Üç haftalık bu yazı dizisinde, tarihin üç farklı döneminde yaşamış ve üç farklı inancın misyonerliğini yapmış, fakat aynı Yahudilik dini kökeninden gelen üç seyyah ve toplum önderinden bahsedeceğim. Bu yazıları takip edecek olursanız, bu meşhurların arasındaki birçok benzerliğin farkına siz de varacaksınız. Serinin ilk yazısına kronolojik sıralamaya göre başlıyorum.
Roma İmparatorluğu’nun Kilikya Eyaleti bugünkü Mersin’dedir. Bu eyaletin başkenti Tarsus’tu.
MS 5 yılında Tarsus, döneminin Roma İmparatorluğunda önde gelen kültür, eğitim, felsefe merkezlerinden biriydi ve çok iyi okullara sahipti. Bu tarihte burada Şaul Ha Tarsi (Tarsuslu Şaul) doğdu.
Adından da anlaşılacağı gibi doğan çocuk Yahudi bir ailedendi. Ailesi Roma vatandaşlık hakkına sahip büyük bir çadır üreticisiydi. Genç yaşında eğitim için gittiği Kudüs’te din ve teoloji eğitimi aldı. Onu, Sanhedrin olarak adlandırılan, Yahudi yüksek kurulunun önde gelen bir otoritesi olan, Ferisi Yahudilerinden Raban Gamaliel Hazaken büyütmüştü. Şaul’a Yahudi hukukunu ve öğretilerini aktaran hocası olarak bilinir. Gamaliel, Ferisi Ekolünün mensubu Yaşlı Hillel’in torunuydu. Bu dönemde Yahudilik’teki iki büyük düşünce ekolü mevcuttu; biri, Hillel’in öğretim yöntemi, diğeri ise rakibi olan Şammay idi. MS 70’te Süleyman Mabedi yıkıldıktan sonra, Bet Hillel (Hillel’in Evi), Bet Şammay’a (Şammay’ın Evi’ne) tercih edildi. Mabedin yıkılmasıyla, tüm mezhepler yok oldu ve Hillel’in Evi Yahudiliğin resmi devamı oldu. Bet Hillel’in ortaya koyduğu kararlar genellikle, Talmud’un temeli olan Mişna’daki Yahudi kanununa esas olmuştu.
Konuyu daha fazla dağıtmadan Şaul’e dönecek olursak… Hocasından aldığı dini yazıları öğrenmenin yanı sıra, Şaul Yunan filozoflarını da inceledi ve yaşamın mutluluğa giden yolu erdemli bir şekilde kabul etmesini savunan Stoacı filozoflarla tanıştı. Yeni yayılmaya başlayan Hıristiyanlığa karşı duruşu ile biliniyordu. Bir süre İsa’ya inananları caydırmaya çalıştı ve bu konuda başarılı da oldu. Hatta daha ileri giderek bu amaçla şiddet eylemlerine de katıldı ve Aziz Stefan’ın taşlanarak katledilmesinden, kışkırtıcılığı sebebiyle sorumlu tutuldu. Şaul, hayatının bu döneminde Hristiyanlığa karşı durmasının sebebi, kurtarıcı Mesih olarak görülen İsa’nın, eğer bir dinin peygamberi ise, bu sıfatıyla çarmıha gerilip öldürülmesinin mümkün olamayacağı düşüncesiydi.
Üstlendiği bir görevle, Şam’a kaçan Hristiyanların peşinden giderken rüyasında Hz. İsa’yı görmesiyle tüm inanç ve dünya görüşü değişti. Bu olay ile Şaul görme kabiliyetini yitirdi. Üç gün sonra Şamlı Hananya, Şaul’a şifa vererek gözlerinin tekrar görmesine vesile oldu. Şaul, başından geçen bu yolculuktan sonra Hristiyan olmaya karar verdi ve bunun sebebi olarak, Meryem oğlu İsa’nın kendisine göründüğünü söyledi. Hristiyan olduktan sonra Şaul adını Paul olarak (Pavlus) değiştirdi.
İlk Yahudi misyoner
O günden itibaren Pavlus, Nasıralı İsa’nın, İsrailoğulları'nın beklediği mesih ve aynı zamanda da Tanrı’nın Oğlu olduğu yönünde insanlara vaaz etmeye başladı. İsa'nın vaazlarını ve öğretilerini pagan inanışındaki Roma dünyasına öğreten ilk Yahudi din adamı, misyoner, elçi ve havari olarak nam salmaya başladı. Pavlus Hristiyanlığın Yahudilikten ayrı müstakil bir din haline gelmesi konusunda en önemli rolü üstlenmiştir. Bu gayretleriyle Hıristiyan kilisesinde önemli bir yere sahip olmuş ve St. Pier ile birlikte kilise kurucusu olarak kabul görmüştü.
İstanbul’daki en meşhur Latin kiliselerinden biri, Galata’da, Sen Jorj Hastanesi ve Okulunun hemen yakınında bulunan St. Pierre ve St. Paul Kilisesidir. Bu kilise Perşembe Pazarı içerisindeki, eskiden Dominiken mezhebine ait ve İstanbul’un Osmanlı egemenliğine geçmesi ile camiye çevrilen, bilinen adıyla Arap Cami, yerine inşa edilmiş olan bir kilisedir. Koyu lacivert gökyüzü üzerinde altın renkli yıldızlarla bezenmiş kubbesi görülmeye değerdir. İşte bu muhteşem ibadethane de Aziz Pavlus adına İstanbul’da inşa edilmiş bir eserdir.
Haberci ve yolculukları
Pavlus, Roma’da esir edilip ölünceye dek bu dini yaymak için çalışmış, bu arada Roma İmparatorluk topraklarının büyük bir bölümünü kat etmeyi başarmış, ‘Haberci’ olarak geziler gerçekleştirmişti. Daha çok Anadolu’nun batısını kapsayan bu gezilerinin son ikisinin Yunanistan, Adalar ve Roma’yı kapsadığı bilinmektedir. İlk gezisinde deniz yoluyla Samandağ-Seleukeia Pieria üzerinden Kıbrıs’a ve oradan Baf Limanından Perge’ye ulaşmıştı. Kara yoluyla devam ettiği bu yolculuğunda önce Yalvaç’a, (Pisidya Antiokheia’sı) oradan Konya’ya, (İkonion) daha sonra da Hatunsaray (Lystra) üzerinden Derbe’ye gitmişti. Kısa süreler içerisinde bu kentlerin bazılarını yeniden dolaştıktan sonra Perge’ye dönmüştü. Buradan gemiyle Samandağ’ına, oradan da Antakya üzerinden Kudüs’e gitmiş ve ilk yolculuğunu böylece tamamlamıştı.
Koyu bir Yahudi iken, İsa Mesih’in rüyasından kendisine seslendiğini ve bu yeni dine inandığını belirterek Kudüs’e giden Pavlus havariler tarafından şüphe ile karşılanmıştı. Ancak azizlerden biri olan Barnabas onun hakkında şahitlik ederek cemaate alınmasını sağlamıştı. Bu yakınlaşmanın sebebi muhtemelen Barnabas ile Pavlus’un, Tarsus ve Kudüs’te birlikteyken Raban Gamaliel’in öğrencisi ve iki eski arkadaş olmalarından kaynaklanır. İlk Hristiyan cemaati içinde aktif görev üstlenen Barnabas cemaat temsilcisi olarak Antakya’ya gönderilip orada bu yeni dini yayma faaliyetine katılmıştı. Oradayken Pavlus’u aramak için Tarsus’a gitmiş ve onu bularak Antakya’ya getirmişti. Bir yıl boyunca beraberce Antakya’da bu yeni dini tebliğ etmişlerdi. Kudüs’te baş gösteren büyük bir kıtlık esnasında Barnabas ve Pavlus Antakya Hristiyanlarının maddi yardımlarını Kudüs’e götürmekle görevlendirildiler.
MS 50-53 yıllarında ikinci gezisine yine bir Roma vatandaşı Silas eşliğinde Antakya’dan başlamış ve Luka’nın da katılımıyla Anadolu üzerinden Truva’ya, oradan da Mekadonya’ya ulaşmıştı. Bu arada Filibe, Selanik ve Veroia’da yeni kiliseler kurmuştu. Tehlikeler artınca Atina üzerinden Korint’e geçip burada iki yıl beklemişti. Bir sonraki gezisine ise, MS 53 yılında çıkmış ve Efes üzerinden Ege adalarına ve Yunanistan’dan yine Makedonya’ya ulaşmıştı.
Bu çalışmalarıyla Paul daha çok İncil’i uluslara müjdelemeye gönderilmiş bir haberci olarak tanınmıştı. Dahası Tarsus’ta ve Kudüs’te aldığı iyi eğitim sayesinde edindiği üstün vasıflarla başarılı olmuş ve Hıristiyan dinine yaptığı hizmetlerinden dolayı da “Tarsuslu Paul” olarak kutsanmıştır.
Pavlus, Hristiyanlığı, Yahudi topraklarından başlayarak dışa yaymaya çalışmış; bu çabalarının sonucu olarak günümüz Avrupa’sının Hristiyanlaşmasında ismi geçen en büyük havari olmuştur. Pavlus misyonerlik faaliyetleri çerçevesinde, Yeni Ahit İncili’nin de içeriğine esas olacak, farklı cemaatlere yazdığı 14 mektubu ile bilinir. Bu mektupları Aramca, Yunanca ve İbranca olarak, Romalılara, Korintlere, Galatyalılara, Efeslilere, Filipelilere, Selaniklilere, İbranilere, Timoteos’a, Titus’a ve Filimon’a yazmıştı. MS 30 ila 50 yılları arasında Anadolu Yarımadasında ve Güney Avrupa'da birçok Hristiyan cemaatleri kurmuştu. Bu yüzden tarihçiler arasında Apostolik Çağın en önemli bir figürü olarak kabul edilir.
Pavlus’un çağdaşı olan Antik Çağ’ın meşhur Yahudi tarihçilerinden İskenderiyeli Titus Flavius Josephus veya doğum ismiyle Yosef Ben Matityahu, Pavlus’un fikir ve öğretilerinden etkilenenler arasındaydı. Pavlus, aziz unvanıyla MS 67 yılında, esir olarak Roma’da ölüme mahkûm edildi.
Haftaya değineceğim sonraki kişi, Aziz Paul’den yaklaşık on asır sonra yaşamış ve seyahatleri ile Sefaradik Yahudiliğe büyük katkılarda bulunmuş Tudelalı Benjamin olacak. Takipte kalın.
Devam edecek
Bu bölüme ait resim galerisi:
İstanbul Kariye Müzesindeki (Chora Kilisesi) St. Paul mozaiği
Galata’da bulunan St. Pierre ve St. Paul Kilisesi
İtalyan Rönesans ressamı Michelangelo’nun 1542’de yaptığı ve Vatikan Paolina Şapeli’nde bulunan fresk tablosu “Conversion of Saint Paul” (Aziz Pavlus’un Dönmesi)
St. Paul’un yaptığı misyonerlik gezilerinin güzergahları
Alman çizer ve grafik sanatçısı Julius Schnorr von Carolsfeld (1794 – 1872)’in 1860’ta tamamladığı ahşap baskı gravürü “Aziz Pavlus’un Roma’da ölüme mahkum edilmesi”