Burcu Sunar Cankurtaran
Mois Gabay’ın ekim ayında, tam da Cumhuriyet’in 100. yılını kutladığımız ayda yayınlanan “Yahudi Olmak Atatürk’ü Sevmeye Engel mi?” başlıklı yazısı, okuduğumda epey içime oturmuştu. Cevabı aşikâr olan bu sorunun sorulmak zorunda kalınmasına giden yol öyle uzun, öyle çetrefilli ki, burada kapsamlı bir tartışma yapmak elbette zorlu bir işe girişmek olur. Fakat en azından birkaç tarihi anekdotu hatırlatmak amacıyla, bu konu üzerine yazmak istiyorum.
I. Dünya Savaşı ve Milli Mücadele yıllarının dinamikleri, doğal olarak, Osmanlı İmparatorluğu’nun Yahudileri için de geçerliydi. İşgal varsa tüm tebaa için vardı; yoksulluk, baskı, çeşitli adaletsizlikler, yarının ne olacağı konusundaki belirsizliğin verdiği karamsarlık, tüm tebaa için geçerliydi. Vatan, ulus-devlet, vatandaşlık gibi kavramlar bu topraklarda daha yeni yeni filizlenmeye başlayacaktı. Atatürk’ün liderliğinde önce işgalleri bitirmek, sonra da yeni bir düzen kurmak için elini taşın altına sokanlar arasında, yine doğal olarak, Yahudiler de vardı. Özellikle 15. yüzyılın sonlarından itibaren İber Yarımadasından göçerek gelen ve yüzyıllardır Osmanlı topraklarında yaşayan Yahudiler, kendilerine vatan olarak bu toprakları bilecekler, Osmanlı toplumunu oluşturan diğer gruplarla birlikte, o zorlu savaş ve kuruluş yıllarında, bu topraklar için mücadele vereceklerdi.
İstanbul Üniversitesi’nde Doğu Halklarının Eski Tarihi kürsüsünde profesör olarak görev yapmış olan ve 1943’te Niğde milletvekili seçilen, 1873 doğumlu Avram Galanti, mutlaka değinilmesi gereken çok önemli Yahudi aydın ve vatanseverlerden biri. Türkler ve Yahudiler konulu pek çok çalışmanın yazarı olan Galanti, Yahudilerin Türkçe konuşmasının önemini hem yazdıklarıyla, hem de içine dâhil olduğu çeşitli teşkilatlanmalarla çok kez göstermiş bir Türk Yahudi’si. Fransızca ve İspanyolca konuşan ancak Türkçe konusunda mahir olmayan Türk Yahudilerinin Türkçeyi öğrenmelerinin, Türk toplumuyla ilişkilerini derinleştireceğini, hem toplumsal hem de siyasi olarak iki toplumu yakınlaştıracağını düşünen Galanti, yine yazdıklarıyla, Yahudi cemaatinin Osmanlı ve Türk devletlerine olan bağlılığını da defalarca göstermiş biri. Atatürk’ü destekleyen, Kurtuluş Savaşı’nda çeşitli toplantılara katılan ve günlük basın bültenlerinin çeviri görevini üstlenen Galanti, aynı zamanda Osmanlı yönetiminin de yakından takip ettiği bir kişi. Öyle ki, Halife Abdülmecit, 1922’de, Osmanlı’nın haklı davası ve tarihi gerçeklerin anlatılması konularındaki azimli ve samimi tutumu nedeniyle, Galanti’ye ithaflı ve imzalı fotoğrafını vererek taltif eder.
Yahudilerin ‘Türkleşmesi’ konusu, kendi içinde birtakım fikir ayrılıkları taşısa da, konu üzerine yazılanları takip ettiğimizde, 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında yaşamış Osmanlı/Türk Yahudi aydınlarının, yaygın şekilde, devlete sadakat ve toplumla bütünleşme temalarını öne çıkardıklarını görüyoruz. Belki de bu ülküsünde en ileri giden isim olan, sonradan Munis Tekinalp adını alan Moiz Kohen’in de İstanbul Üniversitesi’nde ders verdiğini, Türkleşme temalı çeşitli derneklerin kuruluşunda yer almış, Kemalizm’e bağlı bir gazeteci olduğunu biliyoruz. Tekinalp’in bir grup Yahudi ve Türk aydınıyla beraber kurduğu derneklerden biri de Milli Hars Birliği. Bu birliğin kuruluşunda yer alan isimlerden Ferit Aseo’ya dair bir anekdot, Avram Galanti’nin Türkler ve Yahudiler kitabında, “İzmir’de ateşkes sırasında İzmir Musevi cemaatinin vatana olan bağlılığını gösteren olaylar” başlığı altında şöyle anlatılır (s.61):
“İzmir’in Yunan askeri tarafından işgal edildiği gün, İzmir’de bir topluca öldürme, bir kırım başlangıcı gerçekleştiği bilinmektedir. O gün, İzmir İtibarı Milli Bankası Şubesi Müdürü Alber Ferid Aseo, rıhtım üzerinde bulunan bu bankanın para ve değerli evraklarını, her ihtimale karşı, bankanın arka tarafında bulunan Osmanlı Bankası’nda sakladıktan sonra, yerine dönmüş ve bütün memurlarıyla Yunan askerleri tarafından rıhtım üzerinde yapılan kötülükleri bankadan seyrediyordu. Her ihtimali düşünmüş ve her önlemi almış olan Aseo, o gün erkenden, İzmir Liman Başkanlığı görevini yapan İtalyalı bir dost subaydan, denize bakan bankanın karşısına, kendisi için İtalyan bandıralı bir sandal göndermesini rica etmişti. İtalyan sandalı bankanın önünde her ne kadar bekliyor idiyse de, rıhtımı ateş ve kan seli içinde bırakan Yunan askerlerinin arasından geçmek hemen hemen imkânsızdı. O sırada Aseo, kendisine İtalyan subayı süsü vererek Yunan subaylarıyla İtalyanca konuşmaya başlamış ve bundan yararlanarak, orada bekleyen sandala atlayarak Duilio zırhlısına gitmişti. Aseo, rıhtımda geçen bu kanlı olayları gemi süvarisi Albay Maliano’ya anlatmış ve Yunanlıların bu hareketlerine bir son verilmesi için aracı olmasını kendisinden istemiştir. Süvarinin, pek çok yerinden yaralanıp denize atılmış bir Türk subayının İtalyan sandalları tarafından kurtarılarak gemi hastanesinde tedavi altına alındığını söylemesi üzerine, Aseo yaralının yanına gitmiş ve onun ‘Zito Venizelos’ diye bağırmak istemeyen Aydın demiryolu hattı komiseri Kaymakam Kemal Bey olduğunu görmüş ve kendisini teselli etmiştir. Gemi süvarisi Maliano, hemen limanda bulunan İngiliz filosu komutanı Amiral Galtrop’un yanına giderek durumu anlatmıştır. İngiliz amirali, limanda bulunan Fransız filosunun en yüksek rütbeli subayını davet etmiş, üç devletin deniz kumandanları, bu yürekler acısı kırıma hemen son verilmesini Yunan askeri kumandanından istemişler, aksi halde bütün sorumluluğun Yunanistan’a ait olacağını da ayrıca bildirmişlerdir. O günün akşamı bu notayı alan Yunan askeri kumandanı kırımın önünü almıştır. Bu olay bütün İzmir’ce bilinmektedir.”
Yahudi olmak Atatürk’ü sevmeye engel mi? Belki biz sonraki yazılarda da bunu konuşmaya devam ederiz, ama dilerim ki bir daha böyle sorular akıllara düşmek zorunda kalmaz.
Not: Yazıdaki bilgiler büyük ölçüde Rıfat Bali’nin çalışmalarından derlenmiştir.