Yazıp yönettiği ´Eksik´ adlı oyunla erkeklerin güçlü görüntüsü altında çaresiz kaldığı anları ve aldatmanın travmatik etkisini onarmanın zorlu aşamalarını seyirciyle paylaşan Aksel Bonfil, izleyenleri ilişkiler adına mücadele etmeye yöneltecek bir hikâyeye imza atmış.Levent Can, Hande Doğandemir ve Erdem Kaynarca´nın rol aldığı ´Eksik´ duygu dolu atmosferiyle sizi daha ilk dakikadan avucunun içine alıyor.
Oyunu, dünyadaki iktidar savaşlarının ülkeleri yöneten ‘erkekler’ arasında olduğunu düşündüğü bir dönemde çıktığını anlatan Bonfil, “Testosteron tam bir kurusıkı silah. Nerede patlayacağı belli değil” şeklinde konuşurken aldatma hakkında da şöyle bir çarpıcı yorumda bulunuyor: Aldatmaların sebeplerinin en büyüğü insanlığın anlam arayışı olsa gerek. Arsız, yetinmeyen ve huzursuz varlıklarız. Komşunun çimi hep daha yeşil”
Yazıp yönettiğiniz ‘Eksik’ adlı oyunda erkeklerin güçlü görüntüsü altındaki çaresizliği, bir baba-oğul ilişkisi üzerinden irdeliyorsunuz. Bu fikir nasıl doğdu, anlatır mısınız?
Dünyadaki iktidar savaşlarının aslında ülkeler arası değil o ülkeyi yöneten ‘erkekler’ arasında olduğunu düşündüğüm bir dönemdi. X ülkesi Y ülkesiyle savaşmıyor bana kalırsa. Bütün bu kargaşanın ve gürültünün üç beş adamın kaba bir tabirle sidik yarıştırmasının sonucu yaşandığını her geçen gün daha fazla idrak ediyorum. Hitler acaba gerçekten sadece saf bir ırk peşinde miydi yoksa o da ‘erkekliğine’ ve ‘varlığına’ dair dünyaya bir şey mi kanıtlama peşindeydi? Erkeklerin kadınlara yönelik gösterdikleri fiziksel ya da psikolojik şiddetin altında yatan sebepler (genelleyerek söylüyorum) gerçekte ne kadar kadınlarla alakalı ne kadar kendileriyle alakalı? Daha bebekken başlıyor erkekler birbirlerinin kafalarına vurmaya. Testosteron tam bir kurusıkı silah. Nerede patlayacağı belli değil. Bu yüzden kadınlar hayatları boyunca ehlileştirmeye çalışıyorlar erkekleri. Bu yüzden muhtaç erkekler kadınlara. Bu muhtaçlık hissini kabullenmek de apayrı bir dava.
Oyunda, Datça’da hiçliğin ortasında vazgeçmiş bir baba, çabalayan bir oğul ve yorgun bir sevgili figürü var. Günümüz ilişkilerinde insanların birbiri için yeterince çabaladığına inanıyor musunuz?
Geçmişe öykünmeye başladığıma göre ben de artık yaşlanmış sayabilirim belki de kendimi. Otuz beş yaşındayım ama yirmili yaşlarımın başında bile böyle değildi aramızdaki iletişim şekli. Şimdi nabızlar yükseldi, günler sanki on beş saat. Gülten Akın kaç yılında yazdı bu şiirin dizelerini bilmiyorum ama "Ah kimselerin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya" derken müthiş bir iz düşüm yapmış.
Metin karakteri, annesi ve babasının hikâyesinin alt metnini bilmediğinden hep babasını suçluyor ve aslında hayatını bu sorunlarla yüzleşerek yoluna koymak istiyor. Aksel Bonfil, gerçeklerle yüzleşme konusunda nasıl bir insandır?
İyimser bir insan olmakla birlikte hayatın kendisinin acılarla dolu olduğu gerçeğini de kabulleniyorum. Bu durumla herkesin başa çıkma yöntemi başka. Bana kalırsa başkasının alanına girmediği sürece herkes hayatı yaşanır kılmak için kendine yalan söylemek konusunda serbest. Yani bütün bu kaosu dinginleştirecek bir kendini kandırma hilesi bana oldukça makul ve haklı geliyor. Herkes bunu bir biçimde yapıyor. Ben de bazı gerçekleri, varlığımı sağlıklı bir şekilde sürdürebilmek için bükebilirim. Zaten gerçeklik nedir onu da tartışırız sabaha kadar.
Levent Can, Hande Doğandemir ve Erdem Kaynarca, sahnede seyirciye de fazlasıyla geçen bir performans sergilediler. Yazarken kafanızda canlandırdığınız kişiler, role can verenlerle ne kadar örtüştü ve kast seçimini neye göre yaptınız?
Bir kitap okurken hepimiz hayal gücümüzde o mekânı, o insanı kafamızda canlandırırız. Bende bu canlandırma kısmı sanırım fiziksel değil de hissel bir şey olarak tezahür ediyor. Yani mesela Levent Can'ın oynadığı Kartal karakterinin nasıl hissettirdiğini biliyorum ama fiziksel olarak bir resmin peşine düşüp o resmi aramak tam doğru gelmiyor bana. Elbette karakterin beraberinde getirdiği zorunluluklar olabiliyor. Veremli birini kilolu bir oyuncu canlandıramaz. Bazen bazı senaristler karakter analizlerine "güzeller güzeli bir kızdır" gibi tabirler yazarlar. Bunu hiç anlamam.
ALDATMALARIN EN BÜYÜK SEBEBİ ANLAM ARAYIŞI!
Eksik’in can alıcı noktalarından biri de aldatma konusu. Sizce insanların ilişkilerde aldatmaya yönelmelerinin sebebi nedir? Travmalarının üstesinden gelemeyen kişiler ilişkilerde de hep sağlıksız mı olur? Ya da bir süre sonra rutine bağlayan ilişkiler için aldatma, kaçınılmaz son haline mi gelmeye başladı?
Evrime inanan ve hâlâ insanlaşma sürecinde olan hayvanlar olduğumuzu düşündüğüm için içgüdüler, hormonlar gibi etkenler davranışlarımızı sandığımızdan çok etkiliyor olabilir. Buna bir de astrolojik ya da kontrolümüz dışında olan etkenleri eklediğimizde hangi kararları gerçekten biz alıyoruz gibi sorular ortaya çıkabiliyor. Bunun gibi kocaman bir parantezi bir kenara bırakırsak aldatmaların sebeplerinin en büyüğü, insanlığın anlam arayışı olsa gerek. Arsız, yetinmeyen ve huzursuz varlıklarız. Komşunun çimi hep daha yeşil.
Eserlerinizde aynı zamanda Yahudi toplumunun konularını da işlemeye gayret ediyorsunuz. ‘Kâğıttan Gemiler’, ‘Galata 42’ örneğinde olduğu gibi. Sizce sanat toplumsal yaralara, yeni jenerasyonun daha çok bilinçlenmesi gereken konulara ışık tuttukça anlamlanıyor mu ya da sanatın böyle bir görevi var mı?
Sanatın ya da sanatçının toplum önünde herhangi bir görevi olmamalı bana kalırsa. Onun görevi olsa olsa var olanı incelikle işleyerek, ruhuyla besleyerek aktarmaktır, paylaşmaktır. Bu hikâyeleri de ben bir görev bilinciyle değil, anlatılmadıkları için anlattım, anlatıyorum. Hatırlanmaları için. Yaraları iyileştirir mi bilmiyorum ama sağlam bir pansuman olur mutlaka.
Yazar ve yönetmenliğinizin yanında ‘Deliha 2’, ‘Kelebeğin Rüyası’ gibi yapımlarda da oyuncu olarak yer aldınız. Oyunculuk, yazarlık ve yönetmenlik, bunlardan hangisi ruhunuzda nasıl bir tatmin oluşturuyor?
Oyunculuk yaptığım dönemi hatırlayınca küçükken gittiğim lunaparkları hatırlar gibi oluyorum. Aynı his. Ama yazmak süreçte hep ağır bastı. Şimdi de yazdıklarımı yönetme sürecindeyim. Yapımcılık bu sene edindiğim yeni bir kimlik. Sorumluluklarım arttıkça hafifliyorum sanki. Çünkü artık daha çok başkalarının değil kendi hikâyelerimi anlatıyorum.
TİCARİ OLARAK ÇOK BAŞARILIYIZ
İÇERİK OLARAK SORU İŞARETİ!
Popüler kültür işleri, sabun köpüğü gibi olduğu iddia edilerek, toplumun bir kesimi tarafından eleştiriliyor. ‘Söz’, ‘Aşk Laftan Anlamaz’, ‘Seviyor Sevmiyor’, ‘Güneşi Beklerken’ gibi popüler kültür dizilerinin de senaryolarını yazmış biri olarak, Türk dizi sektörünü evrensel platformda nerede görüyorsunuz?
Her yapılan işin sanatsal bir derinliği olması şartı yok. Para kazanma odaklı hiçbir işte zaten bunun terazisini tutturmak kolay değil. Gerçek sanatçının sayılarla işi yoktur. Burada başarı nicelikle ölçülüyor. Dünyaya dizi/film ihraç eden en kuvvetli ülkelerin ilk üçündeyiz muhtemelen. Ticari olarak çok başarılı. İçerik olarak soru işareti. Ara renkler olsa sorun değil aslında. Yani hem bu tarz işler olsa ama aynı zamanda da daha alternatif bir kütür/sanat dünyasından gerçekten bahsedebilsek. Ülke her konuda ikiye bölündüğü gibi burada da bir ikili durum söz konusu. Az çok, iyi kötü, zengin fakir, siyah beyaz...
Üniversite yıllarında tanıştığınız Demet Akbağ’nın sizi aramasıyla oyunculuğa başlıyorsunuz ve asıl hocanızın Yılmaz Erdoğan olduğunu da daha önceki röportajlarınızda belirtmişsiniz. Bu iki isimle yolunuz kesişmese kariyerinizin seyri ne şekilde devam ediyor olurdu sizce?
Geçmişe öykündüğüm bir diğer mesele de bu ‘cahil cesareti’ diyebileceğimiz kendini sorgusuz sualsiz öne atma meselesi. Çok kıymetli insanlarla bu şekilde tanıştım. Karşılarına çıktım, gönüllü oldum, bağlantılar bulmaya çalıştım, asistanlık yaptım, stajyer olarak çalıştım. İzmir'e turneye geldiklerinde seyircilerden birini almak istediler sahneye. Fırladım; attım kendimi ortaya. Tiyatroyu seviyordum, bir şekilde yakıştım oraya, sırıtmadım insanların önünde. Sonra da bu tanışıklığı sürdürmek için çok çalıştım. Çok şey öğrendim sonra da mezun olup kendi işlerimi yapmaya başladım.
NE YAPIYORSAM EŞİM VE ÇOCUĞUMA LAYIK OLMAK İÇİN YAPIYORMUŞUM GİBİ!
Kendisi de inanılmaz yetenekli olan eşiniz Lara Di Lara ile bu sene hayatlarınızı birleştirdiniz. Birbirinizle iş konusunda fikir alışverişleriniz oluyor mu? Evlilik ve baba olmak Aksel Bonfil’in hayatına ne kattı?
Beni daha iyi bir insan yaptılar, yapıyorlar. Her ne yapıyorsam onları gururlandırmak için ve onlara layık olmak için yapıyormuşum gibi geliyor. İlk ve en çok onlar beğensin istiyorum ve o kadarı yetermiş gibi geliyor. Her şey sadeleşti ve berraklaştı. Detaylar önemsizleşti. Daha az ses var, eve dönmek çok güzel.