerce tarihi dokümanı ortaya çıkarmıştı.
Fustât’ta bulunan geniza, iki yönüyle diğerlerinden farklılık arz eder: İlki, bu genizanın on binlerce dokümanın arşivlendiği bir mekân olması; ikincisi ise, sadece kutsal sayılan yazıların değil, başta Arapça ve Yahudi-Arapçası (Judeo-Arabic: İbrani harfleriyle Arapça yazılmış metinler) olmak üzere İbranice haricinde yazılan ticari vb. belgelerin de bu genizaya girmiş olmasıdır. Ticari vb. belgelerin genizaya girme sebebi, elbette içerisinde Tanrı kelimesinin geçmesi sebebiyledir. Ayrıca Fustât, doğu ile batı arasında bir geçiş noktası ve önemli bir ticaret şehri olması dolayısıyla, Filistin’le Kuzey Afrika, İspanya ya da Güney Arabistan ile Hind ve Çin arasındaki yazışmaların toplanıp dağıtıldığı bir merkez haline gelmiştir. Irak’tan gönderilip güzergâh olarak Fustât’tan geçen çoğu responsa (fetvâ), buradaki bet dinin arşivinde saklandığı için, günümüze ulaşan çoğu responsanın da asırlar boyu korunmasına vesile olmuştur. Hızlı yazışmak gayesiyle gaonlar bazı kararların ya da responsaların - belki de - emsâl teşkil etmesi için bir nüshasının yazışma güzergâhındaki cemaatler tarafından da arşivlenmesini istiyor ya da responsanın bir nüshasını o cemaatlere de gönderiyorlardı. Diğer Yahudi cemaatlere gönderilen dokümanların Fustât arşivine girmesinin bir sebebi de budur.
Geniza’da 10. asırdan kalan belgelerin sayısı azdır. Orta Çağın geç dönemlerinde 1250 ila 1500 tarihleri arasında ise pek fazla belge yoktur. Geniza dokümanları Fâtımîler (969-1170) ve Eyyûbîler dönemi (1171-1250) için birinci elden kaynak niteliğindedir. Ancak Geniza’da Fâtımîler dönemiyle ile ilgili bilgi ve belgeler Eyyûbîler dönemine kıyasla daha fazladır.
Dokümanların kaynağına gelince; çoğunluğu Mısır dışındaki bölgelere ait dokümanların geldiği yerler şunlardır: Sicilya ve İspanya da dahil Kuzey Afrika; Filistin ve Suriye; Irak (bu bölgeye ait belgelerin çoğunluğu re’sü’l-câlûtluk ve yeşivalardan gelmiştir); Yemen, Hindistan ve Bizans. Pek bilinmese de Yidişçe’nin en eski örneklerini muhtevi ‘Cambridge Yiddish Codex’ de Ben ʿEzra’da geniza dokümanları arasında keşfedilmişti. 1382’ye tarihlenen ve bilinen en eski Yidiş metin koleksiyonu kabul edilen bu kodekste, erken dönem Yidiş dili ve edebiyatının hem coğrafi hem de uluslararası yönüne ışık tutan önemli metinler bulunur.
Şimdiye kadar pek çok geniza dokümanı neşredilmiştir. Dünyanın değişik kütüphanelerinde bulunan geniza dokümanlarının önemli bir yekûnunun mikrofilmleri Kudüs İbrani Üniversitesi kütüphanesine toplanmaya çalışılmakta. İsrail’de bulunduğumuz dönemlerde görme ve bazılarını inceleme fırsatı bulduğumuz bu dokümanların bilimsel neşirleri, çoğunluğunu üçüncü kuşak Yahudi tarihçilerin oluşturduğu akademisyenler tarafından hummalı bir şekilde sürdürülmektedir.