Diasporanın üçüncü büyük Yahudi nüfusuna sahip Kanada´da 400 bin kişiyle Yahudiler, toplamın yüzde birini ifade ediyor. Devlet kademelerinde, siyasette, akademide, eğitimde, hukukta, sağlıkta, Yahudi izlerine rastlamak mümkün. Bu Yahudi bireylerin başarıları kadar Kanada´nın toplumsal entegrasyon politikasının tutarlı, liyakati önceleyen temellere oturmasından kaynaklanıyor. Gelgelelim Hamas saldırısı buradaki dengeleri de sarsmış durumda. Yahudiler, daha önceleri tanık olmadıkları sokak antisemitizmine maruz kalıyor.
Özellikle 7 Ekim saldırısı ve İsrail’in Hamas’a ilan ettiği savaş sonrasında dünya genelinde antisemitizmin arttığı ve yeniden sokak ve meydanlara hakim olduğunu görüyoruz. Bir süredir münferit olaylar olarak kabul edilen basın yolu ile laf sokmalar, sözlü sataşmalar, mezarlıkların tahribi gibi girişimler, yerini bundan çok daha fazlasına bıraktı. Ülkemizde sık sık İsrail Konsolosluğu önünde toplanan yığınların seslendirdiği İsrail karşıtı söylemler, daha geniş katılımlı, organize açık hava toplantılarında, Yahudi karşıtı sloganlara terk etti yerini. Her anlamda iki kampa ayrılmış toplum, Yahudi düşmanlığında, ona karşı saldırganlıkta bir çoğunluğa dönüşüverdi dersek çok da yanlış olmaz.
Ülkemde bu böyle de dünyanın diğer yerlerinde farklı mı? Vatandaşlık haklarının her defasında vurgulandığı, farklılıkların saygı ile karşılanması gereğinin toplumsal yaşamın olmazda olmazı olan Kanada’da örneğin, iki aydır yaşananlar, sütunlara taşımaya değer.
Kanada’da toplumsal entegrasyon
Diasporanın üçüncü büyük Yahudi nüfusuna sahip göçmenler ülkesi Kanada’da 400 bin kişiyle Yahudiler, toplamın yüzde birini ifade ediyor. Devlet kademelerinde, siyasette, sanat ve bilimde, akademide, eğitimde, hukukta, sağlıkta, orduda, güvenlik güçlerinde Yahudi izlerine rastlamamak mümkün değil. Esas itibarı ile bu Yahudi bireylerin başarıları kadar Kanada’nın toplumsal entegrasyon politikasının tutarlı, liyakati önceleyen temellere oturmasından kaynaklanıyor. Herkes yeteneği ile parlıyor, becerisi ile pay alıyor.
Gelgelelim Hamas saldırısı buradaki dengeleri de sarsmış durumda. Yahudiler, daha önceleri tanık olmadıkları sokak antisemitizmine maruz kalıyor. Altını çizmekte yarar görüyorum ki, burada sözünü ettiğim İsrail ve onun politikalarına karşı olan hareketler değil. Doğrudan Yahudi varlığına tehdit teşkil eden saldırılar. Ve bunları münferit olarak geçiştirmek içinden geçilmekte olan bu dönem için iyimser bir tasarruf olur.
Yahudi okullarının ve kurumlarının kurşunlanması, okul ve üniversite kampüslerinde öğrencilerin sözlü ve bazen fiziksel tacize uğramaları, Yahudi işyerlerini boykota çağrı, bunların önünde Hamas yanlısı sloganların atılması, Holokost’un basitleştirilmesi, Hitler ve Nazizm’in yüceltilmesi ya da ironik olarak, “işini tamamlamadığından dolayı Hitler’in eleştirilmesi”, tehditler, planlanan saldırılar vs…
Avrupa’dan, Kuzey Amerika’ya, Avustralya’dan Güney Amerika’ya dünyanın hemen her köşesinde benzer Yahudi karşıtı hareketleri gözlemlemek olası. Oysa, 7 Ekim’de yaşanan vahşetin boyutu rasyonelliğin çok ötesinde bir kıyımdı. İsrail’in – içine düşmüş olduğu güvenlik açmazı bir yana – tepki vermemesi beklenemezdi. Öyle de oldu.
“Çok Yaşa Hamas”; “Çok Yaşa Direniş (İntifada)”; “7 Ekim: Hayatımızın en anlamlı günü” yollu pankartlarla yapılan yürüyüşler, trafiği kesme eylemleri özellikle Toronto’da etkin olurken, geçtiğimiz hafta Ottawa polisi, Yahudi toplumunun ileri gelenlerine saldırı planları ile ilgili bir genci tutukladı. Basında bunun çok yankı bulacağını düşünürken, pek de öyle olmadı. Sanki birileri Yahudi düşmanlığının çok fazla dile getirilmesini istemiyor.
Trudeau hükümeti
Liberal hükümet ve Başbakan Trudeau’nun İsrail - Hamas savaşı konusunda takındığı “ne şiş yansın ne kebap” yollu politikası da çok ve haklı olarak eleştiriliyor. 7 Ekim’i takip eden haftalarda Ottawa’daki Yahudi Federasyonu tarafından organize edilen bir dayanışma toplantısına katılan Trudeau’nun söyledikleri ile yaptıkları arasındaki fark, yalnız buradaki Yahudi toplumunda değil, Kanada’da İsrail’i destekleyenler arasında da hayal kırıklığına neden oldu. 2025’te yapılması beklenen genel seçimlerin öne alınması gerektiğini dillendirenlerin yanı sıra, Liberallere artık oy vermeyeceğini söyleyenlerin sayısı da az değil.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda ateşkesle ilgili yapılan oylamada Kanada’nın lehte oy kullanması ülke genelinde tepki çekerken, Hamas’ın Kanada Hükümetine bunun için “teşekkür etmesi”, özellikle Yahudi toplumunun gündemine bomba gibi düştü. Ancak, genelde Kanada halkının, terör örgütü olarak tanınan Hamas’tan gelen teşekkürün kabulüne ve buna tepki gösterilmemesine çok da fazla ses çıkarttığını söylemek olası değil. Bunun iyiye işaret olmadığını düşünüyorum.
Kanada son on yıldır, her sene yarım milyona yakın göçmen kabul ediyor. Buradaki maceramızın başladığı 2009 yılından bu yana nüfus 35 milyondan 40 milyona dayanmış durumda. Her etnik kimlikten, her inanıştan insanın bir araya geldiği bu yapının ahenginin ileride bozulmaması için önlemlerin alınması gerektiği artık sokakta dile getirilmeye başlanmış durumda. Avrupa’da Fransa’nın içinde düştüğü sorunlu durumdan ders alınması, göç kriterlerinin gözden geçirilmesi konusunun önümüzdeki genel seçimlerde önemli bir tercih nedeni olacağını söyleyebilirim.
Rus - Ukrayna savaşı ile Ukrayna vatandaşlarına; 6 Şubat depremi sonrasında, depremden etkilenen Türk ve Suriye vatandaşlarına, Kanada’da ikamet eden yakınlarının yanına gelmede öncelik tanınması, bunlara üç yıllık çalışma izni verilmesi, ülkenin göçmen politikalarına uygun açılımlardı.
Son olarak parlamentodan geçen bir kararla benzer hak Gazze’de yaşayan ve Kanada’da birinci dereceden akrabası olanlara da verildi. Kararın ne zaman ve nasıl hayata geçirileceği belli olmamakla birlikte, durum, tahmin edilebileceği gibi, Yahudi toplumunun tepkisi ile karşılaştı. Hamas sempatizanlarının ülkeye akacağı, örgütlü bir şekilde sokağa inen Arap nüfusunun, İsrail nefreti üzerinden antisemitizmde konsolide olacağı endişesi, daha önce bu havayı solumamış Yahudiler üzerinde şok etkisi yarattı.
Bugün sokaklardaki gösterilerin niceliğinde Filistin yanlısı olanların ağırlığı göze çarpıyor. Bu gösterilerin neredeyse tamamı güvenlik riski içeriyor. “Nehirden Denize Özgür Filistin” gibi ırkçı olduğu kabul edilen sloganların yanında, saldırganlık konusu da ahenkli toplumsal yaşamı dinamitliyor. Bazı mağazaların tahrip edilmesi, alış-veriş merkezlerinde Noel öncesi yaratılan suni gerginlikler, tedirginliğin arttırılması yolu ile ticaretin aksatılması… Oturma eylemleriyle trafiğin kesilmesi, metroda taşkınlıklar şeklinde gelişen ve Filistin Davasına hizmet edemeyeceği aşikar türden olaylar, yalnız Yahudi toplumunun değil, işinde gücünde olan herkesin canını sıkıyor. İslam düşmanlığına ve olası kamplaşmalara çanak tutacak hale gelmesi, bu gidişle beklenmeyecek bir durum değil.
Basında antisemitizm
Geçtiğimiz hafta sonu benzer mitinglerden birinde, yüzlerce Filistin bayrağı yanında, Kanada bayrağı açan Salman Sima’nın darp edilmesi konusu ise sosyal medyada bayağı konuşulan bir konuydu. Güvenlik güçleri, yerel ve federal polisin buna çok fazla ses çıkartmaması, basının salt bir haber olarak vermesi, göstericilere cesaret veren önemli bir unsur, şüphesiz.
Yine geçtiğimiz hafta Toronto Star’da yayınlanan ve Ukrayna Devlet Başkanı Zelensky’nin Yahudiliğine atıfta bulunan karikatür, antisemitizmin nereye vardığını göstermesi bakımından ibret verici. Başbakan Trudeau ve basının, Kanadalı Yahudiler kadar Ukraynalıların da tepkisini çeken Gary Varvel imzalı karikatürde, Zelensky, elini omuzuna attığı Başkan Biden’ın arka cebinden cüzdanını aşırırken gösteriliyor. Sonuç: Böylesi bir karikatür ile hem Yahudi aleyhtarlığı körükleniyor hem de Kanada’nın Rusya’ya karşı Kiev’e sağladığı destek - en kibarından - sorgulanıyor. Gazeteden gelen özrün elbette ki kıymeti var, ancak bunun testi kırıldıktan sonra olması iç acıtıcı doğrusu!
Düşünce özgürlüğü, düşündüğünü söyleme özgürlüğü, gösteri özgürlüğü… Bunlara hayır demek Kanada’nın - tıpkı diğer batılı devletler gibi - yapacağı bir şey değil. Ancak özgürlüklerin nerede başladığı ve nerede bittiği özümsenmesi gereken bir konu. Bunda devletin - hem federal hem de eyalet hükümetleri nezdinde devreye girmesi ve içinde kalınması gereken bireysel ve toplumsal sınırlar hakkında daha hassas davranması gerekir. Dil bilsin bilmesin, kültüre entegre olmak istesin istemesin, her yıl düzenli olarak yüz binlerce göçmen alan bir ülkede, toplumsal mutabakatın en önemli koz olarak elde tutulması ahengin bozulmaması açısından esastır.