Cumhuriyet’in 100. yaşını kutladığımız bu sene, sekiz senedir Fransa muhabirliğini yaptığım Şalom gazetesinde ilk kez kişisel bir yazı yazıyorum. 15 senedir diasporada yaşayan bir kadın olarak doğduğum, kimliğimi oluşturmaya başladığım, lise sona kadar eğitimimi aldığım, ailemin, köklerimin olduğu ülkenin temel değerlerine orada yaşamadan da sahip çıkmanın öneminin farkında ve bilincindeyim. İnsan, nereye giderse gitsin, hangi koşullarda göç etmiş olursa olsun beyninde ve kalbinde doğduğu yeri her zaman taşıyor. Orada olan her şey bazen üzüntü, bazen de mutluluk gözyaşları olarak gözlerden süzülüyor.
Ailem, dünyanın farklı yerlerinden, farklı kültürlerinden gelmiş kişilerden oluşuyor. Türkiye’de yaşayan çoğu insan gibi... Anne tarafım, Kafkaslardan Çerkez bir aile, baba tarafım ise Lofça, Drama’dan gelmiş mübadil bir aile. Yani, ailede göç, yeni topraklarda aidiyet duygusunu geliştirmek, geleneklerini devam ettirmek bir gelenek. Önceki nesillerden farklı olarak, ben kendi isteğimle göç ettim; koşullarım daha rahattı ve doğduğum yerle bağım kesintisiz devam ediyor. Ayrıldığın her yerden bir şeyler almak, taşımak ve vardığın yerde bunlara yenilerini eklemek... Nesillerdir taşıdığımız şeyler maddi değil daha çok manevi değerlerimiz oldu.
Farklı kültürler, geleneklerle yoğrulsam da hepsinin ortak noktası eğitime, gelişime ve hayatta daima dik durmaya verilen önem. Bütün bu kültürel miras, nesilden nesle ve özellikle de kadınlar arasında aktarılan bir olgu. Babaannem ve anneannem ile benim olduğum nokta arasında farklar var. Bir tarafta genç Cumhuriyet yıllarında eğitim almış ve o zamanın toplumsal normlarına göre yetişmiş, kendi gerçekleştiremediği hayalleri çocukları, torunları gerçekleştirsin diye uğraşan bir nesil. Diğer tarafta ise daha rahat bir dönemde doğmuş, kendini bulmasına ve istediklerinin peşinden gitmesine imkan verilmiş genç bir kadın var. Bana bu imkanı veren ise Cumhuriyet değerleriyle yoğrulmuş, özgürlüklere önem veren bir ailede doğmuş olmak. Kadınlar güçlü olmalı, iyi bir eğitim almalı, ekonomik özgürlükleri olmalı ve en önemlisi de herkes elinden geldiği kadar imkanı doğrultusunda birilerinin elinden tutmalı ve yardımcı olmalı fikirlerinin egemen olduğu bir ailede yetiştim.
Cumhuriyetin’in ilanıyla, siyasi ve toplumsal düzeydeki devrimle beraber Türk kadını özgür bir kimlik kazandı. Atatürk bu hakları (boşanma, velayet, seçme ve seçilme hakkı) kadınlara birçok Avrupa ülkesinden daha önce tanıdı. Bu noktada kadınların mücadelesinin de altını çizmek, kadınların edilgen durumdan sıyrılması ve hakkaniyetli olmak açısından önemli.
Her birimiz sosyo-kültürel yapımıza, ailemize, taşıdığımız miraslara bağlı olarak hayatımızı mücadeleyle geçiren bireyleriz. Kimimiz daha şanslı doğuyor, kimimiz temel haklarından bile yoksun olarak. Türkiye’nin her bir kadınına, mücadele eden, mücadele edenin elinden tutan herkese dayanışmayla sarılıyorum. İyi ki doğdun laik Türkiye Cumhuriyeti, ömrün uzun olsun.
Bu vesileyle ilk baskısı 29 Ekim 1947’de Cumhuriyet’in Şalom gazetesinin de 77. yaşı kutlu olsun, uzun ömürler.