II. Dünya Savaşı’nda yıkılıp yakılan kentlerin, toplu kıyımların, milyonlarca ölümün ardından değer yargılarını, umutlarını yitiren insanlığın içine düştüğü anlamsızlığı, yaşamın saçmalığını aktaran absürt tiyatro akımı, 1950’lerde, öncelikle Fransa’da yaygınlık kazanır.
Burada absürdü sözlükteki karşılığı olan anlamsız ya da saçma olarak değil, absürt yaşamın, tekinsiz bir atmosferde, parçalanmış bir dil, saçma bir varoluş biçemiyle çarpıtılmış, ancak yine de gerçekçi bir yansıması olarak algılamak gerekir.
‘Uyumsuz tiyatro’ olarak da adlandırılan, inancın yitirildiği, belirsizliğin hâkim olduğu bir dünyada kendine ve topluma yabancılaşan, yalnızlaşan ve yozlaşan insanın dramını geleneksel tiyatro kalıplarının dışında aktaran absürt tiyatro, doğal olarak sisteme başkaldırıyı da içerir.
Samuel Beckett'in ‘Godot'yu Beklerken’ (1953), Eugène Ionesco'nun ‘Kel Şarkıcı’ (1950) ve Jean Tardieu’nün ‘Gişe’ (1955) oyunları akımın ilk örnekleri arasında yer alır. ‘Godot’yu Beklerken’in, ‘Kel Şarkıcı’dan üç, ‘Ders’ten iki, ‘Sandalyeler’den bir yıl sonra yazıldığı hesaba katıldığında, çağcıl absürt tiyatronun esas öncüsü Eugène Ionesco’dur.
Ionescu, Romen Yahudi baba ile Fransız annenin oğlu olarak 1909’de Romanya’da doğar, çocukluğu Fransa'da geçer; 1925’te anne-babasının boşanmasının ardından Romanya'ya döner. 1936’da Rodica Burileanu ile evlenen, 1938’de doktorasını tamamlamak üzere ailesiyle birlikte Fransa'ya taşınan Ionescu, II. Dünya Savaşı patlak verince Marsilya'ya gider, 1944’te, Fransa'nın özgürlüğe kavuşmasının ardından Paris'e yerleşir. Eugène Ionesco adını alarak tüm yapıtlarını Fransızca yazar.
1970 yılında Fransa Akademisi üyeliğine seçilen 1994’teki ölümüne dek 40’ı aşkın oyun, ayrıca da romanlar, öykü kitapları, denemeler yazan Ionesco, bunlarla çok sayıda ödül kazanır. En önemli oyunları arasında, ‘La cantatrice chauve / Kel Şarkıcı’ (1950), ‘La leçon / Ders’ (1951), ‘Les Chaises / Sandalyeler’ (1952), ‘Amédée ou comment s'en débarrasser / Amédée ya da onu nasıl başından atarsın’ (1954), ‘Rhinocéros / Gergedan’ (1959), ‘Tueur sans gages / Gönüllü Katil’ (1958), ‘Le roi se meurt / Kral Ölüyor’ & ‘Délire à deux / İki Kişilik Hırgür’ (1962), ‘Le Piéton de l'air / Hava Yayası’ (1963), ‘La Soif et la faim / Açlık ve Susuzluk’ (1964) ve ‘Macbett’ (1972) yer alır.
Yazıldıklarından bu yana yarım yüzyılı aşkın zaman geçmesine karşın, metinlerinin hâlâ özgün, güncel, taptaze, çağın ötesinde olduğunu yeniden keşfetmişçesine birçok İstanbul topluluğu bu sezon da Ionesco oyunları sahneliyor. Geçen sezondan devam eden ‘İki Kişilik Hırgür’ ve ‘Kral Ölüyor’a bu sezon ‘Ders’ ve ‘Kel Şarkıcı’ da katılıyor.
Bu yazıda Ionesco’nun, kumbaracı50’de yeni prömiyer yapan altıdan sonra tiyatro yapımı ‘Ders’inden söz edeceğim. Candan Seda Balaban’ın yönettiği oyunun dekor / ışık tasarımını Yiğit Sertdemir, İsmail Sağır, müzik, ses & efekt tasarımını Burçak Çöllü üstlenmiş. Yardımcı yönetmen Ayşegül Uraz.
Ionesco’nun ‘komik dram’ olarak adlandırdığı ikinci oyunu ‘Ders’, hizmetçisiyle birlikte yaşayan bir öğretmenin evine yeni bir kız öğrencinin özel ders için gelmesiyle başlar. Başlarda bilgi alışverişi yöntemini, bilginin içselleştirilmemiş, sadece ezberlenmiş oluşunu hınzırca hicvederek eğitim sistemini eleştiren, öğretmenin giderek serleşen gülünç tutumu üzerinden baskıcılığın, totalitarizmin erkek egemen kadın düşmanlığının yergisine dönüşen ‘Ders’ giderek daha sert bir tonlamayla gelişir. Giderek tedirginleşen bu derste, değerlerini yitirmiş, birbirine yabancılaşmış, mantığı boş vermiş bir toplumda, iletişimsizliğin kendini anlatma ve karşısındakini anlamayı engellediği, konuşulanların hiçbir şey anlatmadığı, tavır ve tutumların dilin önüne geçtiği açığa çıkar. Ve finalde fars ve bürleski terk eden ders trajediye dönüşür. Daha doğrusu trajedinin bir parodisine…
‘Ders’i yöneten ve kostüm tasarımını yapan Candan Seda Balaban, dramaturgiyi üstlenen Aylin Alıveren’in desteğiyle oyunu uçuk kaçık bir fars olarak sahneliyor. Absürdü daha etkileyici kılmak için oyunu kumbaracı50’nin oyun alanında var ettiği minik İtalyan sahnede, en yapayından commedia dell’arte tarzında yönetiyor. Her şey bir yana, black box mekâna kondurulmuş İtalyan sahne bile, kendi başına absürdün tarifi.
Semah Tuğsel (Hizmetçi), Şirin Keskin İndere (Öğrenci), Yiğit Sertdemir (Öğretmen) müthiş uyumlu bir üçlü oluşturuyor. Üçü de çok iyiler ama, Yiğit Sertdemir bir başka iyi.
‘Uyumsuz tiyatro’nun kendine has benzersiz tadını başarıyla veren, olabildiğince hınzır, eğlenceli, edepsiz bir çalışma. Sezonun izlenmesi şart oyunlarından. Kaçırmayın derim.
19, 20 Ekim, 4, 15, 16 Kasım kumbaracı50’de
Sarı Sandalye’nin yeni yapımı
‘F & Z’
“Hep doğruları yaptığımı düşündüm. Pek de doğru gelmiyor şimdi doğrusu.
Herkesle, her şeyle olan mesafem uzuyor. Her şeyler, herkesler geldikçe bana doğru, bu bana doğru gelmiyor hiç.
Ailemiz, tüm bireyleriyle bir arada hep. Ne olursa olsun. Tüm doğrular bizimle. Biz orada olmasak da artık. Tek tek eksilirken ailemizin 'doğru' bireyleri, biz birbirimize sıkı sıkı sarılırız. Sarıldığımız kolların içi boş, kafalar dolu. Karışık şimdi o çok mutlu görünen çocukların gözlerindeki yetişkin bakışlar.
Bu hikayeler bizim ailemizin hikayeleri, ortada bir trajedi varsa bizim. Her şey iyiydi biz küçükken. Şimdi değil.”
Alternatif ve özgün işler arayan tiyatro severler için eşsiz bir seçki sunan Sarı Sandalye, geçen sezon sonunda prömiyer yapmış olan, Doğa Nalbantoğlu’nun J.D.Salinger’in ‘Fanny ve Zoey’ öykülerinden esinlenerek yazıp yönettiği, özgün müziklerini Göksu Işık’ın yaptığı ‘F&Z’ oyununu sahnelemeyi bu sezon da sürdürüyor.
Oyun, Glass Ailesi üyelerinin birbirini bulmaya çalıştığı ‘Veda Mektubu’ ile başlıyor, cenazelerde geçen, cenaze olmayan günlerle, tuvalet sahnesiyle, F.’nin aynada kendisine bakmasıyla, Bessie’nin tüm topluma faydalı olacak öğütleriyle sürüyor; F. ve Z. durumlarını değerlendirir ve beklerken sona eriyor.
Tiyatro Sarı Sandalye’nin on yıla yaklaşan serüvenini benim gibi izlemişseniz, edebiyat ve tiyatro uyarlamalarına getirdiği yenilikçi ve ayrıksı bakış açısına, kullandıkları sıra dışı sahne tekniklerine, Doğa Nalbantoğlu’nun ele aldığı her metne farklı, beklenmedik, benzersiz ve heyecan verici yaklaşımına hayran olmuşsunuzdur. Bu oyunda da esinlenmeyi aşan, özgün ve gerçekten farklı bir yaklaşımı var.
Emre Yıldızlar, Ezgi Yazıcı, Göksu Işık, İrem Kalaycıoğlu ve Ş. Ceren Ülgen olağanüstü bir uyumla, orijinal metni aşarak performansa ve dans tiyatrosuna göz kırpan, benzersiz ve müthiş keyif verici bir gösteri ile karşımızdalar.
Çok etkileyici kostüm tasarımı ile Kayra Belen Yardımcı ve dekorsuz kara kutu sahnede sırf oyuncuların gölgeleriyle benzersiz bir görsellik yaratan Samet Acar’ın ışık tasarımı ayrı bir övgü hak ediyorlar.
Anlatılması zor, izlenmesi şart bir çalışma. Ben çok beğenenlerdenim. 20 Ekim Sahne Pulcherie ve sezon boyunca İstanbul sahnelerinde.
ÖNEMLİ NOT: DasDas Sahne’de başlayan İO Uluslararası Tiyatro Festivali’nin kasım programında, efsanevi tiyatro insanı Theodoros Terzopoulos ve kurucusu, genel sanat yönetmeni olduğu Attis Tiyatrosu var. 3-4 Kasım’da ‘İo’yu ve 5 Kasım’da ‘Nora’yı kaçırmayın derim.
Hepinize iyi seyirler dilerim.