Patron kim?

Mete YAYLALI Spor
20 Aralık 2023 Çarşamba

Kasım 2021’de FOX TV ana haber sunucusu Selçuk Tepeli bir sloganla izleyicilerin karşısına çıktı: Patron Sizsiniz!

2023 yılında yapılacak genel seçimler öncesinde halka “oy verdiğiniz siyasi partiden hesap sorun çünkü patron sizsiniz” mesajı veriyordu.

Bunu neden söylüyordu?

Çünkü halk seçimden seçime sandığa gidip oy veriyor ve sonrasında da ne çıkarsa bahtıma diyordu. Elbette bunu 1946 seçimlerinden beri böyle yapıyordu, dünyanın birçok ülkesinde de böyle yapılıyordu ve bundan sonra da böyle yapılacaktı.

Sonuçta her seçimde olduğu gibi halk sandığa “büyük bir kararlılıkla” ve “büyük bir ilgiyle” koştu, oyunu verdi; birileri kazandı birileri kaybetti.

Selçuk Tepeli hala her akşam aynı sloganı dillendiriyor da halk patronun kendisi olduğunu biliyor mu çok şüpheli! Bilse ne olacak sorusu da bir kenarda cevapsız olarak duruyor.

‘Patron’ sözcüğü aslında Türkçede yanlış anlamlar içeriyor.

Sözcük aslen Ortaçağ Latincesi “patr-” ekinden geliyor ve pater-baba anlamında. Çünkü baba ailenin koruyucusudur, savunucusudur, eve ekmek getirendir, maddi destek olandır.

Sözcük daha sonra patronus olarak devam etmiş koruyucu aziz anlamında. Derebeylerine de patron denmiş, toprakların sahibi ve köylülerin koruyucusu, savunucusu gibi…

1700’lerde bu patronus doğrudan patron saint yani koruyucu aziz olarak dillere yerleşmiş tabii bizim dilimizde henüz yok o yıllarda. Fakat 1680 tarihli Evliya Çelebi Seyahatnamesi bunu gemi kaptanı anlamında patrun/patruna olarak kullanıyor, demek ki pek orijinal anlamını işaret etmese de bir otoriterlik göstergesi olarak vurgulanmış.

1932 yılındaki bir kayıtta da Amerikan bezinden dikilmiş kutür (Fr. Couture-Dikiş) kalıpları olarak hayatımıza girmiş. Çocukluğumdan hatırlarım, annem Burda dergisinin içinden çıkan kalıplarla dikiş dikerdi ve ona da patron denirdi.

Ortaçağ toplumunda Avrupa’da Patron Azizler sadece insanlar için değil şehirler, ülkeler ve meslekler için de koruyucu olarak görülürdü.

Mesela Aziz Christopher otobüs sürücülerinin, bahçıvanların, bekarların, seyahat edenlerin hatta dişi ağrıyanların koruyucusuydu!

Tabii olaya cinsiyetçi yaklaşılmıyordu; patronlar kadar patroniçeler de vardı. Mesela 7. yüzyılda yaşamış Azize Gertrude kedilerin koruyucusuydu ama aynı zamanda akıl hastalığı olanların ya da seyahat edenlerin de hizmetindeydi fakat kedileri koruduğu için farelere karşıydı.

344 yılında Antakya’da doğmuş olan Aziz John Chrysostom ya da bilinen adıyla Altınağızlı Yuhanna aslında İstanbul şehrinin patronu, koruyucu azizi olarak bilinirdi.

Sporun patronu

Eh herkesin, her şehrin, her ülkenin ve mesleğin bir patronu olur da sporun olmaz mı? Var elbette…

3. yüzyılda yaşamış bir savaşçı olan Aziz Sebastian da genel olarak bütün sporların patronuydu. Fakat Sebastian tek başına bütün sporları koruyamaz diye düşünüp branşlara da birer patron atanmış olmalıdır.

Beysbolun patroniçesi İtalyan rahibe Cascia’lı Rita (1381-1457), futbolun patronu İtalyan rahip Aziz Luigi Scrosoppi (1804-1884) ve her sporda olur da teniste olmaz mı, onun da patroniçesi Kutsanmış Chiara ‘Luce’ Badano (1971-1990). Badano yüzme, kayak ve özellikle tenis sporuna düşkün genç bir kız. Kemik kanserine yakalanıyor ve kısa hayatının geri kalanında tedavi görmesine rağmen kurtulamıyor, 29 yaşında dünyaya veda ediyor. Konu aziz ve azizeler olunca elbette işin içinde Hristiyan teolojisi var. Badano da dindar bir genç kız ve erken yaşlarda çaresiz bir hastalıkla karşılaşınca kaçınılmaz olarak dine sarılmış olmalı. 1990’da ölümünün ardından Papa XVI. Benedict kendisini ‘azize’ ilan ediyor. Sonrasında da her sporun bir patronu var tenisin başı kel mi diyerek tenis oynamış Azize Luce patron oluyor.

Neyse bunlar işin uhrevi tarafları, biz dünyevi tarafına bakalım.

Ülkemizde sporun patronu kimdir sorusunun cevabını herkes Spor Bakanı diye verecektir. Branşlara indiğinizde de karşınıza alt-patron olarak federasyonlar çıkar. Selçuk Tepeli’nin iddiasına göre ise siyasetçilerin patronu halktır. Fakat sporun patronu sporcular olmuyor nedense.

Sporcunun koruyucusu, sponsoru, destekçisi yani parayı veren her kimse patronu odur.

12 yaş milli takım seçme turnuvası İstanbul’da bir tenis akademisinde oynandı. Tesisin içinde bir de otel/misafirhane var ve çift kişilik oda geceliği sadece kahvaltı dahil 1,750 TL yani 55 Euro! Bunun öğle ve akşam yemekleri var. 12 yaşındaki çocuk tek başına gelemeyeceğine göre anne ya da babası ile kalacak tabii. Elemesi var, yenildin evine dönersin desen yine 3-4 gün kalacaksın. Ana tablo oynasa çocuk ve yenilse bile “dur telafi turnuvasına katıl kazanırsan yedekten yazarız” dedikleri için şansını deneyip kalacaksın. Yani bir sporcu bir ebeveyniyle turnuvaya katılsa ortalama bir hafta kalır ve cebinden sadece konaklama 12 bin TL çıkar. Ekmek arası peynir yemeyeceğine göre iki kişiye turnuva maliyeti en az 20 bin TL. 100 kız / 100 erkek sporcu, bir o kadar da anne ya da baba hesaplayın bakalım 12 yaş turnuvasının cirosu ne oluyor! Şimdi bu maliyetleri diğer yaş gruplarının milli takım seçmeleri ile çarpın ve her yaş grubundaki sporcunun bir yılda oynayacağı 20 turnuvayı da ilave edin. Ne buldunuz? Büyük bir sayı değil mi?

Bu masrafları kim ödeyecek? Sporcunun ailesi.

Bu durumda sporcunun patronu kim? Ailesi. İşte patron sözcüğünün Ortaçağ’daki anlamına geri döndük: Patron baba, patroness anne!

Federasyonlar patron sıfatını hak edecek bir şey yapmıyor gördüğünüz gibi. Üstelik de patron olan aile, federasyon yönetimine her yıl lisans ücreti adı altında harç ödüyor. Federasyonların otellere ve organizatör kulüplere-akademilere para kazandırabilmek için kurduğu klasman sisteminin içinde debelenip servet harcıyor bu ‘patron aileler’. Bu kadar turnuva oynamak zorunda kalınca sporcunun antrenman dozunun artması gerekiyor ve bu da kulüplere/antrenörlere ödenen başka bir servet demek.

Sporcunun sözcük anlamında gerçek patronu ailesiyken, kurulan model üzerinden patronluğu federasyonlar ele geçiriyor ve sporcuyu kendi modeline mecbur ediyor. Fakat federasyon sponsor olan değil kendisine sponsor olunan bir yapı haline geliyor. Bu durumda yine sözcük anlamında federasyon kimin patronu aslında? Bildiniz işte. Organizasyonu yapan kulüp ya da akademilerle onların anlaşmalı olduğu oteller! Çünkü federasyon öyle bir turnuva ve klasman modeli kuruyor ki organizatör kulüp ve akademi ile otel bu işten para kazanıyor yani bunların sponsoru aslında federasyon.

Önce eğitim…

Peki patron sizseniz bu basit ticari yapıdan nasıl kurtulacaksınız?

Sorunun cevabı başka bir sorunun içinde.

Spor federasyonları “eğitim önce gelir” diyor mu? Resmi olarak demiyor çünkü oyuncu 10-16 yaş arası eğitimi öne alırsa az turnuva oynar ve bu da kimsenin işine gelmez. Hatırlayanlar vardır belki, 20 sene önce tenis federasyonu yaz ve kış turnuvaları ile Türkiye şampiyonası düzenlerdi. Kış turnuvaları sömestr, yaz turnuvaları ile Türkiye Şampiyonası da yaz tatilinde oynanırdı. Kışın 1-2 ve yazın 3-5 hafta ile oyuncu okuluna dönerdi. Bu model ticari bir yapıya izin vermezdi elbette. Sonra bir tüccar terzi çıktı ve klasmanları değiştirdi, çocukları at yarışına soktu, kendine benzer antrenörler eliyle her hafta turnuva planlandı ve bugünlere geldik.

Bugün dünya klasmanında iyi kötü yer alan oyuncularımızın yaşlarına dikkat edin hangi modelden yetiştiklerini anlayacaksınız.

Amerika Tenis Federasyonu (USTA) genç sporculara üniversiteye gidip, okul takımlarında spor yapmayı önerir ve burs verir. Başka hangi ülkeler benzer teşviklerde bulunuyor bilmiyorum ama Türkiye Tenis Federasyonu bu opsiyonu ağzına bile almaz. Çünkü sporcu erken yaşlarda bu hedefe yönlenirse okul ile birlikte yürümek zorunda kalacaktır; bu da sınırlı sayıda turnuva oynamak demektir. Çok turnuva oynayanın çok puan alma şansı fazla ve çok puan klasmanda yukarıda olmak demek olunca sistem anlaşılır. Gerçek patron baba ve patroniçe anne turnuva peşinde servet harcamak zorunda kalacaktır.

Ne yapmak gerekir?

Öncelikle para doğru hedefler için harcanmalıdır. Eğitim önde tutulmalı ama hedef her zaman yurtdışı bir yüksek eğitim olmalıdır. Maalesef ülkemizde sayılı birkaç iyi okul dışında üniversite eğitim kalitesi, 20 yıl önceki lise seviyesinin bile altındadır. Patron her zaman pragmatik davranmalı, az ve öz yerel ama olabildiğince yurt dışı turnuva takip edilmelidir. Lise bitimiyle beraber de yurtdışı bir tenis bursu ile sistemden çıkılmalıdır.

Bu modelin maddi boyutlarını hesaplayabilmek için önce bir yılda yerel turnuvalara harcanan paralara bakmak yeterlidir.

Görüldüğü gibi siyasi bir yazı olmadı. Her ne kadar patron halktır ve ödediği dolaylı ve doğrudan vergiler devletin gelirini oluşturur, devletin kendi parası olmaz gibi kavramlar bir türlü anlaşılamıyorsa da en azından sporcu patronu aileler daha bilinçli olabilir.

Anne ve babalar…

Patron gerçekten sizsiniz!

Sporcu çocuklarınız için paranızı doğru hedefler için harcayın!

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün