İKSV Tiyatro Festivali´nin ilk direktörü ve sanatsal yaratıcısı Prof. Dr Dikmen Gürün, anlatının sözcüklerle değil, bedenlerle ifade edildiği çağcıl dans tiyatrosunu hep seçkilerine alırdı. Sekiz yıl birlikte çalıştığı eski öğrencisi Doç. Dr Leman Yılmaz da bayrağı devraldığında dans tiyatrosunu ihmâl etmedi. Kurumsal kararla direktörlükten küratörlüğe geçmiş de olsa festival geleneği sürdürüyor. Bu yazıda seçkideki dört dans tiyatrosundan izlediğim üçünden söz edeceğim.
Tanztheater Wuppertal
‘Café Müller’
“Pina Bausch’un yarattığı ‘şiir’ biz ölümlü izleyicilerin yüzüne tutulmuş bir aynadır. Varoluş koşullarını, kendimizi, çevremizi, dünyayı sorgulamamıza yol açan bir ayna...
Onun ölüm haberini aldığımda ilk ama ilk aklıma gelen, sadece şu soru oldu: Peki ama bundan böyle yüzümüze kim ayna tutacak?” Zeynep Oral
20. yüzyılda devrimci bir yaklaşımla dansı yeniden tanımlayan, dans tiyatrosunun yeni bir tür olarak kabul görmesini sağlayan Pina Bausch’un (1940-2009), yoğun bir insancıllıkla işlenmiş, tüm dünyada izleyicileri derinden etkileyen eserlerini repertuvarında koruyan, onun mirasını büyük bir adanmışlık, dikkat ve enerjiyle yaşatan Tanztheater Wuppertal, bu yıl festivalin açılışını güncel kadrosu ve ilk günkü çarpıcılığıyla Pina’nın ilk başyapıtı ‘Café Müller’ ile yaptı.
Çocukluğunun savaş sonrası Almanya’sında ailesinin işlettiği Café Müller’de saatlerce oturup yıkılmış bir toplumda yaşam mücadelesi veren bireyleri izleyen Bausch, insan ruhunu okumadaki ustalığıyla bu deneyimlerinden 1978’de dans tarihinin dönüm noktası Café Müller’in koreografisini yapmış ve performansa dansçı olarak katılmıştı. Brecht’in epik anlayışından, Alman dışavurumculuğundan, Fransız izlenimciliğinden etkilenerek oluşturduğu koreografik ve teatral dil, anlatıyı öyküsel olmaktan çıkarır, gözlemlerden, anılardan, düşlerden, bir kentin hissettirdiklerinden ya da herhangi bir duygudan yola çıkan anekdotlardan oluşturur.
Gündelik yaşamın mekânı Café Müller’de boşluk, üzüntü, beceriksizlik, korku, anlaşılma arzusu, yalnızlık ve aşka dair umut da vardır. Gözleri kapalı dans eden karakterler, masalar arasında körlemesine dolanır, sandalyelere takılıp duvarlara çarparken belki de sadece birbirlerini bulmaya çalışırlar. Robert Wilson’un belirttiği gibi, bu duru olduğu kadar muhteşem, sadeliğinde destansı dans tiyatrosu, teatral dili, duruşu, ışıkla sahne tasarımı, hareket şiiri ve müziğiyle tüm sanatları kapsar.
İlk kez canlı olarak izlediğim Café Müller’in genç oyuncuları tutkulu yorumlarıyla büyük yaratıcısının dehasını başarıyla yansıttı.
Uppercut Danseteater
‘Bankta / Benched’
“Ben duyguların, beden dilinin ve insanlar arasındaki etkileşimin hayranıyım ve işlerim de her zaman bu hayranlığımı yansıtır.” Stephanie Thomasen
Uppercut Danseteater / Uppercut Dans Tiyatrosu, konsepti ve koreografisi Stephanie Thomasen’e ait, dansçılarının müthiş bir müzikalite, fiziksellik ve etkileşimle izleyicileri zapt edilemez enerjilerine ortak ettikleri ‘Benched / Bankta’ ile festivale konuk oldu.
“Çağdaş dansla hiphop kültürünü ve tiyatroyu birleştiren dinamik performanslarıyla Danimarka dans sahnesine tümüyle farklı bir boyut katan topluluk, beş dansçı ile üç uzun siyah bankın başrolünde olduğu heyecan verici gösterisinde, insan ilişkileri ve insanın hayattaki yerini bulabilmesine dair son derece dürüst, çok katmanlı bir öykü anlatıyor.
Çağdaş dansı sokak danslarıyla harmanlarken bankları da farklı hayat hikâyelerinin buluştuğu bir mekâna dönüştürüyor ve ortaya uzamı, dengeyi ve teatralliği tüm derinliğiyle kullanan yaratıcı ve nükteli bir performans çıkıyor.”
“Bankta durulup oturmak, karşı durmak, yerini bilmek, kenarda kalmak hakkında; alabilmek, yaratabilmek, rahat bırakabilmek ve tüm bunları tercihen bankın ta kenarına gelmeden önce yapabilmek hakkında. Bankta aramızdaki bariyerler ve farklılıklar ortadan kalkıyor, bir araya geliyor ve iletişim kuruyoruz. Bu bankta hepimize yer var, er ya da geç hepimiz burada yerimizi alacağız.”
Festival broşürü Bankta ile ilgili düşünce ve duygularımı öylesine güzel ifade etmiş ki onu alıntılamayı yeğledim. Bana da müthiş keyifle izlendiğim, festivalin en iç açıcı gösterilerinden biri olduğunu eklemek kaldı.
Hepinize keyifli seyirler dilerim.
Hofesh Shechter Company
‘Çifte Cinayet: Palyaçolar & Çözüm’
Londra'da yaşayan 1975 doğumlu modern dansın dünya çapında yıldızı, İsrailli koreograf, dansçı besteci Hofesh Shechter adını taşıyan Hofesh Shechter Company'nin kurucusu ve sanat yönetmenidir.
Pina Bausch’un 20. yüzyılda dans tiyatrosunda yarattığı devrimi günümüzün çağdaş dansında yakalamayı başaran Shechter ilk kez geldiği İstanbul’da, farklı iki bölümden oluşan yeni koreografisi ‘Double Murder / Çifte Cinayet’i sahneledi. Küçük yaştan piyano çalan, davula merak saran, halk danslarından rock müziğine, sinemaya farklı alanlardan ilhamla yarattığı eşsiz sürükleyicilikteki eserlerinin bestelerini de yapan Shechter, gösterinin müziklerinin de bestecisi.
Shechter’in‘Çifte Cinayet’i koreografilerinin belirgin özelliği olan bir ikilik barındırır. Yapıtın şehvet ve hırs dolu ilk bölümü ‘Clowns / Palyaçolar’, giderek artan şiddete duyarsızlığımızı, eğlence adı altında ne kadar ileri gidebileceğimizi, müthiş tempolu başlangıcından uzun ve keyifli müzikal selamına koreografik anarşinin hüküm sürdüğü kapkaranlık bir komedi olarak aktaran, kasırga gibi bir yıkım gösterisidir.
‘Palyaçolar’ Shechter’in dansçılarını tek bir varlığın organlarına dönüştüren koreografisi, etkileyici müziği, Lee Curran ve Richard Godin’in aydınlığı, alacakaranlığı ve kapkaranlığı ustalıkla bağdaştıran ışık tasarımıyla çılgın bir görsel işitsel dans tiyatrosu olayıdır.
Sunucunun izleyiciyi motive etme amaçlı girişinin ardından, Shechter’in dur durak bilmeyen on usta dansçısı cancan müziği eşliğinde, sirk palyaçoları gibi sahneye doluşarak vurmalı çalgıların eşlik ettiği türlü çeşitli halk dansı adımlarıyla, kesilen boğazlardan, şakağa sıkılan kurşunlara, delinen gövdelerden gırtlaklanan boyunlara, doğranan midelere, akla gelebilecek her tür katliamın stilizasyonuna girişirler. Trajikomik girişin ardından halk dansı motifleri giderek nefes kesici bir ölüm dansına dönüşür ve cinayetler birbirini yeniden var ederek biteviye devam ederler…
Palyaçolar’ın ölüm saçan zehirli enerjisiyle şok geçiren seyirciye, dingin, meditatif, kimi zaman yavaş çekim filme dönüşen ikinci bölüm ‘The Fix / Çözüm’, ilaç gibi gelir. Sahneye getirdiği kırılgan ve şefkatli enerji, izleyicileri gündelik yaşamın saldırı ve şiddetinden koruyacak bir sipere dönüşür.
Grup devinimlerini bireysel dansa yeğleyen Shechter, bu bölümde yedi dansçısını canlı tablolara dönüştürür, tek bir varlık gibi sembiyotik ilişkiye sokar. Onlara kırılgan olabilme, insani duygularını açabilme fırsatı yaratan ‘Çözüm’, fırtınaya yakalanmış köhne bir teknede, acele toparlanmış, dengesiz mürettebatın bir arada kalma çabasını anımsatan bir girişle başlar. Dayanışma, hayali bir gitarın eşlik ettiği özgür bir halk dansıyla gelişir ve Budist rahiplerinkini andıran kozmik bir meditasyonla tamamlanır.
Dansçılar kırmızı tonların hâkim olduğu loş mekânda (Işık tasarımı Tom Visser), uyumlu bir birliktelikle hareket ederken, aralarından biri düşer; diğerleri baskılamak için değil, yardım için onu sıkıca tutarken, tüm bedeni çırpınmaya başlar, kasılarak ölür. Üstünü başını düzeltip öleni seyircilere teslim eden arkadaşı gruba katılır ama, dayanamayıp salona, ölenin yanına iner, kaldırır, sıkıca sarılır. Sonra onu bırakıp yakınındaki seyirciye sarılır. Müzik devam ederken sahne boşalır, tüm dansçılar izleyicilere karışır. Işıklar yandığında, salon arada kimi dansçının bir iki seyirciye sarıldığı, kimininse sarıldıklarıyla daha geniş bir grup oluşturduğu kümelerle büyük bir sevgi yumağına dönüşür…
Çözüm seyircisiyle çok az dans gösterisinde rastlanabilen bir yakınlık kurarak onu sevecenlikle sevip sarmalayan sımsıcak bir sevgi ve şefkat sığınağı olarak sona erer.
Festivalin doruklarından biriydi. Kollarımızı açmış yeniden bekliyoruz.