Kariyerinin 42., Tiyatrokare´nin 32. yılında, tiyatroya sevgisini, tutkusunu sesinden, duruşundan ve anlatımından okuduğumuz Nedim Saban ile yeni oyunu ´Veda´ üzerine konuştuk. Cumhuriyet´in yüzüncü yılında Ayşe Kulin´in sevilen romanını aynı isimle tiyatroya uyarlayan ve yöneten Saban, sorularımızı aynı heyecanla cevapladı. Millî Mücadele döneminin arka planını, acı - tatlı olayları bir konağın sakinleri üzerinden anlatan oyunda, tiyatromuzun bitmez tükenmez enerjisiyle tanıdığımız müstesna ismi Nevra Serezli, ´Deli Saraylı Hanım´ ile başrolde. Ayşe Kulin´in, Osmanlı´nın son maliye nazırı dedesi Ahmet Reşat Bey´in öyküsünü bir konağın sıcak atmosferi içinde anlatan; rejim değişirken yeniliklerin getirdiği zorluklara, bireylerin yaşadığı derin yalnızlıklara ve korkulara tanıklık eden oyun, tüm Türkiye´yi dolaşacak.
Yine bir edebiyat uyarlamasıyla seyircinin karşısındasınız. Bu sefer Ayşe Kulin’in ‘Veda’ romanını sahneye koydunuz. Buna nasıl karar verdiniz, bu yolculuğu paylaşır mısınız?
Edebiyat uyarlamalarını seviyorum. Tiyatrokare’nin birkaç edebiyat uyarlaması oldu. ‘Leylanın Evi’ ile başladık, ‘Zübük’, ‘Onca Yoksulluk Varken’ ile devam ettik. Ayşe Kulin'den de hep bir şeyler yapmak istiyordum. Cumhuriyetin de 100. yılı sebebiyle bu eseri seçtik. Bu özel bir seçimdi; romanın bir konakta geçmesi, Çehovvari olması beni gerçekten cezbetti.
Bu hikâyede sizi en çok etkileyen ne oldu?
Bu karakterlerin yaşamış olması ve tabii tarihin akışkanlığı… Cumhuriyet’in Osmanlı'dan devraldığı mirasın hikâyesini anlatıyor oyun. Karakterlerin günahları ve sevaplarıyla gerçek insanlar olmaları beni çekti. Bu konak hikâyesinde sıcak olan şey, bu karakterlerin yaşamaya devam ediyor olması, ancak rejim değişmektedir… Bu tarihsel döngünün içinde insanın yalnızlığı, korkusu gibi derin konular var; bu da beni çok etkiledi, özellikle karakterlerin zenginliği… Yoksa olay örgüsünde çok fazla bir şey yok, zaten sonuçta kameranızı tarihsel bir kesite odaklıyorsunuz gibi.
Bir romanı tiyatroya uyarlamak zor mudur?
Doktora tezim Türk tiyatrosu, yüksek lisansım da Halide Edip Adıvar üzerine olduğu ve dönemi çok iyi bildiğim için eseri sahnelemeye cesaret edebildim. ‘Veda’yı, oyunun en yaşlı ve tarihsel sürecini yaşayan saraylı kadın (Nevra Serezli) üzerinden anlatmak istedim. Öyküyü nasıl, kimin üzerinden anlatacağınız ve olaya nereden baktığınız çok önemli. Romanlarda hikâyeyi okurun yönettiği bir süreç vardır, ancak tiyatroda durum böyle değildir. Burada en büyük sorun akışkanlığı sağlamaktır. Ben de bu meseleyi, mekânı ve zamanı kırarak çözdüm. Uyarlamalarda başarılı olma sebebimiz, romanın sahnelerini direkt yazmamamız. Örneğin, o konuşmalar romanda belki masa başında geçiyordur ama biz onları farklı bir sahnede hayal ediyoruz. Çünkü dramanın kurgusu başka. Ayşe Hanım'ın buna izin verip bize güvenmesi de çok önemli oldu.
Her veda bir başlangıç mıdır?
Her veda bir başlangıçtır. Bunu biraz Marksist bakış açısıyla yazmaya çalıştım. Aslında bir şey bittiği zaman başka bir şey başlıyor. Bu oyunda bir imge var, natürmort. Ayşe Kulin’in üzerine yazdığı bir şey. Mesela bir çiçek kopartıp onu birine verdiğiniz zaman o kişiyi belki mutlu ediyorsunuzdur ama öte yandan o çiçek ölmüştür artık. Her ölüm aslında bir doğumu içerir. Çıkış noktamız bu.
Bu oyunun geçtiği tarihin tam yüz sene sonrasındayız. Ne söylemek istersiniz?
İkisinde de kasa boş. Bugün de aslında yetmişlerden beri süregelen bir göçle beraber kültürel bir işgal söz konusu. Eserde beni çeken, karakterin maliye nazırı olması, devlet ilişkilerini çok iyi bilmesi ve dürüst biri olması. Aziz Sarvan bu rolü çok iyi oynuyor. Nazır içeriden durumu biliyor; bir yandan da vatansever ve padişaha çok bağlı biri. Kendisi de söylüyor, bu devlette az bulunan bir özellik.
Tarih hep hareket halindedir, iyi ya da kötü, ileri veya geri. Bu hareketin içinde birey kendini adapte etmeye çalışır. Bir kere, işgal altındaki bir şehirde yaşamak ne demektir onu anlamak istedim. Dışarıda havai fişek patlatıyorlar ama içeride onu bomba sanıyorlar. Birileri mutluyken, başka birileri aslında çok sancılı.
Bir diğer konu ise, aydının sorumluluğu. Bugünle çok benzerlik gösteriyor; biliyorsunuz seksenlerde de aydının edebiyatta sorumluluğu çok tartışıldı. Bu oyunda da aydın karakter yazıyor, çiziyor, ama bazı sözleri halkı tanımadığı için çok yüzeysel kalıyor. Fikretmek başka, zikretmek başka. Bu da romanın derin yanı.
Oyunda sürekli geçen bir replik var: “Bu benim İstanbul’um değil”. Peki, bugünkü İstanbul sizin İstanbul’unuz mu?
Benim İstanbul’um değil tabii, ama bir yandan nostaljiye de kapılmak çok doğru değil çünkü o tarihi bir yerde durduruyor. Bana göre kimsenin İstanbul’u değil artık, kendinizi ait hissedemiyorsanız şehre, ciddi bir sıkıntı bu. Balıkçısından taksi şoförüne, biz taksi bekleyenlere kadar, İstanbul’da yaşayan hiçbirimiz mutlu değiliz. İşin Rejans’ında ve Lebon’unda değilim, öyle bir öykünmeciliğim yok. Ama şehir kültürünü muhafaza etmek lazım ve buraya gelen insanların da şehir hayatına uyum sağlaması lazım. Ama bunu yapamıyoruz, bu da çok üzücü. Biz Tiyatrokare olarak aslında İstanbul’da turne yapıyoruz. Eskiden Şişli ve Harbiye’yi merkez sayıyorduk, insanlar şehir merkezine geliyordu. Artık şehir merkezine gitmeyen yüz binlerce insan var. Öte taraftan bu kadar ziyaret edildiğine göre belli ki İstanbul turistler için çok cazip.
Oyundaki kıyafetlerin göz alan ayrı bir şıklığı vardı.
Ödüllü bir tasarımcı ile çalıştık, iki sene üst üste Afife Ödülü’nü alan kostüm tasarımcısı Eylül Gürcan. Normalde oyun ev içinde geçiyor ve ev içinde insanlar o kadar şık giyinmek zorunda değil. Ama ben bu oyunun özelinde biraz tarihi perspektifi izletmek istedim. Hani insanlar biraz televizyon izler gibi baksınlar ve o tarihi atmosferi hissetsinler. Dolayısıyla belki o kıyafetler bir ev için çok şık ve bu dramaturjik olarak yanlış ta olabilir, ama böyle olmasını arzu ettim.
Gözlemlediğim kadarıyla kadın ağırlıklı bir seyirciniz var ve kadın ağırlıklı bir ekiple çalışmışsınız; bu bir tesadüf mü?
Hayır, tesadüf değil. Meslekte iyi yetişmiş kadınların varlığı, Cumhuriyet’in bir kazanımıdır. Genelleme yapmaktan kaçınmak istiyorum, ama eskiden ışık, reji, dekorasyon gibi alanlar erkek işi olarak kabul edilirdi. Kostüm, müzik, dans gibi alanlar da kadınlar çalışırdı. Şimdi artık durum böyle değil. Cinsiyetçi bir yaklaşım olmaması beni mutlu ediyor. Bu oyunda meslek sahibi kadınlarla çalıştım. Asistanlarım da kadın. Onlar da duyarlı bir yaklaşıma sahip. Seyircilerimizin büyük bir kısmı kadın. Espri olacak ama aslında biz en çok derbi maçlarını severiz çünkü maça gitmeyen kadınlar salonu doldurur. Anadolu'da çok üniversiteli öğrenci var. Oralarda da tiyatroyu tercih edenler hep kız öğrenciler. Birlikte çalıştıklarımı kadın oldukları için değil meslekte iyi oldukları için seçtim.
Tiyatromuzun göz bebeği, bu oyunun ‘Deli Saraylı Hanımı’ Nevra Serezli desem ve sözü size bıraksam…
Nevra Serezli ne oynarsa oynasın, kendine baktıran bir sanatçı. Onda star ışığı var. İnanılmaz disiplini olan bir sanatçı. İnsan bir kere mi trafikte kalmaz, bir kere mi yorgunum demez. Biz ister istemez onu koruyup kollamaya çalışırız. O ise "öyle deme, ben yorulmam" der. Kendisiyle güzel ve açık bir iletişimimiz var. Çok açık sözlü ve bütün resmi gören biridir. Serezli, popüler kültürü de çok iyi biliyor. 11 yıl tiyatro yapmamış olmasına rağmen, hep güncel kalmış.
John Malkovich İstanbul’a geldiğinde onun hakkında sert bir eleştiri yazısı kaleme almıştınız ve bu yazı şimdi bir oyunun içine dâhil edilmiş durumda…
Malkovich, dünyada en beğendiğim sanatçılardan biri. Kendisi zamanında buraya geldiğinde, ertesi sabah gazetelerde eleştiri yazısı var mı diye bakmış. Ona, burada böyle bir gelenek yok ama internette bir yazı var demişler ve yazımı tercüme etmişler. Okuduğunda koltukta oturuyormuş ve neredeyse yere düşüyormuş; hemen bulun bana Nedim Saban’ı demiş. Aslında bu hikâyenin üstünden on seneden fazla zaman geçti.
Pandemiden önce bir telefon geldi, Malkovich İstanbul’a geliyor ve seninle tanışmak istiyor dediler. İstanbul’a gelince BBC için beraber belgesel niteliğinde bir çekim yaptık. Malkovich, hayatında aldığı en tuhaf eleştiri diye tanımladığı bu yazımı, ‘The Music Critic’ oyununda anlatıyor. Bu oyunu İstanbul’da da oynadı ve beni sahneye alkışlarla davet etti. Bu gerçekten hoş bir jestti ve beni çok etkiledi. Bu tabii hoşgörünün bir yansıması… Detayların içinde gerçekten tiyatroya sevgi ve tutkumu anlamış. Kendisiyle çok iyi bir dostluk kurduk, sınırların kapatıldığı gece geri döndü; şimdi oyun bütün dünyada oynuyor.