Fransa İmparatoru Napolyon´un Yahudilerle karmaşık ilişkileri vardı. 1800´lü yıllarda, şayet bir sinagoga uğrayıp, bu askeri önder hakkındaki düşüncelerini sorsaydınız, çelişkili kanaatlerle karşılaşırdınız. Bazıları, İmparator´un Yahudilere emansipasyon özgürlüğünü kazandırması nedeniyle, yorumlarına övgü katacaktı; hatta ona İbranicede ´İyi bir parça´ anlamına gelecek derecede iltifatta bulunabiliyorlardı. Bazıları ise, onu merhametsiz bir tiran olarak nitelendiriyor ve sadistçe duygularını tatmin etmek için Yahudilere sürekli olarak eziyet ettiğini söylüyordu.
Yahudiler, Fransız toplumu ile henüz yeterli derecede özümlenememişti. Ancak Napolyon bu olguyu değiştirdi. Bütün fetihleri boyunca, yasa karşısında eşitlik ve dinde özgürlük gibi devrimci fikirleri yayıyordu. Napolyon’un şöyle dediği söylenir: “Hepimiz Yahudiliğin bir parçası imiş gibi, Yahudilere kardeş muamelesi yapılması benim dileğimdir… Bunun Fransa'ya birçok zenginlikler katacağını düşündüm. Çünkü Yahudiler kalabalıktır ve ülkemize yüksek sayıda gelecekler, burada da hiçbir ulus tarafından sağlanmayan ayrıcalıklara kavuşacaklardır.”
Napolyon’un muzaffer orduları, Orta ve Batı Avrupa'daki Napolyon’a bağlı hükümetlerin oluşturduğu tüm ülkelerde Yahudilere emansipasyonu sağladı. Avrupa'daki tüm fetihlerinde Napolyon, beraberinde modern ideolojisini taşıdı. Napolyon, İtalya'ya ulaştığında, Yahudilerin toplumdan soyutlanmış, gettolara tıkılmış ve Davud’un Yıldızı pazu bantı ile etiketlenmiş ikinci sınıf vatandaş hallerinden tiksindi. Napolyon, gettoların derhal kapatılmasını emretti; Yahudiler, dinlerini özgürce ve açıkça icra edebilecekti. Napolyon, Roma’daki gettoları da kapattı ve Venedik, Verona ve Padua’daki Yahudileri özgürleştirdi. Bir imparator olarak Napolyon, Yahudi Elitleri Asambesini ve (Fransız) Sanhedrini’nin kurulmasına yardımcı oldu. Bunların amacı, Yahudilik’teki ‘dinsel öğeleri siyasal olanlarından’ ayırmaktı.
Napolyon’un Filistin harekâtı
1798’deki Mısır fütuhatından sonra İmparator, Filistin’de de harekata girişti. 13 binden fazla askerle, az bir zamanda hazırlanarak yöreyi işgal etti. Başarısı, sürpriz bir baskından kaynaklanıyordu. Dört gün içinde yöreye hâkim oldu fakat dinsel ve tarihsel önemi büyük olan Yeruşalayim’e erişemedi. 1799’da Napolyon’un Filistin’de gerçekleştirdiği askerî harekât ile ilgili olarak, Yahudilerin anavatanlarına dönmelerini sağlamak gibi bir niyeti olduğunun dedikoduları dolaşmaya başladı. Birçok Avrupa gazetesi de buna benzer söylentiler yayınladılar ve vaat edilen topraklara dönmek için yüzyıllarca beslenen umutlara destek verdiler. Ne var ki, bu söylentiler dolaşırken, Napolyon’un bölgedeki gücü zayıfladı. Osmanlı birlikleri karşılık veriyordu. Sonunda Napolyon, kötü askeri taktikler ve veba nedeniyle, binlerce Fransız askerinin yaşamına mal olan Akko Kuşatmasından çekilmek zorunda kaldı.
Napolyon’un Yahudi cemaatinde muhalifleri de vardı. Bazıları, Napolyon’un özverili görünen davranışlarının aslında gerçekçi olmadığını ve onun kendi siyasal ihtirasının doyurmak için onları sadece enstrüman olarak gördüğünü savunuyorlardı.
Nitekim İçişleri Bakanı Champagny’ye yazdığı bir mektupta Napolyon’un gerçek amaçları ortaya çıkmaktadır: “Tamamen yok etmemekle beraber, Yahudilerin medeniyete ve kamu düzenine zararlı birçok etkinliğini azaltmak mecburiyetindeyiz; bu, ordularımız açısından da doğrudur. Yahudiler, Yahudilik ile ilgili çıkar ve duygularına son vereceklerdir; onların menfaat ve hisleri Fransız nitelikli olacaktır.” Öyle anlaşılıyor ki, Napolyon’un ana amacı, Yahudilerin Yahudilik niteliğini silmek ve onları öncelikle ve yoğun bir biçimde Fransızlaştırmaktı.
Martin Buber, ‘For the Sake of Heaven’ adlı çalışmasında Avrupa Yahudiliğinin Napolyon Bonapart ile yaşadıkları deneyimi araştırmıştır. Buber, Napolyon’u Yahudilere adilane davranan fakat aynı zamanda Yahudilik kimliğini zaman içinde silen, tutamayacağı vaatlerde bulunan, kutuplaştıran bir kişilik olarak görmüştür. Rabbi Berel ise, Napolyon’un gerçek amacının, Yahudilerin bir cemaat olarak gelişmesinden ziyade onları özümlenmiş olarak görmek olduğunu iddia etmiştir: “Napolyon’un Yahudilere gösterdiği yüzeysel hoşgörü; aslında onların özümlenme, karışık evlilikler ve din değiştirme yollarıyla tamamen yok olmalarını hedefleyen büyük bir planına dayanıyordu.”
Nedenleri ne olursa olsun, emansipasyon, Yahudilere geleneksel mahalli rollerini terk edip, Fransız toplumuna entegre olabilmeleri için kapılar açtı. Bazıları; ünlü bankerler, politikacılar, akademisyenler ve subaylar arasında yer aldı. Bu da Fransa’yı Avrupa’da Yahudilerin en büyük hoşgörü içinde yaşayabilecekleri bir ülke haline getirdi.
Napolyon’un Yahudilere karşı muhalefeti
Ancak Napolyon’un hükümdarlığının daha ileri evrelerinde, Yahudilerle ilişkisi giderek muhalefet içermeye başladı. Askeri başarısızlıklar arttıkça, Napolyon kısmetsizlikleri için kısmen Yahudileri suçladı. Fransız köylülerini dolandırdıklarını tahmin ettiği Yahudi bankerlerini sert bir şekilde suçladı. İmparator, ayrıca Yahudilerin bazı sanayi dallarındaki haklarını sınırlandırdı ve Yahudilerin borç para verme ve ticaret alanlarına kısıtlamalar getirdi. Napolyon’un hezimetlerini, şahsiyetine kazınmış bir tür vahşet ve delilikle ilişkilendirenler de olmuştur. Tarihçi Richard Ayoun, Napolyon’un Yahudilerden ‘hoşlanmadığını’ ve onları sadece kendi projeleri için kullandığını söyler. Ayoun, 1817’de Napolyon Saint Helena’ya sürgün edilirken General Gourgaud’a söylediklerine değinmektedir: “Yahudiler kötü insanlardır, korkak ve zalimdirler.” Fransız hükümdarını eleştirenler, Napolyon’un 1808’de erkek kardeşine yazdığı mektuba dikkat çeker. Bu mektupta Napolyon; Yahudileri ‘halkların en aşağılık olanı’ olarak nitelendirmektedir.
Yahudi karşıtı ferman
1808’de Napolyon, Yahudilerin imparatorluğun bazı vilayetlerinde on yıl boyunca ekonomik etkinlik ve seyahat özgürlüğünü kısıtlayan bir ferman yayınlayınca işler daha da kötüye gitti. Yahudiler arasında bu ferman ‘Rezil Ferman’ olarak anıldı. Bu ferman, aynı zamanda Yahudilerin kendilerine hitap edildiğinde, resmi isimler sahibi olmalarını da şart koşuyordu. Bazılarına göre bu Rus Çarı Aleksandr Ⅰ’i yatıştırmak için geçici bir tasarruftu. Fakat zarar icra edilmişti artık.
Bu huzursuz edici dinamikler, 1815’teki Waterloo yenilgisinden sonra Napolyon’un nihai azline dek sürdü. İktidara gelen Koalisyon’dan sonra birçok ayrımcı önlem tekrar devreye girdi.
Bu hırslı imparatorun Yahudilerle karmaşık ilişkisi, Avrupa’da gerçekleşecek güdümlü değişikliklere ayna tutuyor adeta. Emansipasyonu teşvik etmekle Napolyon, laik bir topluma girmenin güçlüklerine ışık tutmuştu. Napolyon’un Yahudilikle ilgili ilkeleri, Aydınlanma dönemindeki zıtlıkları içeriyordu. Vatandaşlığa ilişkin yeni prensipler, Yahudiler hakkındaki komplocu görüşler ve dinsel bağnazlık ile beraber seyrediyordu.
Napolyon’un kısa fakat anlamlı hükümdarlığı, yanılgılar içeriyordu. Bazı dönemlerde tiranik ve despotikti; dinsel hoşgörüye ve buna dâhil milliyetçilik hakkında tereddütlü bir geçiş dönemini yansıtıyordu ve bunların daha kat edecek çok yolu vardı. Bununla birlikte Napolyon, her ne kadar mükemmel değilse de, cesur adımlar atarak, Yahudilerin Fransa'ya uyumlanması için gerekli yolu ve sonrasını başlattı. İki yüzyıl sonrasında da Napolyon, Yahudi tarihinde hâlâ bir dönüm noktası olarak önemini korumaktadır1.
Napolyon’un ölümünden sonrası
Napolyon’un ölümünden sonra emansipasyon biraz hız kestiyse de, bu olgu kırılmadı ve 1870’lerde tüm Orta ve Batı Avrupa'ya yayıldı. Batı toplumlarında çeşitli alanlardaki entegrasyon, giderek Yahudilerin Hıristiyan dinine girmesine neden olacak düzeyde bir asimilasyona yol açtı. Bazen din değiştirme, sosyal konumun geliştirilmesi için bir formaliteydi. Bu arada modernleşen Yahudi yaşamına ayak uydurmak için dini yaşam da etkilendi ve Reform Yahudiliği gelişti. Ortodoks Yahudilikte oluşan uyarlamalarla Neo-Ortodoksluk ortaya çıktı. Emansipasyon, Doğu Avrupa'daki Yahudilere 1917’deki Bolşevik Devrimi’nden sonra gelmeye başladı. Müslüman ülkelerde ise emansipasyon geç gündeme geldi2.
Ancak emansipasyon ile birlikte, çok önce kurulmuş durağan bir sistemin temeli çöktü ve yerine bir şey konamadı. Vatandaşlık hakları, Yahudiliğin dinsel kökenli ulusal niteliğiyle çelişiyordu. Bazı Yahudiler, bu rahatsız edici ikilemden kurtulmak için vaftiz olarak Hıristiyanlığı seçtiler ve Yahudi toplumuyla bağlarını kopardılar. Sosyalizm, evrensel çekiciliği ile Yahudiliğin reddini de kolaylaştırdı.
Ne var ki Ortaçağ önyargılarında yatan köklü ırkçı antisemitizm, bütünleşme ve özümleme çabalarını boşa çıkardı. Özümlenen Yahudiler, zaten toplumlarını terk etmenin vicdan azabını duyarken, Yahudi olmayan toplum tarafından döneklikle aşağılanıyor ve karmaşık hislere kapılıyorlardı. Ayrıca ideolojik nedenlerle de Yahudiliğe karşı çıkıyorlardı.
Emansipasyonun doğurduğu özümlenme olgusu, Nazi Soykırımı ile iflas etti. Naziler, özümlenmiş, hatta ikinci kuşaktan Yahudileri dindar Yahudilerle beraber ari olmayanlar sınıfına katarak; devlete bağlılıklarına bakmaksızın, yok etme politikalarına dâhil ettiler. Bu durum ve 1948’de kurulan İsrail Devleti, Yahudi kimliğinin, tüm Yahudi dünyasında tekrar hissedilmesi için güçlü bir neden oluşturdu.
Günümüzde de özümlenme yoğun olarak sürmektedir. Ancak Yahudi tarihinin incelenmesi, özümlenmenin her devirde beraberinde türlü sorunlar getirdiği ilginç durumu ortaya koyar: Özümlenen kişi, yeni ortamına uyum sorunları yaşarken, mensup olduğu Yahudi cemaatine yönelik antisemit davranışlar azalmamış, bilakis artmıştır. Bunun doruğu da Holokost’tur3.
Kaynakça:
1 Aish.com History Middle Ages
2 Yahudilik Ansiklopedisi, Cilt Ⅰ, S. 155, Gözlem A.Ş. 2001
3 a.g.e., S.76