Sene 2005, aylardan ağustos. Dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan tatilini geçirdiği Ekinlik Adasında balık tutmaya gidiyor…
Tayyip Erdoğan, Özal’dan bu yana balık tutan ilk başbakandı.
Peki balık tutması neden önemliydi?
Normalliğin işareti de ondan. ‘İnsaniyete’ işaret eder. Normal bir insan ile karşı karşıya olduğumuzu anlatır. Tıpkı futbol oynaması gibi…
Peki normallik neden önemli?
Çünkü normalin üstündeymiş numarası yapıp burunları mediokrasiden çıkmayanlar yordu memleketi.
Çünkü; balığa gidebilen normal insanlar, “Ferdi Tayfurculardan” daha iyi ‘siyasi kararlar’ alabiliyor da ondan…
Demokraside ‘normal’ insanlar başbakan ya da cumhurbaşkanı olur. Eğer o başkan ‘normal’ ise, o rejim de ‘normal’dir…
***
Gelelim ‘normal’ bir valiye…
Davut Gül’ün daveti ‘normalleşen’ bir halk davetiydi.
Haliç Tersane’de yapılan Valiliğin düzenlediği Cumhuriyet’in 100. yıl kutlamasına katıldım.
Vali herkesi girişte karşıladı. Haliç Tersane’nin dönüştüğü şahane hal bambaşka bir yazı konusu. Fakat şehrin göbeğinde yeni nefes alanları hakikaten insanın içini açıyor.
Vali Davut Gül’ün eşi Gülden Gül zarif ve bir o kadar da nazikti. Tek tek insanlarla ilgilenmeye gayret ettiler. Ne kapıda akreditasyon ıstırabı yaşandı ne de kimse “efendim isminiz yazmıyor” muamelesine maruz kalmadı. Kraldan çok kralcıların volta atmadığı bir geceydi sanki... Tıpkı Cumhuriyet gibi kapıları gelmek isteyenlere açıktı.
“Çok önemliyim” diye gezenler değil, normal insanların sohbetiydi. Bir Gülben Ergen vardı, “ben çok önemliyim” edasıyla ortamı turlayan…
Davet alanına Davut Gül ve eşi Gülden Gül ile selamlaştıktan sonra geçtim.
Hani sosyal medya fütursuzluğuyla anlatmak gerekirse, laik teyzeler de vardı, başörtülü mütedeyyin teyzeler de. Birbirinden alakasız diyebileceğiniz tüm profiller salınıyordu. Ki bence asıl olması gereken de buydu. Herkesin kapsandığı, normalleşmiş bir Türkiye’nin davetiydi İstanbul’daki Valilik organizasyonu. Bu anlamda Davut Gül’ü tebrik etmek gerekiyor.
İçeriyi biraz gezdikten sonra Ekrem İmamoğlu ile selamlaştım. Malum 4-5 Kasım’da CHP Kurultayı var. Ayaküstü onu konuştuk. Elbette o arada iyi dileklerini sıraladı.
“Değişmeyen tek şeymiş gibi duran CHP Genel Başkanlığı umarım değişir” dedim. Çünkü bu konuda netim.
CHP Genel Başkanlık koltuğu; ‘kendi hayatında o koltuktan başka tutunacak dalı olmayanların’ yeri değildir. Koltuğunu devretme kibrini güdenlerin değil, seçilerek gelenlerin yeri olmalıdır. Tüm bunları söyleyecek kadar sakin bir ortam değildi elbette. O vesile yazıyorum. Çekinmeden…
Ekrem İmamoğlu ile kısa sohbetin ardından tam diğer bölüme yönelecekken az ileride eşi Dilek İmamoğlu’nu gördüm. Çok şıktı. Denk gelememiştik bir türlü, ilk kez tanıştık. 20 küsur senelik gazeteciyim. Sayısız siyasetçi eşiyle tanıştım. Dilek Hanım’ın cool ve doğal tavırları ilgimi çekti. Böyle müdanasız ama bunu da gayet doğal haliyle taşıyan kadınlar vardır. Benim nadir tür dediğim. Kendisi tam olarak öyleydi. Birinin eşi olmanın değil, kendi şahsiyeti olan kadınlardan.
Dilek İmamoğlu
Şöyle anlatıyım hakikaten hem siyasetin içinde, hem eşler cephesinde kadınların dik duruşuna çok ihtiyacımız olan dönemlerdeyiz. Sadece Dilek İmamoğlu için söylemiyorum. Ama erkeklerin siyaset oyunu, günden güne umutsuzluklar sarmalını arttırırken her alandaki kadınlarımız Allah aşkına duruma artık bir el atın artık!
O yüzden cesur, dik duruşlu ama bir Meral Akşener edasıyla asla değil ‘soft power’ kadınlara fazlasıyla ihtiyacımız var.
Bu kadınlardan başka biri de o gece tanıştığım, Nazan Kurtan. Kendisi Çatalca, Binkılıç Mahalle Muhtarı. Üzerinde kendi ördüğü al bayrak hırkası şahaneydi. Organik tarım yaptığını anlattı. Çalışkan, herkesle seve seve konuştu o gece. Beldesini anlattı. Girişimci. Arı gibi beldesi için çalıştı o gece.
Nazan Kurtan
Özetle tıpkı başladığım yerden bizim balık tutan siyasetçilere ihtiyacımız var. En normalinden. Böylece bize balık dağıtmasına da gerek kalmaz…