Endülüs´ün durakları Sevilla, Cordoba, Granada ve Malaga´yı gezerken hem tapınak, hem cami katedral, hem de görkemli sarayları gördük. Endülüs´ün kendine has damak çatlatan yemeklerini tattık, müziklerini dinledik.
Lizbon’dan başladığımız Endülüs gezimizin ilk durağı Sevilla’ya doğru yol alırken ilk uğradığımız yer Evora Su Kemerleri ve Evora Giralda Meydanı oldu. Rehberimiz yolda yürürken çimlerin üzerindeki papatyalardan toplamamızı ve elimizde tutmamızı söyledi. Buradan yürüyerek Diana Tapınağına geldik. Tapınak hakkında genel bilgileri verdikten sonra birkaç gün sonra kutlayacağımız evlenme yıldönümümüz için kutlamaları başlatıp ‘Papatya gibisin beyaz ve ince’ tangosu ile dans ederken üzerimize papatyaları yağdırdılar. Eşimle bana çok hoş bir sürpriz olmuştu.
Sevilla yolu üzerinde öğlen yemek molasını Varan tesisleri gibi bir yerde verdik. Rehberimiz buranın bütün yemeklerinin çok lezzetli olduğunu söyledi. Biz üstüne konan parmesan peyniri ile harika bir spagetti yedik. Yemek sonrası otelimize varmadan yine bir sürpriz yaptı rehberimiz. Maria Luisa Parkında otobüsü durdurup bizleri parka soktu. Diğer bir adı Güvercinler Parkı idi. Güvercinlere yem verirken çevremizi sarmaları, kollarımıza, başımıza, omuzumuza konmaları çok keyifli kahkahalar atmamıza vesile oldu.
Buradan Plaza de Espana’ya geçtik. Ancak akşam parkta bir konser olacağından vardığımız saatlerde hazırlık yapılıyordu ve bizi parka almadılar. Rehberimiz bu parkın mutlaka görülmesi gereken bir mekân olduğunu belirtip ertesi gün tekrar gelmeyi düşündüğünü söyleyerek bizleri otele getirdi. Akşam Şabat yemeği için saat 8.00’de randevulaştık. Otelin yemek salonunda hep birlikte önce Arvit duamızı sonra da Kiduş duamızı yaptık. Önceden belirlenen şefin salatası, sebze garnili somon balığı ve tatlıdan oluşan menümüzü yemek için masalara geçtik. Keyifli bir Şabat yemeğinin ardından bardaki salonda oturup kahvelerimizi, sohbet eşliğinde içtik.
‘Çanlar Kimin İçin Çalıyor’un yazıldığı şehir Ronda
Ertesi sabah kahvaltısı sonrası Sevilla’daki turumuz Ronda ile başladı. Şehrin güvenliği için savunma amaçlı, deniz seviyesinden 700 metre üzerinde kurulmuş bu kasaba, mimarisi ve coğrafi yapısıyla gelenleri büyülüyor. Köprünün en önemli özelliği esir askerlerin buradan nehre atılmış olmaları. Boğa güreşlerinin yapıldığı Arena, Casa del Rey Moro, Palacio Mondragon Ronda’nın görülmesi gereken mekanları. Ernest Hemingway, ‘Çanlar Kimin İçin Çalıyor’ adlı romanının sahnelerini Ronda’da yazmış.
Buradan merkeze gelip öğlen yemek molası verdik. Harika kafeleri olan küçük, şirin bir kasaba Ronda. Öğlen yemek tercihimizi bu kez İspanyolların spesiyal yemeklerinden biri olan paelladan yana kullandık. Kumkapı’daki meyhaneler gibi yan yana olan kafelerde yemek yerken sokak çalgıcıları müzik dinletisi eşliğinde yemek çok keyifliydi. Harika bir Meksika Mariachi grubu masamızda çaldıklarında hem damağım paellanın lezzetinden, kulaklarım da Meksika müziğinden nasibini alıyordu. Yemek sonrası biraz hediyelik eşya dükkânların ve etrafı gezerek zamanı doldurduk.
Endülüs mimarisinin en güzel örneği
Öğleden sonra Sevilla’ya doğru yol aldık ve bir gün evvel giremediğimiz Plaza de Espanya’ya geldik. Endülüs mimarisinin tüm ayrıntılarını görebildiğimiz saray gibi bir yapı. Gerçekten insanın nefesi kesiliyor yapıyı izlerken. Teraslarında, yelpaze, kastanyet, şal gibi İspanyol objeleri satan satıcıların yanında, Flamenko dansı yapan sokak göstericilerini de izlemek bir başka keyif. Gezi öncesi rehberimizin bizleri motive etmek için yaptığı yarışmada ilk doğru cevap veren bir arkadaşımıza hediyesi olan yelpazeyi, sokak göstericileri rica üzerine dans ederek verdiler. Bir başka sürpriz de bu oldu bizlere. Akşamüstü otele döndük, duş alıp biraz dinlendikten sonra gece şovu için Palacio Andalus salonuna Flamenko izlemeye gittik. Müziği, figürleri, mimikleri, kısacası gösterinin tamamı çok orijinal ve harikaydı. Çıkışta dansçılarla fotoğraf çektirip anı ölümsüzleştirdik. Keyifli bir İspanya gecesinin de sonuna gelmiştik.
Maimonides’in yaşadığı şehir Cordoba
Sabah kahvaltısı sonrası Cordoba - Granada gezisi için otobüse bindik. Rehberimiz yorucu bir gün olacağını söyledi zira program çok doluydu. Kurtuba Cami Katedraline geldiğimizde kulaklıklarımız dağıtıldı. Rehberimiz mekânın bahçesinde, önceleri cami olan sonradan katedrale çevrilen cami-katedralin tarihçesini anlatarak başladı. Sonra katedralin içine girdik. Muazzam bir yapı ile karşılaştık. Hani derler ya küçük dilimi yuttum, gezerken bir an için öyle hissetim. Sütunların yüksekliği, mekânın büyüklüğü, vitrayları, hepimizi büyüledi. Mutlaka görülmesi gereken bir yapı… Öğlene doğru katedralden çıktık. Çok aç olmamamıza rağmen, rehberimizin tavsiyesi üzerine katedralin arka sokağındaki kafelerde bir başka İspanyol spesyalitesi olan empanadas yemeğe gittik. Peynirli, sebzeli, çikolatalı, tarçınlı- lmalı empanadasların yanında en özel olanı boğa kuyruklu hazırlanan empanadasmış. Bir başka sokak lezzeti ise Berenjenas kon miel. (Ballı kızarmış patlıcan) Katedralin avlusunda aldığımız empanadasları ve ballı patlıcanı yedikten sonra belirlenen saate kadar etrafı gezip, hediyelik eşya satan dükkanlarda, kimimiz de kafelerde oturup yorgunluk attık.
Buradan, önce Alkazar Sarayına sonra Yahudi Mahallesine gidip, Casa de Sefarad’ı gezdik. Cordoba eski sinagogu ve ünlü Yahudi düşünür Moşe ben Maymon’un (Maimonides) yaşadığı ve heykelinin bulunduğu meydancığa geldik. Daracık sokaklarda gezinirken 1960’lı yılların Şişhane’sinde gibiydik. Meydanda bir çeşme vardı rehberimiz bir şaka ve sürpriz daha hazırlamıştı bize. Ayakla basılarak işleyen çeşmenin beyin gücü ile çalıştığını söyleyince bazı arkadaşlarımız inanacak gibi olsalar da işin püf noktasını anlattı bize. Hoş bir şaka olmuştu.
Ardından Granada’ya El Hamra Sarayına doğru giderken, yolumuzun üzerinde bulunan eski tren istasyonu, daha sonra yağ üretim tesisi olan yerde mola verdik. Mekân sahipleri turiste o kadar alışıktı ki daha girer girmez samimi olduğu rehberimize sarılıp bizlere, üretilen yağdan ekmek banarak tattırdı. İspanyol tatlısı olan çeşit çeşit turron ikram etti. Kahve, bira içip, dondurma yiyip, tezgâhta satılan bazı ürünlerden satın aldık. Çok fazla oyalanmadan Granada şehri ve Endülüs’ün neredeyse simgesi olan El Hamra Sarayına girdik. Sarayın her iki bölümünü ve bahçelerini yaklaşık iki saatten fazla bir zamanda gezdik. Ama bana sorarsanız sabah gezdiğimiz Kurtuba Cami Katedrali daha fazla etkilemişti El Hamra’dan.
Akşam hava kararmadan otelimize döndük. Endülüs’deki son gecemizdi. Nefis bir akşam yemeği ile bu güzel turu taçlandıralım dedik. Otelimize yürüme mesafesinde ki Bib Rambla Meydanına geldik. Birçok şehir merkezi ve meydanlarında olduğu gibi burada da yan yana birçok kafeler vardı. Gözümüze kestirdiğimiz birine yerleşip pizza, makarna, şarap menüsü ile turumuzun güzelliklerine kadeh kaldırdık. Yemeğin finalini yine bir İspanyol spesiyalitesi olan churros ile yaptık. Adeta şerbetsiz bir tulumba tatlısına benzer yanında çikolata sos ile servis edilen güzel bir tatlı. Yemek sonunda sanki sözleşmişiz gibi bütün grup bu meydanda buluşup otelin yolunu tuttuk.
Yatların, gemilerin, teknelerin resmigeçidi Malaga’da
Aylardır hayalini kurduğumuz gezimizin son gününe gelmiştik. Kahvaltı sonrası Malaga’ya doğru yol aldık. Otobüsümüz bizi meydanda indirdi, yürüyerek Malaga’nın marinasına yürüdük. Cruise gemileri, yatlar, motorlar, yelkenliler sanki resmigeçit yapıyorlardı. Daha sonra marinanın sahiline indik. Dükkânlar, yemek yerleri, marketleri sabah sakinliğinde gezmek dinlendirdi bizleri. Son birkaç alışverişimizi de buradan yapıp turumuza başladık. Gibralfaro Kalesi, Paseo de Parc, Cervantes Tiyatrosu, Picasso’nun Evi ve ünlü ressamın meydandaki heykeli önünde fotoğraflar çektik. Daha sonra Catedral dela Encarnation Çolak Katedral (La Manquita) lakaplı kilisenin bulunduğu sokaklarda gezindik. Trafiğe kapalı bu alan birçok markanın mağazalarının yer aldığı kalabalık ve neşeli sokaklardan oluşuyordu. Telaş etmeden aheste aheste gezimizin son anlarının tadını çıkarmaya çalışıyorduk.
Öğlen yemek saati gelmişti. Çok aç olmamamıza rağmen keyif için birkaç tapas yiyip sangria ve şarap içerek keyfimize keyif katmak istedik. Kafelere sorduğumuzda buralardaki en güzel tapasçının Casa Lola olduğunu öğrendik. Yürüyerek buraya geldik. Sevgili zevcemle birlikte harika tapaslar sipariş verdik. Buz gibi beyaz şarap ve sangria ile gezimizin özetini ve bilançosunu yapıyorduk. Diana’nın çok istediği bir destinasyondu, program yaparak uyguladığımızdan dolayı çok mutlu olmuştuk. Program tıkır tıkır işledi; Rehberimiz Hayati, damadımızdır diye demiyorum ama harika rehberlik yapıp turumuzu bir kat daha güzelleştirmişti. Yemekler deseniz gerçekten damak çatlatan cinstendi. Bir gezgin ya da turist daha ne ister ki.
Bir Tutkudur Seyahat…