İnsanlık tarihiyle başlayan tiyatro, Osmanlı’da Meddah ya da Orta Oyunu gibi geleneksel temaşa sanatlarına dönüşmüş, 1914’te Darülbedayi’nin açılışıyla modern kurumsallaşması başlamıştır.
Darülbedayi’nin amacı Türk Tiyatrosunu oluşturmak ve gayrimüslim hegemonyasından çıkarmak idiyse de, Osmanlı İmparatorluğunda Müslüman kadının sahneye çıkması fiilen suç sayıldığından, kadınlarımız tiyatroya, Afife Jale’nin 1920’de başlayan mücadelesinden ve bugünlerde coşkuyla 100. yaşını kutladığımız Cumhuriyet’in ilânından sonra girebildi.
Bedia Muvahhid’in Kasım 1923’te ‘Otello’da Desdemona’yı canlandırılmasıyla başlayan süreç, günümüz kadınlarının tiyatroda sağlam bir yer edinmelerine kadar devam etti.
Cumhuriyet kadınının tiyatromuzdaki yerini ele almadan önce, imparatorluğun son döneminde, batılı yaşama açık, iyi eğitim ve öğretim almış kültürlü Müslüman-Türk kadının bilinçlenemeyişini ustalıkla yansıtan çağcıl bir tiyatro yapımından, ‘Selmin Zeki Hanım: Hasta Adamın Kızı’ndan söz etmek istiyorum.
‘Selmin Zeki Hanım: Hasta Adamın Kızı’
“Bugün, hayatı varlıklarının arasından görmeye alıştığım erkeklerin hepsinden mahrum kaldım. Bu mahrumiyet vücuduma külçe gibi çöküyor. Sanki Boğaz’ın suları kabarıyor, İstanbul genişliyor, ben ufalıyorum. Sanki görünmeyen bir çift elin arasında dağılıp ufalanıyorum.”
Moda Sahnesi’nin yeni oyunu ‘Selmin Zeki Hanım: Hasta Adamın Kızı’, hayattan zarif biçimde keyif almasını bilen alaturka seçkinler zümresinin kültürlü bir kadınının üzerinden, İmparatorluğun son yıllarındaki siyasi durumun gündelik yaşamda aile ve kadın-erkek ilişkilerini etkileyişini aktarırken, dönemin erkek egemen bakışının, eğitimli kadınının bile farkındalığını engellediğini başarıyla yansıtır.
Mürüvet Esra Yıldırım’ın yazdığı oyunu Onur Ünsal yönetiyor, Yeliz Kuvancı Selmin Hanım’a hayat verirken Betül Kaplanoğlu canlı kanun çalarak müzikleri icra ediyor ve Kuvancı’ya şarkılarında eşlik ediyor.
1884-1922 arasında yaşamış, Yıldız Sarayından emekli Zeki Bey’in kolejde okumuş kızı Selmin Zeki, 1922’de, İstanbul’daki yalısının müştemilatında, gönlünü biraderi Hikmet’e kaptırıp yataklara düşerek ölen Habeş halayık İnşirah’ın henüz soğumamış yatağının başında tüm yaşamını izleyicilere anlatır.
Çevresindeki erkekler, dönemin çalkantılı siyasi yaşamında kaçınılmaz olarak politikleşirken, babasının Abdülhamit’in istibdat yönetimiyle kurduğu ikircikli ilişkinin duygusal takipçisi olan kadın, kendini siyasi dalgalar arasında sürüklenirken bulur. Ancak hep dışında kaldığı politikayı ve toplumsal olayları algılayamaz, sadece üzüntüyle bunların beklenmedik sonuçlarını, inandığı değerlerin, yücelttiği kişilerin yerlerinden edildiğini fark eder. Erkeklerin aksine hiçbir ideolojiye bağlanmaz, aşka, müziğe ve doğup büyüdüğü Boğaziçi’nin sunduğu güzelliklere tutunmaya çalışır. Yazının başındaki alıntıladığım tümceyle anlatısını bitirdiğinde İnşırah’ın yatağına girer, uykuya, belki de ölüme yatar…
Mürüvet Esra Yıldırım’ın dönemin gerçek edebi ve siyasi kişilerinin yaşanmışlıklarını ve tarihi kaynakları araştırarak oluşturduğu müthiş sağlam metin, Abdülhamit yönetiminden Meşrutiyet’e, I. Dünya Savaşı’ndan yenilgiye, işgalden Kurtuluş Savaşına, yakın tarihimizin olaylı yıllarına Selmin Zeki Hanım’ın gözünden bakar. Metnin büyük gücü, etrafındaki dünya yok olur, yeni bir dünya var olurken, olayları fiilen yaşayan Selmin’in durumu algılayamayışını, farkında bile olmayışını büyük başarıyla yansıtmasındadır.
Kuşağının en iyi oyuncularından olduğunu defalarca belirtmiş olduğum Onur Ünsal,
Selmin Zeki Hanım: Hasta Adamın Kızı ile, yenilerde giriştiği yönetmenlikte de oyunculuktaki kadar iddialı olduğunu kanıtlıyor. Anlatıyla Türk Sanat Müziği şarkılarını başarıyla iç içe geçirerek, Vardal Caniş’in illüstrasyonları ve grafik tasarımlarıyla görselliği pekiştirerek, aslında uzun bir monolog olan metni heyecan verici bir tiyatro olayına dönüştürüyor. Başarısına ustalıkla yönettiği, kimyaları müthiş uyumlu Yeliz Kuvancı ile Betül Kaplanoğlu ikilisinin katkısı büyük.
Parlak bir metnin, iyi oynanmış, iyi yönetilmiş son derece ilginç yorumu sezonun izlenmesi şart, olmazsa olmazlarından.
Teatral başarısı bir yana, Türk kadınının, Selmin Zeki’den bırakın günümüze, Cumhuriyetin onuncu yılına almış olduğu yolu ve bilinçlenme düzeyini göstermesiyle kadınlarımızın özgürlük yolunda önünü açan Mustafa Kemal Atatürk’ün dehasını bir kez daha saygıyla, minnetle anmak şart.
Gelelim 100. yılda kadınlarımızın tiyatrodaki yerine…
Büyük bir mücadele vererek, siyasi, toplumsal, ticari ve sanatsal faaliyetlerin ön saflarına geçmeyi başarmış Türk kadınının tiyatrodaki yerini ele aldığımda öncelikle prestijli İKSV İstanbul Tiyatro Festivali’nin kuruluşundan bu yana olağanüstü gelişimini sağlayan, halef selef iki muhteşem direktörüne, Dikmen Gürün ile Leman Yılmaz’a bir tiyatrosever olarak saygılarımı ve teşekkürlerimi sunmam gerek. Festivaldeki kurumsal değişikliğin ardından İKSV’den ayrılan Yılmaz’ın hâlen, DasDas’ın önemli yeni atılımı İO Uluslararası Tiyatro Festivali’nin proje direktörü olduğunu belirteyim.
Ödenekli ve özel tiyatrolarda, çoğu efsane olmuş, kimi benzer başarıyı yönetmenlikte de göstermiş, konservatuarlarda genç kuşak tiyatrocuları yetiştirmiş sayısız kadın oyuncudan, başta Leyla Gencer olmak üzere uluslararası ünlü operacılarımızdan ayrıntılı olarak söz edecek yerim maalesef yok. Hepsine sonsuz saygı ve sevgilerimi sunarak kadınlarımızın tiyatronun mutfağındaki yerine yöneleceğim.
Gösteri sanatlarının köklü kurumları olan ödenekli tiyatroların kadın yönetici konusunda karne notu bir hayli kırık. 1949’daki kuruluşundan beri Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğüne tek bir kez, sadece 2005-2007 arasında Mine Acar getirildi. 1970’te kurulan Devlet Opera ve Balesinin yarım yüzyılı aşkın geçmişindeyse, aynı yıllarda müdürlüğüne ve genel sanat yönetmenliğine getirilen efsanevi dansçı koreograf Meriç Sümen dışında hiçbir kadın yönetici olmadı.
Bu bağlamda, 109 yıllık geçmişinde sadece üç kadın genel sanat yönetmeni olan Darülbedayi’nin devamı Şehir Tiyatrolarıyla İBBŞT’nin durumu da pek parlak sayılmaz. Üstelik Gencay Gürün (1984-1994) ve Ayşenil Şamlıoğlu (2009-2012) yönetiminde Şehir Tiyatrolarında iki altın dönem yaşanmıştı. Kasım 2021’de göreve gelen Ayşegül İşsever ise, İBBŞT’yi diğer ikisinden de parlak bir döneme getirmiştir.
Ödenekli tiyatrolarda sahnelenmiş yerli oyunların yazarları arasında, az da olsa kadınlar da vardır: Fatma Nuriye Yalçı, Cahit Uçuk, Sevgi Sanlı, Adalet Ağaoğlu, Pınar Kür, Nezihe Meriç, Sevim Burak, Bilgesu Erenus ilk aklıma gelenler.
İdari kurumlara bağlanmış ödenekli tiyatrolar yönetimlerle aynı paralelde çalışmak zorunda olduklarından sanatsal açıdan çoğu zaman kış uykusuna yatarken, yaklaşık çeyrek yüzyıldan beri tiyatronun hasını, daha alçakgönüllü, küçük bütçeli ancak çağcıl ve bağımsız özel topluluklar yapmaya başladı. Bu özgürlük ortamında ödenekli kurumların erkek egemen bakışı tamamen tersyüz edildi, kadınlar pek çok konuda iyice öne çıktı.
Tiyatro eğitiminde Ayla Algan, Yıldız Kenter, Zeliha Berksoy’un ardından gelen Şahika Tekand, Rüçhan Çalışkur, Nesrin Kazankaya, Yeşim Özsoy gibi öğretmenler sayısız genç tiyatrocu yetiştirdi.
Genç tiyatronun kadın yazarlarından anımsadıklarım, yine Şahika Tekand, Yeşim Özsoy, Nesrin Kazankaya; ayrıca Aslı Can Bozatlı, Ebru Nihan Celkan, Ceren Ercan, Gülce Uğurlu, Deniz Madanoğlu, Pelin Temur, Burçak Çöllü, Şenay Tanrıvermiş, Firuze Engin’le Elif Temuçin. Sema Elçim, Bihter Dinçel, Aysel Yıldırım’la Duygu Dalyanoğlu, Sevcan Batı, Elif Ongan Tekçe, Işıl Karabulut, Gizem Kurtulmuş, Mürüvet Esra Yıldırım. Bu genç yazarlara devamlı yenilerinin katılmasına önayak olan ‘Yeni Metin Yeni Tiyatro Projesi’ için Yeşim Özsoy ayrı bir tebrik ve teşekkür hak ediyor.
Bu yazıyı sadece belleğime güvenerek çalakalem yazdım. Bellek, hele benim yaşımda bazen hata yapabiliyor. Unuttuğum isimlerden özür dilerim; bilsinler ki hepsinin adını anımsamasam bile yaptıkları işleri çok beğenmişimdir.
Son olarak tiyatronun mutfağından sıradan seyircinin pek tanımadığı ancak metinle yönetmen arasında önemli bir halka oluşturan dramaturglarımızın büyük çoğunluğunun kadın olduğunu, erkeklerin çoğunlukta olduğu ışık tasarımındaysa en önemli yaratıcının, ışığın dramaturgu, aydınlatmanın büyücüsü Ayşe Sedef Anter olduğunu da belirteyim.
Çağcıl tiyatromuzun temel taşları, muhteşem kadınlarımıza sevgilerle…