“Belki zaman içinde yolculukları, uzay yolculukları kadar kolaylaştıran bir zaman kavramına yaklaşıyorduk, belki de sonunda varacaktık.” John Bernal
Takvimler 2023 yılını göstermektedir. Avrupa’nın genelinde olduğu gibi İngiltere'de de Müslüman ve göçmen karşıtı aşırı sağcı hareketler kuvvetlenmiştir…
Takvimler 1941 yılını göstermektedir. II. Dünya Savaşı iyice kızışmıştır. Avrupa genelinde antisemitizm hareketleri hızla yükselmektedir. İngiltere de bundan nasibini alırken Londra neredeyse her gece Alman güçlerinin bombardımanları altındadır…
Takvimler 1890 yılını göstermektedir. Victoria dönemi İngiltere'sinde sınıflar arasındaki ayrım derinleşmekte, eşcinsel kimlikler varlığını yer altında sürdürmektedir. Jack the Ripper sokaklarda terör estirmektedir…
Ve takvimler 2053 yılını gösterirken İngiltere’de yapay zekânın, yüksek teknolojilerin hâkim olduğu, herkesin fütüristik bir görünüme sahip olduğu bir zaman yaşanmaktadır…
Tüm tarihlerde ortak olansa Londra'nın West End bölgesinde Longharvest isimli dar bir sokakta bulunan bir erkek cesedidir. Bulunan adamın sağ kaşının üzerinde bir kesik, sol el bileğinin üstünde birbirine paralel üç çizgiyi tam ortadan kesen yatay çizginin bulunduğu tuhaf bir sembol vardır. Ceset çırılçıplaktır ve sol gözünden vurulmuştur. Aynı cesedi 2023 yılında bulan kişi Whitechapel karakolunda görevli Müslüman polis Sharara Hasan’dır (Amaka Okafor). 1941 yılında bulan kişi Whitechapel karakolunda görevli Yahudi polis Karl Weissman ya da İngilizce adıyla Charles Whiteman’dır (Jacob Fortune-Lloyd). 1890’da bulan kişi ise vicdanı, cinsel yönelimiyle işi ve ailesi arasında kalmış olan Whitechapel karakolunda görevli polis Alfred Hillinghead'dir (Kyle Soller). 2053’te aynı cesedi bulan kişi ise Whitechapel karakolunda görevli engelli polis Iris Maplewood’dur (Shira Haas).
Şubat 2021’de hayatını kaybeden çizgi romancı ve yazar Si Spencer’ın yazdığı romandan uyarlanan Netflix'te Ekim 2023 tarihinde yayına giren yeni dizi Bodies’in hikâyesi böyle başlar. Sekiz bölümlük bir mini dizi olan yapım, seyirciyi etkileyici bir zaman yolculuğuna çıkarır! Paraya, yönetime, güce ve geleceğe hükmetmek isteyen, zamanı kendi lehine çevirmek isteyen bir örgüt ve bu örgütle mücadele eden kahramanlar! Yine birileri yazmış ve birileri de kehanetlerin havada uçuştuğu bu dönemde diziyi yayına vermiş! Ah şu eşzamanlılıklar! Hayat ne güzel tesadüflerle (!) dolu öyle değil mi?
Peki, gerçekten zamanda yolculuk mümkün mü? Ve eğer bu mümkünse dünyada dini, ekonomik ve siyasi güç için mücadele eden bireyler, örgütler, ülkeler zamanı kendi lehlerine çevirmek üzere manipüle etmek istemezler miydi? Belki de şu anda dünyanın farklı yerlerinde yaşanan savaşların, yıkımların, zulümlerin arkasında zaman döngüsünün bilincinde olan bireyler ve örgütler vardır. Siz ne dersiniz? Gelin bu soruların cevaplarına beraber bakalım. Eğer zamanda ve mekânda yolculuk yapmaya hazırsanız kemerlerinizi bağlayın! Merak etmeyin ilk ve ikinci durağımız yakın tarih! Sizleri dizimizdeki cesedin akıbeti beklemiyor! Tabi henüz gücü elinde bulunduranlar dünyayı topyekûn bir yıkıma sürüklemeye karar vermedilerse!
İlk durağımız Avustralya. Hiç lafı uzatmadan ilk bilgiyi verelim: ‘Classical and Quantum Gravity’ adlı bilimsel dergide yayınlanan makaleye göre “Avustralyalı bilim insanları mantıksal bir paradoksu çözerek, zamanda yolculuğun matematiksel olarak mümkün olduğunu kanıtladıklarına inanıyor.” Basitçe Einstein’ın ünlü genel izafiyet teorisi ile dünyanın klasik dinamiği arasında, büyükbaba paradoksu denen önemli bir paradoks bulunuyor. Einstein’ın teorisinde, teorik olarak zamanda geriye giderek büyükbabanızı öldürdükten sonra hâlâ var olabileceğinize dikkat çekilir; oysa klasik dinamikler böyle bir şey yaparsanız var olamayacağınıza dikkat çeker. Oysa yapılan son araştırmalar gösteriyor ki, herhangi bir paradoks olmaksızın, zaman yolculuğu yapmak mantıksal açıdan mümkün. Yani büyükbabanızı öldürseniz bile var olmanız mümkün!
Günümüzde bu yolculuğun mümkün olduğu bilimsel olarak ifade edilirken acaba geçmişte bu yolculuğu yapmaya çalışmış örgütler var mıydı? Cevap: Evet! Kuruluşunda Osmanlı Türkiye’sinden edindiği bilgilerle Almanya’ya dönen Rudolf Von Sebottendorf’un yer aldığı Nazi Almanya’sında en aktif Thule Örgütü, bir tür Zaman Gezginleri Örgütü idi! Amaçlarına gelince; zamanda gidip gelen üstün yaratıklarla ilişkiye geçmek, üstün bir ari ırk oluşturmak, Hıristiyanlık öncesi antik Alman kültürünün yeniden uyandırmak, böylece dünyanın yazgısını değiştirmekti. Naziler, zaman yolculuğu teknolojisini siyasi amaçlarla kullanmak istemişlerdir. Örneğin zaman yolculuğunun fazla uzak olmayan bir zamanda başlayacağı, bu amaçla ışık quantlarının bulunması gerektiği, bu konuda her şeyin Thule’ye bağlı bilim adamlarının yapacağı deneylere bağlı olduğu gibi bilgilerin varlığından da bahsetmişlerdir. Ne enteresandır ki bu örgüte bağlı bilim adamları daha sonra sizlere diğer yazılarımda bahsettiğim ‘Project Paperclip’ çalışması kapsamında ABD’ye götürülerek çalışmalarını sürdürmüşlerdir.
Thule Örgütü mensubu olan bu bilim adamları elektromanyetik alanlar içinde cisimleri geçmişe ve geleceğe doğru yürütebileceklerini düşünüyor ve bu alanda ABD gözetiminde çalışmalarını derinleştiriyorlardı. Philadelphia Deneyi, Montauk Projesi gibi önemli projeler bu süreçten sonra hız kazanıyordu! İşin ilginç yanı ise bundan sonraki gelişmeler sıradan halkla hiç paylaşılmıyordu! İşte tam da bu noktada tekrar soruyorum, gerek dinsel metinlere, gerek paraya ve güce en sonunda da bilime hükmeden birileri kendi çıkarları uğruna doğal akışında ilerlediğini düşündüğümüz zamana da müdahale ediyor olabilir mi? Ne dersiniz?