•Büyük ihtimalle Netanyahu ve aşırı sağcı, kökten dinci koalisyon ortaklarının Filistin´deki katliamı meşrulaştırmak için kullandıkları “kıyamet yaklaşıyor” gibi siyasi söylemlerinden etkilenen ve kendi Mesihlerinin dirilişini hızlandırmak için tünele bu denli sıkı sıkı tutunan radikal cemaatçilerin tuhaf eylem planı şimdilik suya düşmüş olabilir. Fakat halihazırda ölerek ölümsüz olmadığını kanıtlamış birinin “ölümsüz bir Mesih” olduğuna inanacak kadar radikalleşmiş bu Mesihçi gençlerin bir sonraki adımının ne olacağını tahmin etmek zor. İsrail´deki bazı milliyetçilere göre New York´ta tünel kazmak yerine İsrail´de orduya yazılıp savaşmalılar. Bazı Amerikalılara göre de New York´un altında daha fazla tünel kazıp şehri başlarına yıkmadan bir an önce memleketlerine geri dönmeliler. Yunus Emre Erdölen – www.serbestiyet.com
Mesihçi Haredi Yahudilerinin, en büyük motivasyonu Mesih’in gelişini hızlandırmak. Mesihçilere göre bunun en kestirme yolu da vasiyetini yerine getirmek. Bu nedenle Mesihçiler sadece New York kentinin her noktasına “Mesih burada” posteri asmakla yetinmemeye karar vererek daha büyük bir projeye girişti ve ortalık karıştı. Proje belliydi: Menachem’in en büyük vasiyetini yerine getirip 770’yi genişletmek.
Farklı fraksiyonlar arasındaki hukuki mücadele sebebiyle binanın genişlemesi projelerini hayata geçirmeyen ve belediyeden gerekli izinleri almadan hareket etmek istemeyen Mesihçi olmayan cemaat yönetimi, genç Mesihçilerin “genişletme” isteklerini en başından beri reddediyordu. Bu noktada İsrail’den gelen genç radikal Mesihçiler, önce sinagogun hemen yanında artık kullanılmayan bir mikve (Yahudilerin doğal yollardan toplanan yağmur sularında günahlarından arınmak için girdiği özel, küçük bir havuz) binasına kaçak yoldan girdi, buradan yeraltındaki sinagoga 60 metrelik bir tünel kazmaya başladı.
6 kişilik bu ekip ilk başta küçük küreklerle kazıyor, çıkan tozu toprağı da ceplerine koyuyordu. Fakat zamanla iş ciddiye binince tek başlarına bunu başaramayacaklarını anlayıp NY Post gazetesinin haberine göre bir grup kaçak Meksikalı göçmenle anlaştılar. Göçmenler bu terk edilmiş mikve binasında geceleri kaçak bir şekilde kalıyor, bu terk edilmiş mekânda uyuyor, yaşıyor, fakat para karşılığında en azından Mesihçilerden daha profesyonel bir şekilde tüneli kazıyor, yıkılmaması için kazık dikiyorlardı.
Tünel yapıldıktan yaklaşık 6 ay sonra cemaat yönetimi tarafından fark edildi. Zira hem komşulardan hem de kanalizasyonu kontrol eden belediye işçileri bazı kazı sesleri duymuş, durumu bildirmişti. Cemaat yönetimi bu hafta tüneli kapatmak için özel bir ekip çağırdığında tüneli kazan Mesihçiler direndi, tünele girerek dua etmeye, sinagogun tünele açılan tahta duvarlarını koparmaya başladı.
Cemaatin polisi çağırması üzerine çıkan arbedede 12 Mesihçi genç gözaltına alındı. Binanın sahibi olan cemaat yönetimi, Mesihçi fraksiyonun radikalliği yüzünden hem sinagogun zarar gördüğü hem cemaatin imajının zedelendiğini vurguladı, olaya karışan gençlerin vizelerinin iptal edilip İsrail’e geri dönmelerini sağlayacaklarını duyurdu.
Mesihçi cemaatçiler, kendilerine izin vermeyen cemaat yönetimine rağmen sinagogu genişletmek istedikleri için büyük ihtimalle bu tüneli kazdılar. Zira bu tüneli kazıp sinagogu genişlettikleri zaman Menachem’in vasiyetini gerçekleştirmeye daha da yaklaşacaklarına, böylece Mesih’in yeniden dirilmesini sağlayacaklarına inanıyorlardı. Bazı gazetecilere göreyse, ileride binaya girişleri radikalliklerinden dolayı yasaklanırsa ibadete bina altında gizlice devam edebilmek için gizli bir tünel yapmışlardı. Böylece tapuyu elinde bulunduran ve Mesihçileri gülünç bulan cemaat yönetimi kendilerine engel olamayacaktı.
Tünelin yarattığı dengesizlik nedeniyle belediye 3 binanın boşaltılmasını emretti. Tünelin nasıl doldurulacağı veya binalarda kalıcı hasar bırakıp bırakmadığı henüz belirsiz. Fakat Chabad cemaatinin en büyük derdi bu değil. Cemaat, Menachem’in ölümünden beri en büyük krizlerden birini yaşıyor.
Dünyanın gözü de kulağı da “gizli tünel” ile ilgili gelişmelerde. Komplo teorileri, esprili karikatürler havada uçuşuyor. New Yorklular evlerinin, sokaklarının altında tünel arıyor, şaka videoları çekiliyor, “tünel” üzerine uzun uzun tartışma programları yapılıyor.
Büyük ihtimalle Netanyahu ve aşırı sağcı, kökten dinci koalisyon ortaklarının Filistin’deki katliamı meşrulaştırmak için kullandıkları “kıyamet yaklaşıyor” gibi siyasi söylemlerinden etkilenen ve kendi Mesihlerinin dirilişini hızlandırmak için tünele bu denli sıkı sıkı tutunan radikal cemaatçilerin tuhaf eylem planı şimdilik suya düşmüş olabilir. Fakat halihazırda ölerek ölümsüz olmadığını kanıtlamış birinin “ölümsüz bir Mesih” olduğuna inanacak kadar radikalleşmiş bu Mesihçi gençlerin bir sonraki adımının ne olacağını tahmin etmek zor.
İsrail’deki bazı milliyetçilere göre New York’ta tünel kazmak yerine İsrail’de orduya yazılıp savaşmalılar. Bazı Amerikalılara göre de New York’un altında daha fazla tünel kazıp şehri başlarına yıkmadan bir an önce memleketlerine geri dönmeliler.
Fakat her şeyden önce birilerinin New Yorklulara oturup baştan sona tüm Ortadoğu ve mezhepler, dinler, cemaatler tarihini anlatması gerek. Zira dünyada yaşanan krizler arttıkça ve hepsinin etkisi Batı’da fazlasıyla hissedilmeye devam ettikçe yaşananları anlamlandırmak için komplo teorilerinden çok bu bilgilere ihtiyaç duyacaklar.
Lahey: İsrail heyetine saygısızlık.
İsrail savunması davasını sunarken çok sayıda yargıç uyuyakaldı
https://twitter.com/sabra_the/status/1746274614794481989
https://fikirturu.com/jeo-politik/guney-afrika-israil-bir-ask-ve-nefret/
İsrail’in Uluslararası Adalet Divanı’nda görevlendirdiği ad-hoc yargıç 87 yaşındaki Aharon Barak, İsrail’in en sembol yargıçlarından, mevcut hukuk sisteminin mimarlarından:
🔺Litvanya’da doğdu, Nazi iktidarında gettodan ailesiyle patateslerin altına sığınarak kaçtı
🔺Filistin’e yerleşti, önce hukuk okudu, sonra akademide devam etti
🔺1978 yılında Yüksek Mahkeme yargıcı olarak göreve başladı
🔺 1995’te Yüksek Mahkeme Başkanı oldu.
🔺 İsrail’in anayasal bir devlet olmasının mimarı olarak biliniyor- çünkü yazılı bir anayasası olmayan İsrail’de savunduğu argümanlar ve verdiği kararlarla temel yasaları anayasa boyutuna taşıyan içtihadın mimarı. Kanunların belirli temel yasalara uygunluk denetimi yetkisini Yüksek Mahkeme’nin eline almasını sağlayan kişi.
🔺 Netanyahu, Barak’ı yargı vesayetinin başı olarak görüyor, Yüksek Mahkeme’nin yetkilerini kısmak için reform yapmak istiyordu. Netanyahucular sık sık Barak’ın evinin önünde protesto yapıyordu.
🔺 Netanyahucu olup Barak kadar prestijli hukukçu az. Ama birçok kişi Barak’ın İsrail’in yargıcı olmasından dolayı tepki gösterdi, öncesine kadarki liberal imajını sorguladı.
🔺 Konu dış politika, Filistin olunca birçok Netanyahu muhalifi birleşiyor- pek şaşırtıcı değil. Ama Aharon Barak gerçekten de kariyerinin son perdesini iyi bir imajla kapamayacak gibi duruyor.
https://twitter.com/yunuserdolen/status/1745561310539002008
Almanya, Lahey'de, Israel'in soykirim yaptigi iddia edilen tartışmaya üçüncü taraf olarak katılmayı talep edeceğini ve Israel'in soykırım yaptığı suçlamasına karşı çıkacağını açıkladı. Tam bir nereden nereye durumu söz konusu.
https://twitter.com/gbehiri/status/1745836639018983500
İsrail’in sağcıları, aylardır adama demediklerini bırakmadılar ama o, ülkesini UAD’de savunup temsil edecek. Aharon Barak -ki kitabımda da kendisinden bahsettim- bugünkü İsrail hukuk sisteminin anıt isimlerindendir.
https://twitter.com/remzzicetin/status/1745030857981567047
-Hamas, Gazze’den füze fırlattığında Tel Aviv’de güçlü olan sol kesim de, Kudüs’te güçlü olan sağ kesim de zarar görüyor. İnsanları demografik olarak böyle ayırt etmek elbette hoş değil ancak vaziyet bu. Sol partilere oy verenler de Hamas’ın kendileri için bir tehdit oluşturduğunu, Gazze’den elimine edilmesi gerektiğine inanıyorlar çünkü bu insanlar da Hamas’ın fırlattığı bu füzelerle yaşamak zorunda kalıyorlar. Hamas’ın bu eylemlerinden Filistinlilerle bir arada yaşama taraftarı, Filistinlilerin aşırılık yanlısı kesimlerini bile dinleme odaklı olan merkez ve radikal İsrail solu da olumsuz etkileniyor.
-“Post-truth“ (gerçek ötesi) çağının en büyük sıkıntısı, artık “devlet insanı” vasfına sahip liderler yetişmemesi. ABD ve Avrupa’da olduğu gibi, İsrail de bu sıkıntıdan muzdarip. Başbakan Netanyahu’ya “alternatif“ olabilecek bir isim çıkmamasının, farklı türde bir siyaset üretilememesinin sebebi bu. En son Şimon Peres vardı ki kurucu sol partilerin ikinci kuşağındandı. Ondan önce de İzak Rabin vardı, o da İsrail’de doğan ilk siyasetçiydi, suikast sonucunda öldürüldü. Bu neslin devamı gelmedi. 2000’li yılların başından bu yana İsrail siyasetinde böyle bir sıkışmışlık söz konusu.
https://medyagunlugu.com/israil-solu-iki-ates-arasinda/
INSANITY - Org başkanı Luc Tardif'in Rusların baskısına yenik düştüğü iddiasının ardından İsrail @IIHFHockey tarafından kendi "korunması" nedeniyle uluslararası buz hokeyi şampiyonasından men edildi.
İsrail şimdi dava açıyor - devamı: https://m.jpost.com/israel-news/sports/article-781739
https://twitter.com/StopAntisemites/status/1746247582249009374
Bize arkadaşlarınızın kim olduğunu söyleyin, size kim olduğunuzu söyleyelim.
Daily Mail'in Pazar günü yaptığı açıklamaya göre, Güney Afrikalı liderler, 7 Ekim'de İsrail'e yönelik katliamın ardından ülkelerine yaptıkları resmi ziyaretlerde Hamaslı teröristle buluştu.
Bir Hamas heyeti, Arap ülkelerinin bile yaklaşık 1.200 İsrailliyi öldüren ve yaklaşık 250 kişiyi kaçıran terör grubundan uzaklaştığı bir dönemde, Aralık ayında Güney Afrika'yı ziyaret etti.
https://twitter.com/DavidSaranga/status/1746475340904444125
Ortalık elinde cep telefonu, market raflarını dolaşıp “Şunlar İsrail malı, sakın almayın” ya da “Şu markalar İsrail'i destekliyor, aman kullanmayın” diye akılları sıra Gazze’de yaşananları protesto edenlerden, ettiğini sananlardan geçilmiyor...
Bu kadar mı; oturmuş bir yerde kahvesini içen ya da hamburgerini yiyen vatandaşa fiziki şiddete varacak şekilde müdahalede bulunarak İsrail’i protesto ettiğini düşünenler de var...
Son zamanlarda azalmış olsa da satın aldığı kolayı dökerek içindeki zeka cevherini ortaya saçanlar da...
Daha beteri, Türk askerinin şehit düştüğü gün bile bu konuda tek laf etmeyi akıllarına getirmeyen ya da buna gerek duymayan ama Filistin için gösteri yapmayı ihmal etmeyen bir güruh da.
İsrail'i demeç üstüne demeç vererek en üst perdeden protesto etmemek de olmaz! Bu da eksik değil zaten.
https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/aman-ne-guzel-israilden-ithalati-daha-da-artiriyoruz/724804
Eski rehine, 13 yaşındaki Hila Rotem Shoshani, New York City'deki BM genel merkezinin önünde:
“Buraya kadar tüm dünyaya seslenmek için geldim; hepsini evlerine getirin! Rehine olarak yaşamak, hayat değildir. Aileleri onları bekliyor! Şimdi. Lütfen!"
📷 Ömer Kaplan
https://twitter.com/AvivaKlompas/status/1745932236656914819
Hamas ve İran’a bağlı diğer milis grupların liderlerini hedef alan suikastların Hamas’ın gücünü ne ölçüde zayıflatacağı belirsiz ancak bir noktadan sonra İsrail’e bir zafer hissiyatı verebilir. Buna karşılık, suikastların İran etkisi altındaki Beyrut, Bağdat ve Şam gibi bölgelerde yapılması ise savaşın genişleme riskini barındırsa da Tahran’ın bu konuda başlangıçtan beri takındığı tutum, bu riskin boyutunun büyük olmadığını gösteriyor. İran, 7 Ekim’den beri defalarca Aksa Tufanı saldırısı ile ilişkisini reddetmekle birlikte Gazze’deki katliamlara dikkate değer bir tepki göstermedi. Hizbullah ise saldırının ilk günlerinden beri Lübnan-İsrail sınırında İsrail ordusuyla küçük çaplı çatışmalara girişse de (ki bu çatışmalarda 150 unsurunu kaybetti) savaşı Lübnan’a genişletme konusunda tek başına karar alma konumunda değil.
İran’ın savaşı genişletme konusunda açık çek vermemesi, Hizbullah’ın savaşı Lübnan’a taşıma yönünde bir adım atması halinde Lübnan’daki diğer gruplarla da karşı karşıya gelme ve nihayetinde Lübnan’da güç kaybetme ihtimali uzak bir ihtimal değil. Bu konuda Hizbullah’ın Lübnan’daki en önemli partneri olan Emel Hareketi’nin bile savaşın Lübnan’a yayılmaması konusunda net bir tavır takındığı göz önünde bulundurulmalıdır. Öyle ki Emel Hareketi lideri Nebih Berri, henüz Gazze saldırılarının ilk günlerinde başta Hristiyan gruplar ve Lübnan ordusu olmak üzere çeşitli gruplarla koordineli bir halde Hizbullah ile görüşerek bu konuda Lübnan’daki taraflara garanti vermişti. Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah ise iddialı reklamlar yapsa da gerçekleştirdiği üç konuşmada örgütün Aksa Tufanı saldırısıyla ilişkisinin olmadığını ve saldırı kararının söylenenin aksine İran değil Hamas ve diğer direniş grupları tarafından alınan bağımsız bir karar olduğunu sık sık dile getirdi.
https://www.perspektif.online/israilin-strateji-degisikliginin-ilk-adimi-salih-el-aruri/
Israel nasıl bakanlar tarafından yönetiliyor? Dünkü MGK toplantısı sırasında Savunma Bakanı Galant Milli Güvenlik Bakanı Ben Gvir sözlü atışmaya başlıyorlar. Ulaştırma Bakanı Miri Regev "işte şov başladı" diyerek patlamış mısır paketleri çıkartarak bakanlara dağıtmaya başladı ve gerçekten bakanları izleyip patlamış mısır yedi. Regev'in cevabı: "Diyetteyim bu yüzden patlamış mısırı zaten masaya koymuştum.
Hamur işleri ve sandviç atıştırmayayım diye patlamış mısır getirdim."
Anlaşılan Israel Allah'a emanet ayakta duruyor.
https://twitter.com/gbehiri/status/1745531280739926197
İsrail’in uzun dönemde, uzun dönemi bırakın kısa dönemde bile çıkarı bu basit gerçeği görmesinde yatıyor: Üzerine monte edildiği topraklardaki komşularıyla sonsuza kadar kavga ederek, savaşarak yaşayamaz. Her kavga, her savaş, İsrail’in topraklarını genişletmesine neden olan her çatışma, bu ülkenin gelecekteki güvenliğinden bir şeyler eksiltiyor.
Amerikan Dışişleri Bakanı Blinken Türkiye’den başladığı bölge turunda Yunanistan, Ürdün, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’a gitti. En son olarak dün İsrail’deydi.
Blinken tura çantasında bir projeyle başlamıştı; yaptığı görüşmeler sonunda bu projenin temel ölçütleri de belirginleşti: İsrail Gazze’de saldırıları durduracak, bağımsız Filistin devleti için kalıcı adımlar atacak, belirli bir geçiş sürecinin ve Gazze’nin yeniden inşasının ardından bu devlet kurulacak, bu arada Suudi Arabistan dahil Arap ülkeleri de İsrail’le olan ilişkilerini ‘normalleştirecek’ti.
Fakat bir büyük sorun var bu planda: İsrail’in mevcut hükümeti Bağımsız Filistin Devleti fikrine karşı.
https://10haber.net/yazarlar/ismet-berkan/ib-gundem/2024-01-10/
İsrailliler arasında meseleye farklı bakan hatırısayılır bir kesim olduğu muhakkak; azınlıkta görünmesine rağmen, 7 Ekim şokuyla bu kesimin saflarında bir artış olduğu düşünülebilir. Bu kesim, yakın zamana kadar iki devletli çözümü geçersizleştirmeye çalışanlara karşı muhalefet ediyordu; şimdi seslerini daha çok duyurma imkânları var. Fakat iki devletli çözüm bugün öyle bir açmaza sokulmuş vaziyette ki, Filistinlileri eşit yurttaşlar olarak bünyesine alan demokratik/laik bir devletin sonunda tek seçenek olacağını düşünenler de var. Üstelik bunlar arasında İsrail devletinde önemli mevkilerde bulunmuş kişiler de mevcut. İsrail Dışişleri Bakanlığı’nın eski müsteşarlarından Avi Gil geçenlerde, bu ihtimalin kaçınılmaz bir olasılık olarak ufukta belirdiğine dair bir yazı kaleme aldı (Oksijen, 8–14 Aralık 2023). Bu yazısında Gil, İsrail’in eninde sonunda hükmettiği tüm toplulukları içine alan kapsayıcı bir devlete dönüşebileceğinden, böylece asli Yahudi karakterini yitirebileceğinden ve “Siyonist rüyanın” son bulabileceğinden dem vuruyordu. Açıkçası, ne iki devlet ne de tek devlet çözümüne yanaşmadan halihazırdaki statükoyu koruma imkânının namütenahi sürdürülemeyeceğine ilişkin bir uyarıydı bu.
Kuşkusuz, İsrail ekonomik ve askerî üstünlüğüne dayanarak bu statüko üzerinde daha uzun süre oturabilir; bu üstünlüğüyle “etik açığını” da pekâlâ kapatabilir. Sonuçta, tarih bunun mümkün olduğunu gösteren “adaletsiz” örneklerle dolu. Sözgelimi Amerika yerlileri (yeryüzünün diğer köşelerindeki yerliler gibi) dalga dalga üstlerine gelen işgalci Avrupalılar karşısında fazla direnemeden yenik düştüler, ezildiler, bir kenara itildiler. Muhtemeldir ki Filistin’e gelen Yahudi yerleşimcilerin aklında da böyle bir süreç vardı: “Kutsal toprakları” ama havuçla ama sopayla adım adım ele geçirecekler; yerli Filistin halkını da bir kenara itip, ucuz emek deposu olarak kullanacaklardı. Öyle de oldu.
Oldu ama, benzerlik de burada bitiyor. Zira Amerika yerlileriyle Avrupalı sömürgeciler arasındaki çağ ve medeniyet farkı, bir uçurum niteliğindeydi. Oysa Filistinliler ve Ortadoğu coğrafyası, Yahudi yerleşimcilerin kültür ve geçmişlerinin ayrılmaz paydaşlarıydı. Geçen yüzyıl başında geri kalmış, fakir düşmüş, viraneye dönmüş bir haldeydiler; ama her şeyden önce kadim mazileri asimile olmalarına meydan bırakmayacak kadar zengin ve dirençliydi. Nitekim asimile olmadılar; Yahudilerin de dinî yasakları icabı onları asimile etmek gibi bir niyeti yoktu zaten.
https://birikimdergisi.com/guncel/11602/yahudilerin-son-gocu
https://www.bbc.com/turkce/articles/cqv1985n710o
İsrail Başbakanı savaş sonrası Gazze planını açıklamakta ihtiyatlı davranıyor, bunun nedeni kısmen bölgenin gelecekteki yönetimine ilişkin anlaşmazlıkların koalisyonu için ölümcül olabileceğinden korkması.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun kırılgan iktidar koalisyonu, Hamas ezildikten sonra Gazze Şeridi’nin nasıl yönetileceği konusundaki iç bölünmelerini çözmeye yakın bile değil ve bu durum ülkenin Batılı müttefiklerinin sabrını sınıyor; buna, giderek daha fazla öfkelenen ABD de dahil.
Geçen hafta yapılan ve İsrail siyasetinin hırçın standartlarına göre bile son derece gürültülü geçen güvenlik kabinesi toplantısına bakılırsa Netanyahu’nun koalisyonu -ülke tarihinin en sağcı koalisyonu olarak değerlendiriliyor- yıpranıyor. Gazze’nin kaderi konusundaki keskin görüş ayrılıkları da durumu daha da karmaşık hale getiriyor.
Büyük bir ulusal tehlike anında yapılan ağırbaşlı bir toplantıdan ziyade söz düellosuna dönüşen geçen haftaki Güvenlik Kabinesi, ABD’nin her zamankinden daha acil bir şekilde talep ettiği Gazze için bir “ertesi gün” planının ana hatları üzerinde anlaşmaya varmak üzere toplanmıştı. Ancak yerel basında çıkan haberlere ve yetkililerin arka planda verdikleri brifinglere göre, Gazze planı konusunda iktidar partileri arasındaki keskin görüş ayrılıkları, hem ideolojik hem de kişisel olan daha temeldeki anlaşmazlıkları ortaya çıkarıyor.
https://harici.com.tr/politico-netanyahu-koalisyonunda-gazze-catlagi/
Geçmişte İsrailli yetkililer Gazze’de zaman zaman ‘çimleri biçme’ ihtiyacından bahsetmişti; bu söylem daha sonra bazı Amerikalılar tarafından Teröre Karşı Savaş bağlamında da tekrarlanacaktı.
Bu insanlık dışı dili kullanarak bu benzetmeyi yapanlar, tehdit seviyesi yeterli düzeye ulaşan rakiplere acı çektirmek için askeri güç kullanmak anlamına geliyordu. Bu her zaman bir taktikti, bir strateji değil, çünkü direnişin temel nedenlerini asla ele almıyordu.
İsrail’in Gazze’ye yönelik mevcut yaklaşımı çimleri biçmekten çimleri sökmeye ve altındaki toprağı tuzlamaya doğru genişliyor gibi.
İsrail’in iç güvenlik teşkilatı Şin Bet’in eski başkanlarından biri, Filistin topraklarının işgaline eleştirel bir bakış sunan 2012 tarihli The Gatekeepers belgeselinde, Filistin direnişiyle mücadelede “strateji yoktu, sadece taktik vardı” diye yakınıyordu.
Ve bu böyle devam ediyor. İsrail’de taktik bolluğu var ama Filistinlilerin sıkıntılarını giderecek anlamlı bir stratejisi yok. Sonuç, onlarca yıldır devam eden ve sona erme ihtimali olmayan sürekli bir şiddet döngüsü.
https://harici.com.tr/israilin-gazze-savasi-taktik-zaferlerden-stratejik-yenilgiye/
Sadece Hizbullah değil, İsrail’in açık hedefi durumundaki İran da daha büyük bir savaştan kaçınıyor. Bunun nedenlerinden biri, rakibi Suudi Arabistan'la bu yılın başlarında varılan tarihi yumuşama anlaşmasını tehlikeye atmamak. Anlaşma Arap dünyasından büyük ölçüde dışlanan İran için hayli önemli. Herhangi bir çatışma bunu altüst edebilir.
İran da Hizbullah da savaşı tırmandırma konusunda pek istekli değiller. Ancak İsrail'in 2006 yılında BM Güvenlik Konseyi'nin İsrail'le savaşı sona erdiren kararı doğrultusunda Hizbullah güçlerini sınırdan uzaklaştırmaya çalışması halinde durum farklılık gösterebilir. Güvenlik Konseyi kararı Hizbullah'ın Lübnan'daki Litani Nehri'nin kuzeyine, yani mevcut mevzilerinden 10 milden daha uzağa çekilmesini içeriyor. Hizbullah’ın bu konuda taviz vermesi zor. İşte o zaman savaşın yine yayılmasa bile İsrail’le Hizbullah arasında “sertleşmesi” mümkün olabilir.
Hizbullah elbette Lübnan’da çok büyük bir güç. Şii Müslümanların çoğunlukta olduğu Güney Lübnan’da destekçisi çok. Önemi kabul edilse de Lübnan’ın genelinde ise destekçisi fazla sayılmaz. Yani İsrail’le girişeceği savaşta ülkenin tümünün desteğini arkasına alamayabilir.
https://halktv.com.tr/makale/catismalar-duzensiz-tirmaniyor-savas-yerel-duzeyde-suruyor-796674
https://fikirturu.com/jeo-politik/israil-hizbullah-iran-ekseninde-yeni-bir/
https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/hindistan-neden-israile-bu-kadar-destek-veriyor-153802/
Haaretz hafta sonu eki Gazze’deki açlık krizini ana sayfasına taşımış. “Açlıktan öldürmeyeceksin”.
https://twitter.com/FeritBelder/status/1746231152883409125
https://harici.com.tr/arendt-ve-einstein-likudun-fasist-kokleri-hakkinda-ne-soylemisti/
“Bu yaşanan İsrail ve Araplar arasında beşinci savaş. Ve şimdi altıncı savaş için insan yetiştiriliyor denebilir. Eğer büyük bir değişiklik olmazsa, politik bakımdan, taraflar birbirleriyle konuşmazlarsa, bugün bu şiddeti yaşayan bütün çocuklar zamanı geldiğinde aynı şeyleri yapacaklar.
Savaş sebebiyle yeni bir grup oluştu. Tamamıyla “terörist” olarak yetiştirilme potansiyeli taşıyan yeni bir grup ortaya çıkardık. Dünyada olacak şeylere göre bunlar ya rahatlayacaklar, başka şeyle meşgul olacaklar. Ya da, fena bir şey oldu mu, tekrar savaş ortaya çıkacak; birbirlerini öldürecekler. Çok basit.
Eğer çocukluğumuzda olursa kayıplar, ayıplar, içimizde daha sonra ötekini öldürmek için psikolojik şeyler yerleşir. O nasıl değişir? Mesela Kıbrıs’ta şimdi yavaş yavaş değiştirdik. Eğer 1974’te Türkiye gidip de Kıbrıs’ta ayırmasaydı, kavgalar devam edip gidecekti.
Öyle bir şey olmazsa Filistin’de bu senelerce sürecek. Kaç sene sürecek bu şeyi temizlemek? Yıkılmış yerleri…Tekrar evler yapmak, işleri kurmak, normale dönmek. Bu seneler alan bir süreç olacak. Yani yeni bir savaş, altıncı yedinci savaş için insanlar hazırlıyor bu süreç. Bu nedenle psikolojisinin bilinmesi gerekir. Ve bu psikolojinin bilinmesiyle, Birleşmiş Milletler’den, ABD’den yetkililerin bunları anlamaları gerekir ve ona göre gidip bunu konuşmaları gerekir. Ve bir konuşmayla değil, bir süreçle olacak şey bunlar.
Ama kim yapacak? Kimin yapacağını bilmiyorum. Şimdi her yerde conflict resolution (çatışma çözümü) departmanları var üniversitelerde, beni davet ediyorlar konferans vermeye, bir gidip bakıyorum benim yazdıklarımın, yaptıklarımın bir tanesini bile konuşmuyorlar. Yüzeysel yapıyorlar; pazarlık (bargain) yapıyorlar. Çatışma çözümünde pazarlık olmuyor, daha derine inmek lazım. Ama yok. Psikoanaliz diye bir şey de kalmadı Amerika’da. Kavga edip duruyorlar, onun için cevabını bilmiyorum.”
“Terapist olan yakın bir arkadaşımın cümlesini aktarayım. Bu saldırıda damadı öldü. “Ben yas tutmamı bitirebilirsem, ondan sonra ötekiler için içimde bir empati ortaya çıkabilir. Ondan sonra içimde bir kabahatlilik hissi olabilir.” Bu çok doğru bir cümle. Bunu aynı şekilde sosyal hisse de çevirebilirsiniz.
İsrail, Türkiye, Çin, Amerika, Almanya, Fransa ve İngiltere televizyonlarını seyrediyorum. Herkes başka yere dokunuyor. İsrail’de daha hala empati yok. Benim arkadaşım, bildiğim arkadaşım, iyi bir insan, içinde muazzam bir empati çıkacaktı Filistinliler için…İmkanı yok, damadı öldü, üç çocuk var, ne yapacaklarını bilmiyorlar, hala daha korkuları var. Ve söylediği cümle durumu özetliyor. Onun için şu anda empati yok. Bu demek değil ki, Gazze’de yaşananı entelektüel olarak kavramıyorlar. Ama duygu bakımından, “Ben kendi yas tutmamı bitiremeden önce onları hissedemiyorum” diyorlar.”
“(Yaşanan Gazze saldırısıyla ilgili olarak) agresyon yaptılar. “Biz de varız. Bizi öldüremezsiniz. Holokost bir daha olmaz” mesajı vererek.”
“Yasın bir parçası. Şu açıdan: “Hayatımıza devam edeceğiz” manasında.”
“Onun için akıllarına hemen Holokost geldi. Ve Holokost’un bir daha olmayacağını göstermek için yağmur yağdırdılar (bombardımandan bahsediyor) üzerlerine. Yaşamak ve hayatta kalmak motivasyonu. “Kaybolmayalım. İsrail kalsın (yaşasın). Bizim değerimiz var. Biz de insanız” manasında.”
“Hükümettekilerle konuşmadım. Netanyahu’yu bilmek lazım, şahsi psikolojisi var, onları da bilmek lazım. 7 Ekim’de bu olur olmaz hemen akıllarına Holokost geldi. Ötekiler de (Hamas), 7 Ekim’i yaptıkları zaman isim verdiler: El Aksa (Tufanı). Bölgeye baktığınızda tüm dinler orada, her biri yan yana. İsrail altını kazmak istiyor yıllardan beri, Süleyman Mabedi orada diyorlar. Tekrar bu büyük grup kimliği meselesi yüzeye çıkıyor. İsrailliler ve Filistinliler bunları devamlı olarak konuşup arkadaşlık yapacaklarına, hala daha düşman gibiler: Burası camidir, burası değildir, şurasına gidersin, şurasına gidemezsin. Bu nedenle hala diplomasi önleyemiyor.”
Kan iftirası olarak adlandırılan bu iftira türü 10.yy İngiltere'sine kadar dayanır. O dönemde Yahudileri İngiltere'den kovmak için kullanılmıştır. 1000 yıl sonra bu iftirayı halen duymak bana antisemitizmle mücadelenin vakit kaybı ve boş bir iş olduğunu gösteriyor. Yahudiler var oldukça bu iftiralar gelmeye devam edecek. Bu bağlamda Yahudilerin kendilerine ait bir devletlerinin olmasının önemi daha da anlaşılıyor. Israel Devleti antisemitizmle mücadele etmek yerine antisemitlere orta parmak gösterme yöntemini kullanmanın canlı bir örneği.
https://twitter.com/gbehiri/status/1746438628929155348
Thank you @EmmanuelMacron 🇮🇱🇫🇷
#BringThemAllHome 🎗️
https://twitter.com/Israel/status/1746320957696802929
Hayır burası Almanya 1939 değil.
San Francisco 2024.
https://twitter.com/StopAntisemites/status/1745957605829234988
Burası 1934 Berlin değil 🇩🇪
Burası 2024 Toronto 🇨🇦
https://twitter.com/DrEliDavid/status/1746120454518063475
Kipa giyen Albert Einstein; 29 Ocak 1930'da, o ve Manfred Lewandowski, Berlin'deki Yeni Sinagog'da bir yardım konserinde Bach ve Haendel'in iki parçasını seslendirdi.
https://twitter.com/HumansOfJudaism/status/1744509609098829907
https://www.youtube.com/@October72023-
Benim günlerce araştırıp bin belge bakıp sevinerek kaleme aldığım bu metinler genel okuyucu için pek seksi değil tabii. Binada kimler yaşamış, hikayelerde ne var, eksik kalıyor.
İşte orada da kimi buldum; Sami Kohen.
Milliyet Gazetesi’nde çalıştıysanız mutlaka onunla çalışmışsınızdır; çok severim. 1928 doğumlu Kohen, 1954 yılında çalışmaya başladığı Milliyet Gazetesi’nde vefatına yani 2021’e kadar yazarlık yaptı; dile kolay!
Meğer çocukluğu Müselles’te geçmiş Sami Bey’in.
Nihal Boztekin’in yayına hazırladığı “Sami Kohen Anlatıyor: Ver Elini Dünya – 70 Yıllık Gazetecilik Serüveni” adlı kitap (Libra Kitap) vesilesiyle yapılan bir röportajda (Sanem Arman, Milliyet) şu metni gördüm: “En başından alırsak ilk sahnede hikâyenin başrolündeki duayen gazeteciyi ararken karşımıza kısa pantolonlu bir çocuk çıkıyor. Tepebaşı’ndaki Müselles Apartmanı’nda evlerinin salonunda babasının çıkardığı haftalık gazete La Boz de Türkiye’nin (Türkiye’nin Sesi) haber toplantılarına kulak misafiri olan, babasıyla matbaaya giderken mürekkep kokusunu teneffüs etmeye başlayan bir çocuk… Sami Kohen imzası ilk kez 13 yaşındayken yazdığı şiirle babasının gazetesinde çıkıyor (…)”
Sami “Kohen” anlatıyor:
Bugün Şişhane-Tepebaşı arasında Refik Saydam Caddesi diye bilinen caddede, Müselles Apartmanı’nda oturuyorduk. İki büyük ve güzel bina yan yana ayaktadır hâlâ, bizimkinin sağında da Haliç Apartmanı bulunur. Çocukluğum orada geçti.
Müselles eski bir kelime; “üçgen” anlamına geliyor. Ben tabii ne demek olduğunu bilmiyordum; sormamıştım da hiç. Bir gün apartmanın önünde oynarken iki adam gelip durdu, birisi öbürüne ‘Bu apartmanın neresi müselles yahu!’ dedi (Benim merakım da böyle başlamıştı. N.Ö.). Kapıcımız Osman Çavuş da orada kenarda oturuyordu. “Bey” dedi “şekil müselles değil, sahipler müselles”. Üç mühendis ortak yaptırmış binayı ve adı oradan geliyormuş. Bunu hiç unutmam. Müselles lafını o zaman öğrendim yani ben, aritmetik öğrenmeden önce.
Civarda daha çok Musevi aileler otururdu. Apartmanın ortaklarından biri Sisa ailesiydi; Alber ve Sami adında iki oğulları vardı. Sami aşağı yukarı benim yaşımdaydı; iyi arkadaşımdı, çok oynardık birlikte. Apartmanın yakınlarında boş bir saha vardı, orası bizim futbol sahamızdı. Ben genelde kaleciydim; yara bere içinde gelirdim eve, çünkü topları kurtaracağım diye kendimi yerlere atardım. Bazen Kasımpaşa’ya doğru inen aşağı mahallelerden çocuklar gelirdi topumuzu almak için. Biz de topumuza sahip çıkacağız diye onlarla dövüşürdük. Bizden daha büyük çocuklardı, birkaç kere de topumuzu kaptırdık. Böyle olaylardan sonra, top oynamaya gittiğimiz zaman Osman Çavuş bizi kolluyordu artık, topu almaya gelen var mı diye.
Rahat bir muhitteydik; konu komşu gayet iyiydi. Bizim apartmanda pek çocuk yoktu, daha ziyade büyükler oturuyordu ama biraz daha ileride, Pera Palas civarında okuldan çocuklar vardı. İçlerinden biriyle aynı sınıftaydık, birbirimizin evinde birlikte ders çalışırdık.”
https://www.herumutortakarar.com/muselles-apartmani-muselles-han/